1 Mayıs 2015: İşçi sınıfının örgütlü gücüyle direnişten zafere

1 Mayıs’ta bu sene DİSK, KESK, TMMOB ve TTB bir kez daha “Taksim” dedi. Türk-İş Zonguldak’ta, Hak-İş  ve Memur-Sen Konya’da merkezi 1 Mayıs kutlamaları düzenledi.

İşçiden kaçanlar

Hak-İş, temel talebi “sivil anayasa” olan, sendikal kisve altında bir AKP mitingi düzenledi. Türk-İş ise güya madencilerle Zonguldak’ta buluştu. Ancak işin özü; Soma katliamının birinci yıldönümünde madencilerle buluşma bir yana, sadece katillerden değil onlarla işbirliği yapan sarı sendikacılardan da hesap soran Soma’nın maden işçisinden kaçmaktı. Zonguldak’ı fırsat bilerek işçilerden kaçan diğer bir sendika da Türk Metal’di. Renault, Mako, Coşkunöz ve Tofaş’ta başlayan işçi eylemleri Türk Metal’i köşeye sıkıştırmışken, Bursa’nın meydanları “Satılmış Türk Metal!” sloganlarıyla inlerken, Zonguldak kararı sarı sendikacılara ilaç gibi geldi.

Taksim yasağı: Devlet hakem değil hâkim sınıfın baskı aygıtıdır

Tüm baskı ve engellemelere rağmen on binlerce işçi alanları doldurdu. Baskı ve engelleme dediğimizde ilk akla gelen elbette ki Taksim’in yasaklanması. Bu sene devletin fiili olağanüstü hal ilanı, sadece işçileri alana gelmekten alıkoymadı tüm İstanbul halkını da evlerine tıktı. Sendikalar işçileri Taksim’e taşımak konusunda irade göstermedi. Buna rağmen Tuzla tersane işçilerinin sabah erken saatlerde tersanelerde daha sonra da Taksim’e yürümek için Beşiktaş’ta “Taşeron yasaklansın, herkese güvenceli iş.” diyerek gösterdiği duruş bu 1 Mayıs için son derece önemliydi.

Taksim yollarında bir kez daha cumhurbaşkanı ve hükümetin, patronlarla mutabakat halindeki saldırılarına şahit olduk. Bu saldırılarla sadece işçilerin hakları değil devletin yasaları da ayaklar altına alınıyordu. Sadece Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi değil yerel mahkemeler ve Yargıtay da 1 Mayıs’ta Taksim’in yasaklanamayacağına dair kararlar vermişken uygulanan baskı ve şiddetle, devletin yasaları uygulayan bir hakem değil hâkim sınıfın çıkarlarını koruyan bir şiddet aygıtı olduğu bir kez daha çıplak biçimde görüldü.

Taksim dolarsa AKP ve Erdoğan’ın altı boşalır

AKP hükümeti 2013’te kendi zayıflığını gizlemek ve bunu bir güç gösterisi şeklinde yapmak için 2009’dan beri üç yıl üst üste Taksim’de izinli ve kitlesel biçimde düzenlenen 1 Mayıs’ı inşaat bahanesiyle yasaklamıştı. Bu yasağına cevabı Gezi ile başlayan halk isyanı ile aldı. Taksim bir ay sonra yeniden halkındı. Daha sonra AKP hükümeti yine baskı ve şiddetle hem Gezi Parkı’nı hem de Taksim’i adım adım geri aldı ve gösterilere kapattı. Bu sefer Taksim yasağı, Gezi ile başlayan halk isyanı karşısında gücünün yanında meşruiyetini de yitirmeye başlayan, düşerken saldırganlaşan ve otoriterleşen AKP ve Erdoğan’ın iktidarının sembolü oldu. Bu yüzden onca mahkeme kararına ve kamuoyu baskısına rağmen Taksim yasağında diretiyorlar. O kadar zayıfladılar ki meydanı açtıkları anda sadece Taksim’in dolmayacağını iktidarlarının altının da tamamen boşalacağını görüyorlar. Meseleye böyle yaklaştığımızda işçi sınıfının, DİSK ve KESK’in Taksim kararında cisimleşen ısrarının da siyasi anlamını daha iyi kavrayabiliriz. Taksim’de ısrar, işçi düşmanı AKP iktidarına karşı direniştir. İşçilerin katılımı ne kadar az olursa olsun Taksim direnişi; grev yasaklayan, sendikalaşmayı engelleyen, işçileri sefalet ücretlerine mahkûm eden, iş cinayetlerini fıtrat olarak lanse eden işçi düşmanı iktidara karşı bir sınıf direnişidir. Devrimci İşçi Partisi de sınıfın taleplerini, işçilerle birlikte, işçi havzalarında yükseltmenin önemini göz ardı etmeden bu düşünce ile Taksim yolunda, bu sınıf direnişinde yerini almıştır.

Zafer için yıkılması gereken ilk barikat: Zorunlu mesailer

İşçilerin sadece Taksim’e değil Türkiye’nin dört bir yanındaki meydanlara ulaşmasını barikatlardan ve biber gazından önce zorunlu mesailerin engellediğini görmeden, yerli yerinde bir 1 Mayıs değerlendirmesi yapılamaz. Sendikalı işyerlerinde bile 1 Mayıs vesilesi ile mesai dayatmasına karşı gelemeyen ya da işçiyi bu konuda tavır almak üzere örgütleyemeyen bir sendikal hareketin Taksim’i alması da beklenemez.

Taksim siyaseten kapanmıştır, sınıf siyasetiyle açılabilir

Şüphesiz ki direnmek bir gerekliliktir ancak zafer için örgütlülük ve önderlik gerekir. Taksim’e çıkmanın şaşırtmacalarla, askeri planlarla ya da farklı araç gereçlerle mümkün olduğunu düşünenlerin yanıldığını her zaman söylüyoruz. Taksim siyaseten kapanmıştır, sınıf siyasetiyle açılabilir. Grev yasağını işgallerle yırtamadığınızda, Taksim yasağını yırtmanız da mümkün değildir. Sendikaların işçileri Taksim’e taşıyamaması bir lojistik sorun değil sendikal ve siyasal bir sorundur. Grev yasaklandığında fabrikalardaki ateşi söndürmek için itfaiyecilik yapan eski sendika lideri, şimdinin CHP milletvekillerinin peşinden ancak Beşiktaş’ta basın açıklaması yapılır. Her alanda zafer için, işçi sınıfı masaya yumruğunu vurmalı, tüm burjuva partilerinden koparak bağımsız bir siyasi güç olarak hareket edebilmelidir.

İşçi sınıfı Taksim’e arka kapıdan girmeyecek

Kimisi başarılı, kimisi ümitsiz manevra ve taktiklerle polisle köşe kapmaca oyununu kazanmak için kurnazlıklar peşinde koşmak yerine fabrikalarda örgütlenmenin esas olduğunu görebiliyoruz. Çünkü işçi sınıfı fabrikalardaki patron boyunduruğunu kırıp tüm örgütlülüğüyle alanlara çıktığında, yasal haklarını fiili mücadeleyle koruyup genişlettiğinde ve nihayet siyaset sahnesinde kendi sınıf talepleriyle boy gösterdiğinde Taksim’e de kalabalıklarını taşıyabilecek en geniş ve düz yoldan girecektir.