Fabrikadan haberler - Mart 2019

Fabrikadan haberler

"Fabrikalardan Haberler'' köşesinden, farklı sektörlerde çalışan işçi arkadaşlarımızın deneyim ve mücadelelerini aktarmaya devam ediyoruz. Bu sayıda Bursa, İzmir, Gebze ve İstanbul'dan işçi arkadaşlarımızın yazdığı yazılara yer veriyoruz.

Onların gündemi seçim bizim gündemimiz kriz

Ekonomik kriz bahanesiyle hemen hemen her fabrikada, atölyede, iş yerinde işten atılma ile tehdit ediliyoruz. Her patronun iki dudağının arasından aynı cümle çıkıyor: “Koşullar bu. Beğenmiyorsan çalışmazsın. Senin gibi kapı önünde kaç kişi bekliyor.” Aslında bu cümle bir itirafı da getiriyor. Krizi fırsata çevirme. Binlerce kişi işe alım için stadyumda çekilişe katılıyor. Çekilişin hileli olup olmadığı tartışmaları bir kenara neden çekiliş yapılıyor? Neden işsizlik yasaklanmıyor? Diye soran yok. Sonuçta patronlar karlarına kar katarken en insaflı olduğu söylenen(!) patron bile en fazla enflasyon oranına artı olarak %2 – 3 oranında zam veriyor. Ama iş kendi plansızlıklarından dolayı ekonomik kriz bahanesiyle zarara gelince bizden idare etmemizi istiyorlar. Neden Recep Tayyip Erdoğan’ın Sivas mitinginde kadro isteyenler provokatör oluyor? Ve neden pazar fiyatları bu kadar pahalıyken tanzim satış yerleri sadece seçime kadar? Üstelik zarar fiyatına, o da bizim cebimizden çıkıyor! İnsanların aklıyla dalga geçtiklerini sanıyorlar. Onların gündemi seçim, bizim gündemimiz kriz. Onların çözümü bizim paramızla yandaşlarına peşkeş çekme, bizim çözümümüz kamulaştırma! O halde tüm bu sömürü çarkını yıkmak için örgütlenmeliyiz!

Coca Cola Çorlu fabrikasından bir işçi

 

Örgütsüz bir fabrikanın resmi!

Fabrikamız memleket kadar stresli bir hale geldi son birkaç ayda. Sürekli gelen müşteri şikayetlerinin acısını biz işçilerden çıkarıyorlar. Üstelik bunu öyle bir yapıyorlar ki fabrika birden hapishaneye dönüşüyor. Geçtiğimiz haftalarda fabrikada hakkımız olan gece farkı primi kaldırıldı. Lakin gece farkı primi kaldırılmadan birkaç ay önce çay molamızı kaldırıp bize “haklarınızı daha fazla iyileştireceğiz” diyerek ikna etmeye çalışmışlardı. Oysa bırakın haklarımızın iyileşmesini elimizde olanı da aldılar.

Son olarak geçen hafta bir toplantı yapıldı. Ustabaşı bütün işçileri toplayıp müşteri şikayetinin faturasını bize kesti. Üstelik onca insanın içinde çoçuk sahibi olan annelerin babaların gözlerinin içine bakarak ağza alınmayacak laflar söyleyerek kesti bu faturayı bize. Dostlar işte size örgütsüz bir fabrikanın resmi! İşten atıyorlar, atmadıklarının haklarını elinden alıyorlar o da yetmiyor hakaret ediyorlar.

Ama biz şunu çok iyi biliyoruz: işçiler birlik olursa patronların ve onların yalakalarının bize söyledikleri sözleri geri sokarız o kirli ağızlarına, elimizden gasp ettikleri haklarımızı da misliyle geri alırız. Yeter ki dik duralım, yeter ki eğilmeyelim zira onlar bizim neler yapabileceğimizi çok iyi bildikleri için bize sürekli saldırıyorlar.

Gebze Söylemez Kauçuk’tan bir işçi

 

Patron partilerini başımızdan atma vakti!

