Zor yoldan öğrenmek

Yerel seçimlerin sonuçları özellikle Gezi ile başlayan halk isyanından sonra gönlü solda olan birçok insan için ağır bir düş kırıklığı yarattı. Bu çevrelerde yoksul ve emekçi halka karşı saldırganlık, hatta aşağılama yaygın bir sendrom. Bu insanların bu hale gelmesinde sosyalist solun partilerinin büyük suçu var. Devrimci İşçi Partisi olarak biz neredeyse 17 Aralık’tan beri ısrarla seçimin bu krize bir çözüm olamayacağını söylüyoruz. Bunun en az dört nedeni var ve bu dört nedeni bütün bu üç buçuk ay boyunca döne döne anlatmaya çalıştık. Şimdi bunlara kısa kısa bakalım.

1) Zamanlama sorunu: Politikada zamanlama işin esasındandır. Tayyip Erdoğan 17 Aralık’tan itibaren görülmemiş bir kriz içine girdi. İki an çok büyük önem taşıyordu:17 Aralık’ı izleyen haftalar ve Bilal ile paraları saklama konusunda yaptığı telefon konuşmalarının sızması. Bu ikincisinde AKP dışında neredeyse bütün öteki siyasi partilerin hükümeti istifaya çağırmış olması krizin ne kadar derin olduğunun nesnel bir göstergesi olarak düşünülebilir. Bütün bu anlarda sol seçimler için hazırlık yapıyor ve olayları bir cemaatin, bir AKP’nin yönüne bakarak bir tenis maçı gibi izliyordu.

Devrimci İşçi Partisi, Ocak başında sosyalist solda yer alan partilere ve Kürt hareketine bir “Açık Mektup” yollayarak bu durum hakkında şöyle diyordu:

Kısacası, Türkiye yolunu arıyor. Bugün arıyor. 30 Mart’ta değil. Bugün dikkatimizi seçime değil, Türkiye’nin içinden geçtiği büyük sarsıntıya bir çıkış yolu aramaya vermemiz gerekiyor. Oysa sosyalist hareket de, Kürt hareketi de gözlerini 30 Mart’a dikmiş, bugün olan bitenle ilgilenmiyor. Sosyalist hareket ve Kürt hareketi olan biteni tenis maçı seyreder gibi izlemekten vazgeçmelidir. Olayların seyircisi değil aktörü haline gelebilmek için bir an evvel harekete geçmemiz gerekiyor. (Vurgular aslında)

Gerçekgazetesi Ocak sayısında şöyle yazıyordu:

Politikada zamanlama belirleyicidir. Tayyip Erdoğan şimdi zayıftır. Rakibiniz zayıfken ona kredi açar gibi 30 Mart’a randevu vermek politikanın abecesine aykırıdır. “Git gücünü konsolide et, öyle gel” demektir!

Yaklaşık bir ay sonra Şubat başında ise Gerçek gazetesinde aynı konuda şöyle deniyordu:

DİP krizin evrimi içinde zamanlamaya belirleyici bir rol atfediyor. 17 Aralık krizinin en derin anlarından geçtiği bir evrede solun 30 Mart seçimlerine hazırlıkla oyalanarak Erdoğan’ı halk güçlerinin devirmesi için mücadele etmemesini büyük bir hata olarak görüyor. Asıl önemli mesele, solun sadece seçim düşünüyor olmasından da çok, bugünkü krize 17 Aralık’tan üç buçuk, bugünden iki ay sonraki bir seçimle çözüm aramasıdır.

2) Savaş alanının seçimi: Savaşta ve politikada karşı tarafın güçlü olduğu alanda çatışmaya girmek yerine onun zayıf olduğu alanları seçmek esastır. Seçimlerin Tayyip Erdoğan’ın en güçlü olduğu alan olduğu son 20 yılda tescil edilmiştir. Gerçek gazetesi Ocak başında şöyle yazıyordu:

Ayrıca, ortada çok açık bir şey var: Tayyip Erdoğan’ın zor tuttuğunu söylediği yüzde 50 siyasi bakımdan pasif, ideolojik bakımdan uyuşturulmuş bir kitledir. Durgun bir ortamda seçime gidildiği takdirde, bu kitlenin önemli bir bölümünün Erdoğan’a oy vermeye devam etmesi mümkündür. Yani sandık strateji düzeyine yükseltildiğinde başarısızlık bir olasılıktır. (…) halk kitlelerinin bir bölümü nezdinde hâlâ popüler olan bir liderin isyan ve yolsuzluk dolayısıyla yaşadığı güç kaybını değerlendirmek yerine, mücadeleyi burjuvazinin sandık alanında vermeye yönelmek, onun zayıf olduğu yerde değil güçlü olduğu alanda savaş vermektir, yani politika sanatının abecesinden kopmaktır.

