İstanbul Diş Hekimleri Odası savaşa karşı toplandı

21 Ocak 2015 Perşembe günü, Harbiye Yılmaz Manisalı Salonu’nda İDO (İstanbul Diş Hekimleri Odası) Birlik Grubu toplantısı yapıldı. Toplantı konusu AKP hükümetinin savaş politikaları ve bu politikalara karşı hekimlerin rolü ne olmalıdır sorusuydu. Birlik Grubu içerisinde sol, sosyalist unsurları taşısa da liberal, ulusalcı eğilimleri de barındıran bir yapı. Ancak uzunca bir süredir sosyalist unsurların ağırlığının olduğunu söylemek gerekir. Özellikle son dönemde Erdoğan’ın ve AKP’nin savaş politikaları karşısında barışı savunan bir bildiri yayımlayan İDO, hakaret içerikli, saldırgan tepkilerle karşılaştı.

 

İDO meşru mu?

Toplantıda tartışma esnasında ortaya konulan fikirler arasında büyük bir açı farkı olmasa da, ortak kararlar alınacak düzeyde bir birleşme olmadığı ortada. Yani aslında pek de “birlik” grubu olmayı becerememiş bir yapı var. Barışa dair birçok güzel konuşma yapıldı ancak eleştirilmesi gereken noktalar da var. Üyelerden birisi “meslek odalarının siyasetlerin arka bahçesi gibi görüldüğü, son süreçte çok sert açıklamalar yapmanın İDO üyeleri arasında bir meşruiyet kaybı yarattığı” temelinde bir fikir ortaya koydu. Bir diğer üye ise barış bildirisinin İDO ismiyle değil de Birlik Grubu ismiyle imzalanması gerektiği, İDO imzası atılmasının bütün üyeleri temsil etmediği gerekçesiyle doğru olmadığını belirtti.

Birlik Grubu, son seçimlere grup olarak katılmış ve yapılan seçim sonrası yönetimi kazanmıştır. Seçilmiş yönetimin İDO olarak bir bildiriye imza atmasından daha doğal ne olabilir? Üstelik imza atılan bildiri, hükümetin savaş politikalarına karşı çıkan, barışın sağlanmasını isteyen bir bildiri. Bundan daha doğal ne olabilir? Birlik Grubu yönetimde olmasaydı dahi, barış isteyen bu bildiri için yönetim organlarına taban inisiyatifi geliştirip baskı yapmak da barış savunucusu hekimlerin temel görevlerinden biridir.

 

Yaşanan savaş ve hekimlerin pozisyonu

Meşruiyet, meslek haklarını mücadele yoluyla savunarak sağlanabilir. İDO için bu haklar nelerdir? Sağlığı ticari alan olmaktan çıkaran yasalar için mücadeledir, hekimlerin ucuz iş gücü olarak “sağlık merkezleri”nde çalıştırılmasına karşı mücadeledir, hasta-hekim ilişkisini yurttaş hakları temelinden çıkartıp iki emekçiyi karşı karşıya getiren performans yasalarına karşı mücadeledir. Meşruiyet aynı zamanda savaşın sorumlularının açıkça hedef alınmasından gelmektedir. Kürt halkına yapılan saldırıların sorumlusu Erdoğan ve AKP’dir. Mesleğini icra edip halka yardım ederken vurulup öldürülen meslektaşlarımızın kaybının sorumlusu da Erdoğan ve AKP’dir. Hastaneleri kışlaya çevirip, sonra PKK hastane yaktı diyerek ucuz propaganda yapan da Erdoğan ve AKP’dir. Meşruiyet, bu gerçekleri görerek ve katliamların faillerine karşı çıkarak sağlanabilir.

Bugün bu kanlı savaşı yürüten AKP aynı zamanda bir sermaye partisidir. Bunu 2002 yılından bu yana sürdürdüğü iktidarı boyunca ceplerini doldurduğu patronlara dayanarak söylüyoruz, “bir tek yüzüğüm var” diyerek atıldığı siyaset arenasında servet sahibi olanlara dayanarak söylüyoruz. Eğitimden, sağlığa neredeyse bütün kamu alanlarını sermayeye peşkeş çeken hükümet politikalarına dayanarak söylüyoruz. Dolayısıyla da hekimleri savaşa karşı pozisyonu, “Sağlığı satan da, Kürt halkını vuran da AKP hükümetidir, onu yıkana kadar da mücadeleye devam edeceğiz” olmalıdır.

AKP sendikalara, meslek odalarına, barolara baskı yapıyor. Nedeni çok açık:  bu kurumlar bir meşruiyet temsil ediyor ve etki alanları onca baskıya rağmen hâlâ geniş, toplumun söylediklerine kulak kabarttığıkurumlar. İşte tam da bu durumda dört elle mücadeleye sarılmak gerek. Sağlık ile birlikte tüm kamu hizmetlerinin sermayenin kontrolüne girmesine karşı mücadele ile Kürt halkına uygulanan saldırılara, katliamlara karşı mücadeleyi birleştiren bir hatta ilerlemek gerekiyor.