“Yüzbaşı silahı suratıma dayadığında yanıldığımı anladım”

“Yüzbaşı silahı suratıma dayadığında yanıldığımı anladım”

20. yüzyılın ilk yarısında yaşamış, “filozof” olarak bilinen, Sakallı Celal olarak anılan bir aydınımız vardır. Bu şahsiyet başka neler yapmış, neler söylemiş kimseler bilmez ama bir sözü vardır ki günümüzde bile ağızdan ağıza dolaşıyor: “Bu kadar cehalet ancak okumakla olur!”

Okumaktan mıdır nedendir, şimdilik önemli değil, ona birazdan döneriz. Ama 1990’lı ve 2000’li yıllar Türkiye’de tam bir cehalet çağıydı. Toplumların aklı soldadır, aynen yüreğinin de olduğu gibi. Memlekette 1960’lı ve 1970’li yıllarda çok güçlenmiş bir sol ve ona eşlik eden bir sosyalizm düşüncesi vardı. Ama 1980 askeri darbesinin yarattığı çölde sol liberalizm denen düşünsel teslimiyet bayrağı sola hâkim olunca sadece sol budalalaşmadı, Türkiye düşünce dünyası yoksullaştı.

Liberalizm, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra yeni bir çağ açmıştı: “Küreselleşme”. Burjuva hatipler konferanslara “Bismillah” der gibi “Küreselleşme Çağı” diye başlamıyor muydu, bizim sol liberallerimiz de her cümlelerinin önüne “küreselleşme”yi yerleştiriyordu. Emperyalizm bitmişti, ulus devlet bitmişti, sınırların önemi yoktu, dünya bir “küresel köy”e dönmüştü ve de bütün bunlar “kaçınılmaz”dı. Dünya “Washington Konsensüsü” adı verilen çifte liberalizmle yönetiliyordu. Hem ekonomik liberalizm hem siyasi liberalizm. ABD darbe yaptırmazdı. İşte konumuza geldik.

Tarih bilimi bu ahvaldeydi. Kutsal coğrafya ise Avrupa Birliği (AB) olmuştu. İki dünya savaşının esas nedeni olan bu kıta, dünyayı sömürgecilikle tarumar etmiş olan bu uygarlık, aniden bir peri değneği ile barış, demokrasi, sosyal adalet cenneti oluvermişti. Demokrasi’nin yuvası AB’nin kapısında bir Türkiye. Madem “küreselleşme” kaçınılmaz, öyleyse Türkiye de AB’den kopamaz. O zaman “artık darbe olmaz”!

Bütün bunlar konuşulurken 28 Şubat 1997 muhtırası verildi. 28 Şubat kendini gizleyen darbe ya (“Silahsız Kuvvetler” vb.), liberaller dönemi “olmaaaz, darbe olmaz” diye geçiştirdiler. Daha 28 Şubat gelmeden önce dil dökmeye başladık, solun çoğunluğunu 12 Mart tipi bir askeri müdahale yaşandığına inandıramadık! Her şey olup bittikten, askeri müdahale ile hükümet devrildikten sonra “postmodern darbe” dediler, uyduruk ve içeriksiz bir kavramla. “Postmodern darbe” diyenler “darbe olmaaaz” demeye de devam ettiler. Sol liberalizm düşünsel namusun da fırlatılıp atılmasıydı çünkü.

2007 cumhurbaşkanlığı seçiminden altı ay önce “Nisan ayında Türkiye’de askeri müdahale olabilir” dedik. Hiç kimse tınmadı. Nisan geldi. 27 Nisan’da akşam vakti, muhtemelen içkili bir Genelkurmay Başkanı tarihin ilk “sanal muhtırası”nı verdi. “Darbe olmaaaz” korosu renk vermedi. Ne de olsa başarısız olmuştu muhtıra.

On yıl daha böyle gittiler. 15 Temmuz 2016 gecesi meclis bombalandı! 

Dürüst liberal binde bir çıkar. Bu da eski solcu ama ötekiler gibi hâlâ sol numarası yapmıyor. Gazeteci Murat Yetkin yeni çıkan Oksijen gazetesinde yayınlanan bir röportajında o gece için “Yüzbaşı silahı yüzüme dayadığında yanıldığımı anladım” demiş! Daha berrak ne olabilir? Ölümle karşılaştığınızda hurafe işe yaramaz!

Dört yıl daha geçti. “Şimdi ne anlatacaksın, yine darbe mi oldu?” demeyin lütfen! “Küreselleşme”nin öteki adı neydi? “Washington Konsensüsü”! Konsensüs’ün kalbinde, Washington’da yaşanan darbeden söz ediyoruz.

“Emperyalizm bitti, küreselleşme başladı, artık darbe olmaaaz” diyenler, ABD ve AB darbeye izin vermez demek istiyorlardı. Şimdi Washington’da bile darbe olduğunu görünce ne diyorlar? Yazacaklar mı susacaklar mı? Merakla bekliyoruz. Bizim ne dediğimizi Gerçek okurları bilirler. Biz şaşırmadık, çünkü Marksizm insanı şaşırtmaz. Biz şaşırmak bir yana darbeyi bekliyorduk! Ama “darbe olmaaaz”cılar?

Sakallı Celal yaşıyor olsaydı, mutlaka eklerdi: “Bu kadar cehalet, ancak Marksizmi terk edip liberal olmakla olur!”