Merhaba dostlar

Yerel seçimler yaklaştı. Herkes oradan bir şey çıkacak ümidinde. İşsizlik 6 milyona ulaşmışken, garibanın en temel gıdası, patatesin bile kilosu 4 liraları bulmuşken, yeni rantlarla cebini dolduracak olan belediye başkanı seçimleri emekçi halkın gündeminde olmasa gerek. Tanzim çadırları ile geçici ve göreceli bir imkan sunan AKP iktidarı, çadırlarda oluşan kuyruğu varlık kuyruğu olarak ifade ediyor. Oysa çok iyi biliyorlar ki işçi ve emekçi halk krizin pençesinde yoksullukla mücadele ediyor. Muhalefet kanadından da memleketin bu halini düzeltmeye yönelik hiçbir vaad yok. Krizi kendileri için kullanan patronlar; mesai saatlerini uzatıyor, maaşları geç yatırıyor, fazla mesai ücretlerini çalıyor. Eğer ağzını açacak olursan da kapıyı gösteriyor.

Ancak bu düzen böyle gitmez. Ne patron siyasetçilerine, ne de patronlara muhtacız! Başka bir seçenek var ve bu seçenek tüm işçi ve emekçilerin kurtuluşuna çıkan bir yolda. Ne CHP ne AKP, işçilerin aktif siyaset içerisinde olacağı Birleşik İşçi Cephesini kurmaya!

İzmir’den bir gıda işçisi

 

İlk gününkü kadar canlıyız

Cargill

17 Nisan'da başlattığımız direnişin 316. gününde ilk günkü inanç ve kararlılıkla hakkımız olanı almak için direnmeye devam ediyoruz. Kazanacağımızdan şüphemiz yok. Bu direnişle sadece biz değil bütün işçi sınıfı kazanacaktır. Şu anda mahkemelerimiz devam ediyor. Mahkeme kararlarının lehimize sonuçlandığı tarihten itibaren işimizin başına dönmek için fabrikanın önünde olacağız. O gün geldiğinde Cargill işvereninin bugün bize kapattığı fabrikasını açmasını bekliyor olacağız. Sonuç beklediğimiz gibi olmazda o gün de fabrika kapıları bize kapalı olur ise bizim eylemlerimiz daha faal bir hal alacaktır. Bizler korkmadan yılmadan bu mücadeleyi sürdüreceğiz. Çünkü biliyoruz ki biz haklıyız ve hakkımızı talep ediyoruz. Korkması yılması gereken biz değil korkması gereken Cargill işverenidir. Örgütlü mücadelenin karşısında elbet sermaye diz çökmeye mahkumdur. Direnişimizin 312. gününde dayanışma gecesinde bu mücadeleyi daha büyük kitlelere ulaştırdık. Cargill iş vereninin gözünde gayrimeşru olan mücadelemizin dayanışma gecemizde bizim yanımızda olan dostlarımızın gözünde ne kadar da meşru ve haklı olduğunu gördük. Direnişimizin sadece 14 kişi ile yüzler binler olduğunu gün geçtikçe daha fazla farkına varıyoruz. Direnişimizin en başından beri yanımızda mücadeleye destek olan tüm emek dostlarına teşekkür ederim.

Cargill direnişinden bir işçi

 

Örgütsüzsek, denizde balığız

Merhaba, ben Algida’da çalışıyorum. Daha doğrusu Algida’ya çalışan taşeron bir firmada. Kadınların yoğun olduğu bir atölyede (Algida fabrikasının bir köşesinde) dondurma paketlemekteyiz. İşyerimizdeki hangi sorundan başlasam inanın seçmekte zorluk çekiyorum. Ama size bir çoğundan bahsetmek istiyorum. Öncelikle işimiz dondurma paketlemek. Bant usulü çalışıyoruz. Birçok iş yerinde karşımıza çıkan az işçi ile çok iş mantalitesi iş yerimizin en büyük özelliği. Normalde 11-12 kişi olması gereken bantlarda 8 kişiyiz. Ve başımızda, usta, formen, tekniker, müdür, genel müdür ve dahi patron kişileri akşama kadar mütemadiyen tehditlerle baskı yapıyorlar. Hadi arkadaşlar, yapamayanı eve gönderirim arkadaşlar, yapamayacaksanız dışarıda bir sürü yapacak insan var arkadaşlar. Sürekli baskı altındayız. Makina arızasından, malzeme bitişine kadar tüm aksaklıklara rağmen üretim düşüklüğünün tüm suçlusu biz oluyoruz. Yemekhane atölyeye 10 dakika uzaklıkta, yemek molası 35 dk, 10 dk git 10 dk gel, ne dinlenebiliyoruz ne yediğimizi anlıyoruz. Koskoca fabrikada 10 dk dinlenme molasında ne çay veriyorlar ne bir şey. Çalıştığımız yerde, dinlendiğimiz yerde, giyindiğimiz yerde, her yerde uyarılar var ‘personelin dondurma yemesi yasaktır’ diye. Geçen gün bir arkadaş iyi bir benzetme yaptı, ‘resmen toplama kampında hissediyorum kendimi’ diye. Haftada iki bilemedin üç gün insanlık dışı şartlarda çalıştırıp, 3 gün ücretsiz izne çıkarıyorlar.