Mesele Tayyip Erdoğan’ın seçimlerde güçlü olması ile de sınırlı değildir. Seçim sandığı paranın gücüne dayanan, eşitsiz, aldatıcı bir propagandanın bombardımanı sonucunda kitlelerin yalıtılmış biçimde karşı karşıya kaldığı bir siyasi durum olduğu için böyle dönemlerde en hayırlı sonucu vermez. Gerçek Şubat sayısında bir tarihi deneyimi hatırlatıyordu:

DİP Erdoğan’ın, içinden geçtiği çok zorlu krizi atlatabilirse seçimlerden göreli olarak başarılı çıkması olasılığının küçümsenmemesi gerektiğini de vurguluyor. Fransa’da sadece öğrenci ayaklanmalarının değil, o aşamaya kadar tarihin gördüğü en büyük genel grevin ve yaygın fabrika işgallerinin de damgasını taşıyan 1968 Mayıs-Haziran döneminde Almanya’ya bir NATO üssüne kaçmak zorunda kalan cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün olaylar yatıştıktan sonra yapılan seçimleri açık bir farkla kazanmasını tarihi örnek olarak hatırlatıyor.

Ayrıca Türkiye’nin yakın döneminde yaşanan bir başka deneyime de değiniyordu Gerçek aynı sayıda başyazısında. Daha dokuz ay önce Gezi olayları devam ederken Erdoğan’ın referandum önerdiği hatırlatılıyordu:

Yıkılmanın eşiğine gelen AKP hükümeti ne dedi? Sandık! Yolsuzluğa, rüşvete batmış iktidarını aklamak. Bunun için de halkın isyanını, itinayla siyasetin dışına atılmış, borç batağına sokulmuş, hayat gailesinden kafasını kaldıramaz hale getirilerek iradesizleştirilmiş yığınların ölümcül ataletinde boğmak için!

3) Krizin karakteri ile seçimin orantısızlığı: DİP aynı zamanda devletin bütün organlarıyla krize girdiğini vurguluyordu. Bu tespit, seçimden hemen önce sızan ve Süleyman Şah Türbesi’nin Suriye’ye savaş açılması amacıyla kullanılmasının tartışıldığı ses kasetinde devlet yetkililerinin birbirlerine söyledikleriyle bütünüyle doğrulanmıştır. İşte bu devlet krizi dolayısıyla Gerçek, Ocak sayısında bir yazısının başlığını şöyle atıyordu: “Devlet krizine seçim çözüm olmaz!” Bu yazıda devlet krizinin unsurları sayıldıktan sonra şöyle deniyordu:

Bu gerçekleri yadsımak biraz zor. Solun en azından bazı bileşenleri zaten krizin derinliğini vurgulamaktan kaçınmıyor. Hatta “sistem krizde” diyenler, halk demokrasisi programlarını ileri sürenler var. Ama ne tuhaftır, bu kriz tahlilleri ve halk demokrasisi önerilerinden solun pratikte çıkarabildiği tek sonuç, 30 Mart yerel seçimlerinde AKP’yi yenilgiye uğratmak gerektiği! Eskiden sol devrimi hiç olmazsa söylem düzeyinde ciddiye alırdı. Şimdi söylem de geride bırakılmış! Kimse devrim ve sokakla ilgilenmiyor. Varsa yoksa seçim sandığı!

