Gerçek gazetesi okur toplantısı: Sınıfın gündemi ve emperyalizme, sermayeye, istibdada karşı mücadele

Gerçek okur toplantısı

Gerçek gazetesinin Ekim ayı okur toplantısı geniş bir katılım ve canlı tartışmalarla DİP İstanbul bürosunda gerçekleşti. Gündem tartışmaları her zaman olduğu gibi farklı sektör ve fabrikalardan işçilerin, emekçilerin ve gençlerin kaynaştığı kahvaltı eşliğinde yapılan sohbetlerle başladı.  Daha sonra Gerçek’in 109. sayısı ile ilgili bir sunum yapıldı.

McKinsey’den Brunson’a emperyalist zillet

Devrimci İşçi Partisi İstanbul örgütü, Gerçek gazetesi hazırlanırken McKinsey anlaşmasını protesto etmek için şirketin Levent’teki merkezinin önünde bir eylem yapmış ve “Türkiye işçi sınıfı bu zilleti kabul etmez” demişti.  Aylık yayınlanan gazetemizin “Ya zillet ya hürriyet!” başlığı ile matbaadan çıktığı gün Erdoğan bir açıklama yaparak söz konusu anlaşmanın iptal edileceğinin işaretini verdi. Gerçek’in başyazısı, Türkiye’nin karşı karşıya bırakıldığı zilletin McKinsey anlaşmasından ibaret olmadığını zaten söylüyordu. Daha sonra yine internet sitesinden yayınlanan “McKinsey anlaşması iptal edildi ama zillet sona ermedi!” başlıklı yazı da bu düşünceyi şu sözlerle savunmaktaydı: “Erdoğan ve iktidarı, Türkiye’yi borç kölesi haline getirdiler ve şimdi para bulabilmek için, yeni borçları faizleri ile birlikte ödeyeceklerine dair emperyalist merkezlere güvence vermek zorunda hissediyorlar. Cargill işçileri gözaltına alınırken, Cargill patronunun öteki Amerikan tekelleriyle birlikte sarayda ağırlanması zillettir! Devletin para politikasını Merkez Bankası bağımsızlığı adı altında Wall Street’in, Londra City’nin akbabalarının iradesine teslim etmesi zillettir! Metal işçileri büyük çoğunluğu yabancı sermaye şirketleri olan patronlara karşı grev yaparken hükümetin grevi yasaklaması zillettir!”

Nitekim Erdoğan ve istibdad rejimi millete yeni bir zilleti, Rahip Brunson davasında emperyalizme teslim olarak yaşattı. Emperyalizme teslimiyetin kaynağında kapitalist ekonomi ve sermayenin hakimiyeti bulunuyor. Yapılan sunumda bu gerçeğin altı çizildi. Erdoğan’ın piyasa ekonomisine bağlılık yeminleri etmesinin emperyalizme teslimiyeti doğurduğu vurgulandı. Emperyalizme, istibdada ve sermayeye karşı mücadelenin iç içe geçtiği bir dönemde sermayeden ve onun partilerinden medet ummadan işçi sınıfının bağımsız siyasetinde ısrar etmenin tek çıkar yol olduğu savunuldu.

İşçi sınıfının gündemini Türkiye’nin gündemi yapalım

Gerçek’in fabrikalardan haberler sayfalarında, işçilerin yazdıkları haber ve yorumlarda da tüm bunları görmenin mümkün olduğu söylenen sunumda Devrimci İşçi Partisi’nin ana hedefinin işçi sınıfının gündemini Türkiye’nin gündemi haline getirmek ve siyaset sahnesinde işçi sınıfının bağımsız bir güç haline gelmesini sağlamak olduğu vurgulandı. Çünkü emperyalizmin, istibdadın ve sermayenin oluşturduğu gerici cepheyi yenebilecek yegâne güç işçi sınıfının saflarında bulunuyor.

Devrimci İşçi Partisi yüzde 99’un partisidir

Devrimci İşçi Partisi, AKP’nin karşısına burjuva muhalefet partilerinden toplama bir yüzde 51 çıkartmaya çalışmıyor. Biz yüzde 99’uz diyerek hangi partiye oy vermiş olursa olsun işçi ve emekçileri kendi sınıfsal talepleri etrafında sermayeye, emperyalizme ve istibdada karşı örgütlemeye çalışıyor. Özellikle fabrikalardan yapılan katkılar da bu çizginin doğruluğunu pekiştiren bir tablo sunuyor. Çünkü fabrikalarda işçiler arasında, ekonomik krizle çığ gibi büyüyen bir hoşnutsuzluk var. İktidarın politikaları da bu hoşnutsuzluk ve öfkeden fazlasıyla nasibini alıyor. Ancak CHP ya da başka bir burjuva partisi, işçiler nezdinde bir alternatif oluşturmaktan çok uzak. İşçi yoldaşlarımızın verdiği örnekler de işçi mücadeleleri sırasında CHP’nin ve diğer patron partilerinin işçileri nasıl yüzüstü bıraktıkları ve patronların çıkarlarını savundukları üzerine yoğunlaşıyor.

Che Guevara’nın, Denzlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin yolu nasıl zafere ulaşır?

Bu açıdan gazetemizin son sayısında Che Guevara’nın ölüm yıldönümü vesilesiyle yazılan yazılar da çok önemli bir yere oturuyor. Che Guevara ve onun yolunda giden Denizler, Sinanlar, Mahirler ve İbrahimler gibi 1968 gençliğinin devrimci önderlerinin mücadelesinin ele alındığı yazılar bizlere sermayeye ve emperyalizme karşı uzlaşmaz bir kavganın öncü örneklerini sunuyor. Elbette ki bugün görevimiz bu önderlerin de amaçladığı gibi işçi sınıfının mücadelesini zafere ulaştırmak. Onların yolu dağları dolanan sarp bir yoldu. Bugün bizim yolumuz ise fabrikalardan ve emekçi mahallelerinden geçiyor. Bu yolun zafere ulaşması da onlar gibi kararlı ve adanmış olmaktan, hatalardan ders çıkarmaktan ve bu temelde devrimci bir işçi sınıfı partisini hem Türkiye’de hem de dünyada inşa etmekten geçiyor.

Örgütlenme, örgütlenme, örgütlenme!

Partimizin Gebze’deki bürosunun 28 Ekim’de açılacağının duyurulduğu son konuşmanın vurgusu da bu doğrultuda oldu. Gebze’den, Kocaeli’den, Bursa’da, Çorlu’dan hangi fabrikadan olursa olsun sorunların hep ortaklaştığını çözümün de aynı şekilde ortak olduğunu söyleyen yoldaşımız örgütlenme, örgütlenme, örgütlenme diye tekrar ederek tüm işçi ve emekçilere çağrıda bulundu: “Sendikasız işyerlerine sendika sokalım, sarı sendikalarda bürokrasiye karşı işçinin iradesini yükseltelim, sendikasız yerlerde dahi eldeki tüm olanaklarla duruma en uygun örgütlenme biçimlerini yaratalım ve nihayet partimizde örgütlenelim! İşçi sınıfı olarak ancak örgütlü olursak kazanabiliriz!”