Anlayacağınız ne insan gibi çalışabiliyoruz, ne de asgari de olsa para kazanabiliyoruz. Herkes durumdan şikayetçi, ama kendi aramızda şikayetçi. Patrona, müdüre bir şey söylemeye gelince herkes süt dökmüş kedi gibi. Herkes kendince haklı belki, “iyi kötü en azından işimiz var, dışarıda işsizlik var” diyor. Ama inanın biz böyle sustukça ne dışarıdaki işsizlik bitecek ne de biz insan gibi çalışıp, insan gibi yaşayabileceğiz. Bizim tek yapmamız gereken fabrikalarımızda, iş yerlerimizde örgütlenmek. Örgütlenmezsek denizde balıktan başka bir şey olmayacağız ve sürekli böyle ahlanıp vahlanacağız.

Çorlu Algida’dan bir işçi

 

Krizin mimarı iktidarda oturanlardır

2018 ve gerisinde hazırlanan planlarla hükümet ve sermayedarları Türkiye'de bir kaos ortamı oluşturdu. Amaç sermayedarların ve hükümeti yönetenlerin menfaatlerini korumaktı. Yıllarca ceplerini ve midelerini doyuranlar, işçilere daha az ücret vermek için anayasa ve kanun tanımazlığı ele aldılar. Asgari ücreti belirlerken aylarca toplantı yapanlar, kendi maaşlarını belirlerken bir saatte meseleye çözüm getiriyorlar. Metal grevlerinde, Asil Çelik grevinde, Midal Kablo örgütlenmesinde ve bir çok iş yerinde iş veren istiyor diye kanunu hukuku anayasayı çiğneyerek destek veriyorlar. Son dönemde yaşananları dış güçlere mal eden cumhurbaşkanı bu planın bizzat baş mimarıdır. İspatı ise şudur: "olağanüstü hali biz iş dünyamız daha rahat çalışsın diye yapıyoruz" diyerek bizzat işçilere karşı patronlara destek verdiğini göstermiştir. O gün sermayedarlara destek veren Erdoğan bugün meyve sebze fiyatları artınca “pkk ile nasıl savaşıyorsak halcilerlede öyle savaşacağız" diyerek yine birilerini terörist ilan etti. Öyle yapmak yerine üreticiye ucuz mazot ucuz gübre kısaca maliyeti düşürseydi bugün tanzim satış mağazaları yerine daha çok istihdam daha çok iş daha çok tüketim, daha az kaos olurdu. Sistem bozuk ve bu sistemin iktidarının da hiçbir şeyi çözmesi mümkün değil. Bu yüzden dünyaya işçi ve emekçileri koruyacak bir düzenin kurulması şart. Bu düzen için İstanbul’da düzenlenen konferansta da söylediğimiz gibi elbetteki 4. ve Komünist enternasyonal ile emperyalizme ve onun iş birlikçilerine karşı omuz omuza mücadele edeceğiz.

Bursa Migros’tan bir depo işçisi

 

Gelecek saldırılara işyeri komiteleri ile hazırlanalım!

Dünya’da süren savaşların yanında yeni savaşların olasılıkları da gelişirken, karşılığında tek tek ülkelerde de ekonomik kriz derinleşiyor. Dünya’nın her yerinde biz işçiler yoksullaştırılıp açlıkla terbiye edilmeye çalışılıyoruz. Krizi yaratan biz değiliz ama bize bedelini ödetmeye çalışıyorlar. Biz buna karşı ne yapmalıyız asıl önemli olan, üzerinde konuşmamız gereken konu bu.

Çalıştığımız işyerlerinde de dünyadaki gelişmelerden farklı şeyler yaşamıyoruz. İşler iyi giderken ufak tefek hataları hafif uyarı ile geçiştirilirken, kriz koşullarında veya işler önceki dönemlere göre düşük olunca vay halimize. Uyarı sistemi karşımıza evraklarıyla geliyor, savunmamız isteniyor ve gözden düştüyseniz sizi tazminatsız çıkarmanın yollarını arıyorlar. Genel müdür ve İnsan Kaynakları tarafından kazanılmış haklarımıza göz dikiliyor, “misafir memnuniyetleri düşük,  patrondan nasıl zam isteyeceğiz” denilerek psikolojik baskı da kuruluyor. Oysa misafir yorumlarına baktığımızda televizyonun bozuk olduğundan, kumandanın çalışmadığından, klimaların bozuk olup odaların çok soğuk olduğundan şikayet ediliyor.

