Zincirsiz Kurucu Meclis: Demokrasiyi burjuvaziye rağmen ve ona karşı savunmak

Referandum sonuçları resmileşmiş olsa da halkın nezdinde meşruiyet kazanmış değil. Her türlü baskıya, eşitsiz koşullara ve istibdad cephesinin devlet olanaklarını suistimal etmesine rağmen seçmenin en az yarısının hayır iradesi gösterdiği ortada. Ne var ki iktidar referanduma sunulan Anayasa değişikliklerini uygulamaya koymakta herhangi bir tereddüt göstermiyor. Uygulama biçimi ise perşembenin gelişini çarşambadan belli ediyor. 

Örneğin istibdad cephesi referandum sonuçları ile ilgili olarak yargıyı baskı altında tuttu, sokaklarda barışçıl protestolarda bulunanları gözaltına aldı, savcılar "evet sonucunu meşru kabul etmemek" gibi suçlar icat etti. Açıkça ortada ki istibdad, burjuva demokrasisi sınırları içinde dahi bir meşruiyet elde etme kaygısını taşımıyor, "atı alan Üsküdar'ı geçti" ifadesinde cisimleşen bir politika ile kendi programını kitlelere dayatıyor. Hâl böyle iken "hayır bitmedi" demek yetmiyor. Hayır iradesinin istibdad dayatmasına karşı bir siyasal programda karşılık bulması gerekiyor. Bu noktada Kurucu Meclis talebi, bu programın temel direğini oluşturmak üzere çok önemli bir yerde duruyor. 

2019 aymazlığı

Türkiye'de "meclis etkisizleştiriliyor", "yargı iktidara bağlanıyor", "diktatörlük geliyor", vb. iddialarla sandığa gidip hayır oyu verme çağrısı yaptıktan sonra ve onca tartışmanın ardından bugün çıkıp hükümsüz bir meclis, iktidara bağlı bir yargı ve diktatörlük koşulları altında 2019 seçimlerine hazırlanmanın iler tutar hiçbir yanının olmadığı ortada. CHP bunu yapıyor. Çünkü bir sermaye partisi olarak kurulu sermaye düzenine bağlılığı, istibdada olan karşıtlığına ağır basıyor. 

Dönüp dolaşıp her seferinde CHP'den medet uman; işçi ve emekçilerin çıkarlarına dayalı bir program ortaya koymak yerine CHP'yle HDP'yi birleştirme projesine bel bağlayan sosyalist solun ise "hayır bitmedi" sloganını tekrarlamak dışında yapacağı bir şeyi kalmıyor. Örneğin ÖDP Genel Başkanı Alper Taş'ın 16 Nisan'ı "YSK eliyle sivil darbe" olarak tanımlayıp, sonunda meseleyi 2019 yerel seçimlerinde "AKP'nin yereldeki hegemonyasını kırma" hedefine bağlaması son derece çarpıcı ve çelişkili. Deniz Baykal'ın “hayır kampı”na aday bulma çabasıyla Alper Taş’ın "yerel yönetimleri demokratikleştirecek ve piyasalaştırmaktan kurtaracak" ortak adaylar bulma perspektifi arasında niteliksel bir fark yok. Bütün bunlara bir de Kılıçdaroğlu’nun, Meral Akşener, Sinan Oğan veya Saadet Partisi gibi “müttefik”lerini kattınız mı, alın size bir siyasi çorba!

Ya zincirsiz Kurucu Meclis ya 16 Nisan'ın tekrarı 

Hangi söylem ve biçim altında olursa olsun 2019 seçimlerine (yerel ya da genel/başkanlık) hazırlanmayı önüne koymak, istibdadın dayatmasını sineye çekmektir. Çünkü meclis işlevsizdir. Yargı bağımlıdır. Medya tek sesli hale gelmiştir. Siyaset zincire vurulmuştur. İstibdad giderek yükselmektedir ve bu koşullar devam ederse 2019'a kadar meclis daha da işlevsizleşecek, yargı daha da bağımlı olacak, medya daha da kullaşacak, siyasette ise 16 Nisan'dan daha eşit ve özgür bir seçim ortamı hiçbir zaman sağlanmayacaktır. Dolayısıyla mücadelenin hedefi 16 Nisan'ın daha beter tekrarlarında oy peşinde koşmak, aday arayışına girmek değil, 18 yaşında olmaktan başka bir kısıtlamanın olmadığı, barajsız, OHAL'siz, zincirsiz bir Kurucu Meclis seçimi olmalıdır.

“Hayır bitmedi” ise Kurucu Meclis savunulmalıdır

Referandumda hayır demenin bugün doğal sonucu Kurucu Meclis'i savunmaktır. Kurucu Meclis'in biçim olarak bir parlamento olduğu, genel oyla seçileceği, bu anlamda da burjuva demokrasisinin bir unsuru olduğu açıktır. Eğer burjuva demokrasisi ve onun kurumları işçi sınıfı için önemsiz idiyse referandumda hayır demenin bir önemi de yoktur. Referandumda hayır demek, diyenin siyasi konumundan bağımsız olarak en temelde burjuva demokrasisini burjuvazinin kendisine karşı savunmak anlamına gelmiştir. 

Zincirsiz Kurucu Meclis için mücadele bir sınıf mücadelesidir 

Evet, burjuvazi kendi demokrasisini yok etmektedir. Çünkü kârlarına ölesiye bağlıdır. İşçi sınıfından ise ölümüne korkmaktadır. Öyle ki, TÜSİAD'ın 16 Nisan'da yayınladığı muhtırada da açıkça görülebileceği gibi, evet de çıksa hayır da çıksa derdi kendi sınıfsal çıkarlarının gerçekleşmesidir. Burjuvazi açısından kendi programı uygulandıktan sonra bunun demokratik ya da otoriter biçimler altında gerçekleşecek olması ikincil önemdedir. Son tahlilde bir maliyet meselesidir. 

İşçi sınıfı ve emekçiler ise burjuvazi kadar rahat olamaz. Bugün burjuvazi için bir maliyet hesabına indirgenmiş olan demokrasi sorunu, söz gelimi grev hakkını kullanmadan açlık sınırının üzerinde yaşayamayacak olan işçi sınıfı için bir hayat memat meselesidir. O yüzden bugün burjuvaziye rağmen ve ona karşı savunulacak bir Kurucu Meclis'in sürükleyici öznesi de hiç şüphesiz ki işçi sınıfı ve emekçiler olmak zorundadır. 

İşçiler ve emekçiler, çıkarlarını daha sağlam temellerde savunabilecekleri bir yeni demokratik rejim için mücadeleye girdiklerinde ise nerede duracakları ancak bir güç dengesi meselesidir. Bu mücadele ivme kazandıkça, Kurucu Meclis talebinin yanı sıra başka talepler gündeme gelecektir. Güç dengesi belirli bir noktaya ulaştığında ise artık işçi sınıfının emekçi kitlelerin desteğinde bir iktidarı, bir işçi-emekçi hükümeti esas hedef halini alacaktır.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2017 tarihli 93. sayısında yayınlanmıştır.