Gebze’de iki gün: Sermayenin istibdadı ve işçinin gücü

Levent köşe

Gebze’de üç fabrika Özer Elektrik, Baldur Süspansiyon ve HSK Systemair… Üçünde de işçiler sendikalaştıkları için işten atıldılar, ücretsiz izne çıkarıldılar. Fabrikada kalan işçiler baskı altına alındı, sendikadan istifa etmeye zorlandı. Bu fabrikalarda sendikal faaliyetin kırılması için yasadışı şekilde taşeron işçi çalıştırıldı, çalıştırılıyor. Anayasa, İş Kanunu hatta Ceza Kanunu, AİHM ve İLO sözleşmeleri hepsi işçinin yanında. Ama işçiler dışarıda, sokakta, işsiz bırakılmış ya da ücretsiz izinle 1.170 liraya mahkûm edilmiş durumda. Hâl böyleyken işçiler, fabrika önünde sürdürdükleri direnişi duymayan kulaklar duysun, görmeyen gözler görsün diye Ankara yoluna düştü. Sonrası malûm. Polis barikatı, kalkanı, copu, gözaltısı…

109 işçinin gözaltına alındığı günün sonunda Gebzeli metal işçileri bize yapılan bu muameleyi asla unutmayacağız diyordu. Herkes neyin ne olduğunun farkında. Ne valinin pandemi bahanelerini takan ne de polislerin “biz emir kuluyuz” türünden özürlerini kabul eden var… Metal işçisi o günü unutmayacak. Ama tüm Türkiye de orada yaşananları bilmeli. Öyle oluyor ki meselenin içinde yaşayanlar için tartışma götürmez apaçık gerçekler dışarıdan bakana farklı görünebiliyor. Mesela birileri  Kocaeli Valiliğinin işçilerinin Ankara yürüyüşünü gerçekten pandemi koşulları dolayısıyla yasakladığını düşünüyor olabilir. O gün orada olanlar için pandemi ile ilgili olan bir şey varsa o da valilik ve polis eliyle uygulanan bir çeşit biyo-terördür.

Ayrıntı gibi görünebilir ama önemli. Kocaeli Valiliği, İl Hıfzıssıhha Kurulunun pandemiyle mücadele kararlarından bahsetse de bu kurulun bir ay boyunca toplantı ve gösteri yürüyüşlerin yasaklanmasına yönelik ne bir kararı ne de bir tavsiyesi vardır. Valiliğin resmi yasaklama yazısında da İl Hıfzıssıhha Kuruluna bir referans yoktur. Valilik, işçiler yürüyüş kararı alır almaz hemen bunun nasıl önüne geçerim diye düşünmüş, yasaklama kararı almış, pandemiyi de bu karara gerekçe yapmıştır. Pandemi diye bir dertleri yoktur. Nitekim, işçiler Birleşik Metal-İş Gebze şubesi önünde toplandığında işçileri sosyal mesafe diye uyaran polis, kalkanlarla işçileri dar bir alana sıkıştırmıştır. Sonra işçilerin kaldırımdan bir iki adım yola taşmasını bahane edip “yolu kapatmayın” diye saldırmıştır. Ancak güya açık kalsın diye işçilere saldırdıkları yolu başka işçiler desteğe gelmesin diye kendileri saatlerce trafiğe kapatmıştır. Daha sonra işçiler toplu gözaltına alındığında da Kocaeli Valiliğinin işçileri maruz bıraktığı korona banyosu, 20’şerli gruplarla tıkıştırıldıkları minibüslerde ve Gebze İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde geçen saatler boyunca sürmüştür.

Peki işçilerin yürüyüşüne izin verilseydi ne olacaktı? İşçiler açık havada mesafeli bir biçimde, üstelik trafik de kapanmadan yürüyecek ve hiçbir sorun olmayacaktı. Ama bu yürüyüşün kendisi başka bir sebeple Gebze’de büyük bir sorundu. Patronların sendikalaşmaya karşı tüm yasaları çiğneyen pervasızlığının, fabrikalarda her gün daha fazla kontrolden çıkan pandeminin, fabrikalardan gelen korona pozitif haberlerinin yanında ölüm haberlerinin de artmaya başlaması işçiyi adeta barut fıçısına döndürmüş durumda. Telaşları işçilerin hakkının yenmesinden, salgın hastalığa yakalanmasından, ölmesinden değil… İktidar, Avrupa’nın tedarik zincirlerinde Çin’in yerini alacağız dedi ya, Gebze’nin işçileri yerli ve yabancı sermayeye ucuz ve örgütsüz köleler olarak sunulacak, fabrikalar ölümüne çalışacak!

Gebze’de yaşanan bu yüzden bir sınıf savaşıydı. Mesela toplu gözaltı için saldırdıkları anın zamanlaması bu açıdan çok kritik. İşçiler barikata yüklendiği için falan saldırmadılar. Tam tersine oturma eylemi başlamıştı. Barikata dokunan yoktu. Ama sendika tarafından alınan başka bir karar ortalığı karıştırdı. Fabrikaların orta vardiyaları çıktıkları gibi alana gelecekti. Gelen işçilere ve alana müdahale olursa Gebze’deki tüm fabrikalarda şalter inecekti. Polis şefleri adeta çıldırdı. Telaştan ne yapacaklarını şaşırdı. Bir polis şefi, bu kararı işçilere duyuran Birleşik Metal-İş Gebze Şubesi Başkanı Selçuk Çifci’ye “sen provokatörsün” diye bağırıyordu. İşçiler de aynıyla polis şefine… Ancak acizlikten ve korkaklıktan kaynaklanabilecek bir acımasızlıkla işçiye saldırdılar. Orta vardiyaların saati gelmeden herkes gözaltına alındı. Ve aynı hızla bir saat içinde bir sonraki gün yürüyüş için gerekli iznin verileceğine dair söylentiler duyulmaya başladı.

Devletin kağıt üstünde kalan, bizzat devlet tarafından ayaklar altında çiğnenen yasalarının karşısında, sınıf mücadelesinin yasası yürürlükteydi. İşçinin üretimden gelen gücü, işte o gücün kendisi değil sadece sözü bile her şeyi belirlemişti. Ertesi gün yürüyüş yapıldı. Sonra Ankara’da gerekli yerlere dosyalar verildi. Oralardan bir şey çıkacağı yok. Ama Gebze’nin metal işçileri hakkını hangi güçle ve nasıl alacağını biliyor. O günü kimse unutmayacak! Sadece yapılan zulmü değil. İşçinin gücü karşısında nasıl korktuklarını da… Ve o şalterler iner dediğimizde neler olduğunu ve gerçekten indirdiğimizde neler olabileceğini de…

 

Bu yazının kısa bir versiyonu Gerçek gazetesinin Aralık 2020 tarihli 135. sayısında yayınlanmıştır.