4) Seçimde gerçek bir alternatifin yokluğu: Nihayet DİP bütün bu dönem boyunca Erdoğan’a karşı önerilen alternatifin ABD büyükelçisinin koçluğunda oluşturulmuş bir “Amerikan muhalefeti” olduğunu, bu muhalaefetin koşullar uygun olduğu takdirde AKP’ye bile karşı olmadığını döne döne vurguladı. “Açık Mektup”ta şöyle deniyordu:

Sosyalist arkadaşlar, yurtsever hevaller, bize CHP’den hayır gelmez! Sadece CHP’nin ittifakı kabul etmediği koşullarda ya da sadece CHP’nin sağ adaylar gösterdiği yerlerde aday göstererek hiçbir yere gidemeyiz. CHP bugün ABD-TÜSİAD-TUSKON-cemaat-Sarıgül bileşimi temelinde, yüzünü geleneksel merkez sağa, hatta faşizme dönerek, Abdullah Gül’e ve AKP içinde Erdoğan ile anlaşamayabilecek öteki unsurlara göz dikerek yürüyor. CHP’den ne Türkiye’nin işçi sınıfına, ne de ezilen Kürt halkına hayır gelir!

DİP’in alternatifi

DİP seçimlerin karşısında soyut bir şey söylemiyordu. Bütün argümanını (Gerçek’in Ocak sayısından alınan aşağıdaki pasajda söylendiği gibi) şu somut noktaya dayandırıyordu:

Bu ülke daha altı ay önce bir halk isyanı yaşamasa idi, bu ruh durumunu anlamak biraz daha kolay olurdu. Ama bugün yaşanan büyük krizin arka planında zaten Gezi ile başlayan halk isyanı var. İktidar blokunun dağılması doğrudan doğruya bunun ürünü. Öyleyse, yapılacak şey açıktır. Sosyalist sol güçlerini birleştirmeli, forumlara yeniden hayat üflemeli, kitleleri bağımsız bir platform zemininde harekete geçirmeli, forum hareketini işçi sınıfına doğru seferber etmeli, iki tarafı ortak bir mücadelede buluşturmalı, Kürt hareketi ile diyaloga girişerek Erdoğan’la yürümenin Kürt hareketi için ne mümkün ne de hayırlı olduğunun artık ortaya çıkmış olduğuna hevallerimizi ikna etmeli, kısacası ülkenin kaderini halk isyanını oluşturan güçlerin ele almasının yolunu döşemeli ve cepheyi genişletmelidir.

Şubat sayısı ise durumu şöyle anlatıyordu:

Bir bütün olarak bu analiz temelinde DİP 17 Aralık operasyonu öncesinde seçimler için bir “İsyan Cephesi” önermiştir. Bu cephenin anlamı halk isyanının güçlerini yine halk isyanının talepleri etrafında canlı tutmak ve konsolide etmek, böylece Erdoğan’ın karşısında işçi sınıfı ve Kürt halkı ekseninde toplumun bütün diri unsurları üzerinde yükselen bir siyasi odak oluşturmaktır. Yani bu formülde seçim, isyanın ve yarının olası devrimci durumunun bir sıçrama tahtası olarak ele alınmıştır.

Ama 17 Aralık’tan itibaren başlayan derin kriz bu yaklaşımı da geçersiz kılmıştır. Gezi ile başlayan halk isyanı Erdoğan’ın düşüşünü bir olasılık haline getirmişti. İçinden geçmekte olduğumuz, doğrudan doğruya Gezi’nin kışkırttığı devlet krizi, bunu somut bir ihtimal yapmıştır. Öyleyse, mücadelenin bu evresinde seçimlere boğulmak işçi sınıfının ve ezilenlerin düşmanı bir siyasi odağı tarihin çöplüğüne havale etme görevini yerine getirmekten kaçınmaktır. Bu durumda DİP halk isyanının bağrında yer almış bütün siyasi güçlere bir ortak mücadele cephesi öneriyor. Bu amaçla sosyalist hareketlere ve Kürt hareketine bir “Açık Mektup” yazmıştır. (Vurgu aslında)

Parlamentarizm illetini sosyalizmin saflarından kovalım!

Yukarıda ortaya konulan berrak akıl yürütme sosyalist solun saflarında kabul görseydi, üç buçuk ay boyunca yüreği solda olan insanlara başka bir mesaj taşınmış, başka cepheler kurulmuş, başka işler yapılmış olurdu. Erdoğan düşürülemese bile, şimdi yaşanan halk düşmanlığı ve demoralizasyon yaşanmazdı.

Biliyoruz, onun için ısrarla yazacağız. Şimdi bu seçimin düş kırıklığı hafifleyince solda cumhurbaşkanlığı seçimi saplantısı başlayacak. Bari zor yoldan olsa da şimdi hayatın deneyiminden öğrenelim! Ve başka işler yapalım.