Adalar Kent Konseyi’nden Trotskiy’in Yolu etkinliği

İstanbul Adalar Kent Konseyi geçtiğimiz haftasonu Büyükada’daki merkezinde Trotskiy’in Yolu adlı bir etkinlik düzenledi. Trotskiy’in Büyükada’ya yerleşmesinin 92. ve Meksika’da Stalinist bürokrasinin bir ajanı tarafından katlinin 81. yılında bu büyük devrimciyi anmayı amaçlayan etkinlik, aynı zamanda adada çalışmalarını sürdüren ressam Gülhan’ın Trotskiy’i konu alan eserlerinden oluşan sergisinin de açılışıydı.

Etkinliğin ilk günü, Masis Kürkçügil, Gülhan ve Ali Rıza Tura, Adalar Kent Konseyi Başkanı İskender Özturanlı’nın yöneticiliğinde Trotskiy’in Ekim Devrimi’nin önderliğinden Stalinist bürokrasi tarafından katledilmeye uzanan yaşam öyküsünün farklı boyutlarını katılımcılara aktardılar. İlk sözü alan Gülhan, sergideki eserleriyle ilgili bilgiler verdi. Trotskiy’in gittiği yerleri titizlikle sıralayan ve Trotskiy’in mücadele içerisinde çizdiği rotayı görselleştiren çalışması, sanatçının Trotskiy’in mülteciliğine vurgu yaptığı, "hiçbir mezarın sahibinin kendi mezar taşında yazanları belirleyemediği" fikrinden yola çıkarak Trotskiy’in kullandığı tüm adları, onları kullandığı döneme ait fotoğraflarla veren çalışması ve diğerleri, görülmeye değer. Tümü 27 Ağustos’a kadar Adalar Kent Konseyi bahçesinde ziyaret edilebilir. 

Etkinlikte konuşan Masis Kürkçügil, Trotskiy’in yaşamının dört yılını Büyükada’da geçirdiğini ve burada en önemli eserlerinden Rus Devrim Tarihi’ni yazdığını, ayrıca o dönemde yükselen Nazizmi de Büyükada’da tahlil ettiğini aktardı. Ali Rıza Tura ise Trotskiy’in bir aydın olarak sanatla münasebetine dikkat çekerken, Trotskiy’in tüm sanatsal faaliyetlere özgürlük tanınması gerektiğini savunduğunu, bunun yeni toplumun kurulmasında Trotskiy için önemli bir husus olduğunu belirtti. Tura’ya göre, Trotskiy etkinlik sırasında aramızda olsa, önce Gülhan’ın işlerine bakar, onlarla derinden ilgilenir, sonrasında da eserleri üzerine bir değerlendirme kaleme alırdı. 

İkinci gün ise Can Erdursun’un rehberliğinde Kent Konseyi’nden hareket eden katılımcılar, Trotskiy’in Büyükada’da ikamet ettiği sürede yaşadığı iki mekânı (birinin, yıkıldıktan sonra eski plana uygun olarak yeniden yapılmışını) ziyaret ederek Erdursun ve mimar Korhan Gümüş’ün konuyla ilgili aktarımlarını dinleme fırsatı buldular. Kafilenin ilk durağı, Trotskiy’in adada bugün de herkesçe “Troçki Evi” olarak bilinen ikinci evine kıyasla çok daha az tanınan ilk evi, Arap İzzet Paşa Köşkü oldu. Erdursun, 1980’lerde yıkılarak aslına benzer şekilde yeniden inşa edilen köşkte Trotskiy’in üç yıl ikamet ettiğini ve tuttuğu dev levrek balığı ile çekilen ünlü fotoğrafın da bu evin (şimdilerde ünlü bir film yapımcısı tarafından halka kapatılan) sahilinde çekildiğini, ayrıca eserlerini ve tarihi değerdeki belgelerini camdan atarak kurtardığı yangının da bu evde yaşandığını belirtti. Erdursun’a göre, Büyükada’da herkesçe bilinen ve açıkçası sokak ile bağlantısından dolayı çok daha kolay bulunabilecek olan ikinci evinde (Yanaros Köşkü) Trotskiy sadece bir yıl kadar kalmıştı. Con Paşa Köşkü’nün sokağında bulunan bu ev, kafilenin ikinci durağı oldu. Geçtiğimiz yıllarda İstanbul Bienali’nde bir yerleştirmeye mekân olan bu ev, şu an harabe durumunda ve son söylentilere bakılırsa Türkiyeli zengin bir aile tarafından satın alınmış bulunuyor. 

Adalar Kent Konseyi’nin bu yıl düzenlediği bu etkinlik türünde bir ilk. Türkiye ve İstanbul bugüne kadar 20. yüzyıl dünya tarihinin en etkili şahsiyetlerinden biri, bir devrimci, Marksist teorisyen ve her alanda kalem oynatan bir aydın olan Trotskiy İstanbul’da yaşamamış gibi yaptı. Oysa, mesela Beyoğlu’nda bir Garibaldi Evi var. 19. yüzyılın İtalyan burjuva devriminin önderlerinden Giuseppe Garibaldi, genç yaşında İstanbul’da üç yıl kaldığında bir İtalyan İşçi Cemiyeti kurmuş. Onun anısına kurulmuş olan Garibaldi Evi İstanbul’un tarihi zenginliğinin bir işaretidir. Bir Trotskiy Evi, bir Trotskiy Müzesi bundan çok daha önemli bir kültürel zenginlik getirecektir İstanbul’a.

Adalar Kent Konseyi’ni bu girişimi için kutlamak, bu tür faaliyetlerin gelecekte daha da zenginleştirilerek ve çeşitlendirilerek sürdürülmesini teşvik etmek ve bütün bu çalışmaların, aynen Meksika’daki Trotskiy Müze Evi gibi bir kurumla taçlandırılmasını planlamak gerekiyor.