Bahaneleri hiç bitmez ve bunu da “profesyonellik” adıyla yapıyorlar. İşçilerle ilgili hiçbir şikayet olmamasına rağmen yırtık çarşaf, çalışmayan klima ve kumanda da personelden sayılıyor ve bu durum senelik zam ayına gelirken boynumuzu eğmemiz gereken bir hal olarak bizim ayıbımız olarak görülüyor.

Bizim de bu işveren ihtiraslarına karşı takınacak tavrımız olmalı. Patron ve temsilcisi olan işyeri yönetimi şirket çıkarına birlikte çalışırken bizler çalıştığımız işyerlerimizde parça parça olmamalıyız. Önümüzde bir sürü örnek var, Çınar Otel işçileri, Hilton işçileri, Ankara Roma Otel işçileri ve bir sürü deneyim o işçilerin kurdukları işçi komiteleri ile başarıldı. İşçiler çalıştıkları işletmedeki her bölümde komiteler kurarak otelin geneline ulaşabiliyor ve denetleme mekanizması ile hata olasılıklarını da ortadan kaldırıyorlar. Bu örnekler bizlere “biz neden yapamayalım” sorusunu getiriyor. Bize bir şey olmaz dememeli ve çalıştığımız her yerde komitelerimizi kurmalı ve gelebilecek her türlü saldırıya karşı birlikte hareket etmeliyiz.

İstanbul’dan bir turizm işçisi

 

Olan olmuş demeyelim

Gün geçtikçe daha kötü günlere uyanıyoruz. Gün geçtikçe ekonomimiz daha kötüye gidiyor. Bunu en kolay günlük ihtiyaçlarımızı almaya çıktığımızda görebiliyoruz. Ülke her gün daha fazla ekonomik krize girerken biz işçilerin haklarında herhangi bir değişiklik olmuyor. Asgari ücret zammı açlık sınırının biraz üstünde yapıldığı günden daha iki ay geçmesine rağmen bugün aldığımız ücret açlık sınırının altında kaldı. Bütün işçi sınıfı gibi biz turizm işçileri de artan pahalı yaşam koşullarından payımıza düşeni fazlasıyla almaya başladık. Sezonluk çalışan arkadaşlarımız bugün çalıştığı dönemlerde ödeyemeyeceği borçların altına giriyor, 12 ay boyunca çalışan arkadaşlarımız ise daha maaş aldığı günden aya eksi ile başlıyorlar. Evimize en basitinden bir ekmek alabilmek için bile sağdan soldan borç alır duruma düşüyoruz. Hükümetin yaptığı tanzim satışları bile biz işçilerin batan ekonomisini kurtarmaya yetmiyor. Zaten boş olan cüzdan gene boş olarak kalmayıp içinde her birimize borçlarımızın ne kadar çok olduğunu gösteren kartlarla dolu hale gelmeye başladı. Artık hiçbirimiz işten çıktığımızda evimize gitmiyoruz. İşten çıkıp işe gitmeye başladık. Otellerde çalışıp kendi evlerimizi otel gibi sadece yatmaktan yatmaya kullanır hale geldik. Sadece dışarda yaşamaya çalıştığımız hayatlarımız değil. Hergün hazırlanıp gittiğimiz iş yerlerimizde bile koşullarımız gün geçtikte daha kötü hale gelmeye başladı. Asgari ücretlere hergün daha fazla iş yapmamızı bekliyorlar. Mesailere kalıp ücret istememizi haftalık izinlerimizden vazgeçmemizi ister hala geldiler. Hatta bazı yerlerde asgari ücretin bile altında, sigortalı çalışma hakkımızdan vazgeçmemizi bekler hale geldiler. Krizi yaratan patronlar krizin bedelini biz işçilerden çıkarmaya çalışıyorlar. Olan oldu demeyelim. Haklarımız için mücadele etmeye başlamalıyız. Olsa da olur dediğimiz hakkımızı da bugün sahiplenip onun için mücadele etmeliyiz. Bugün en küçük hakkımızı verdiğimizde yarın özlük hakkımızı elimizden almaya çalışacaklar.

Bursa'dan bir turizm işçisi

Bu yazı Gerçek gazetesinin Mart 2019 tarihli 114. sayısında yayınlanmıştır.