Uluslararası İsmail Beşikçi sempozyumu Ankara’da yapıldı

Sosyolog/yazar İsmail Beşikçi ile dayanışma ve Türkiye’de ifade özgürlüğü savunmak adına Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi’nin düzenlemiş olduğu “İsmail Beşikçi ve Türkiye’de İfade Özgürlüğü” başlıklı uluslar arası sempozyum 17 Eylül’de Ankara’da yapıldı.

Tek bir güne sığdırılma zorunluluğundan dolayı çok yoğun ve sıkı programa karşın başından sonuna değin salonu ağzına kadar dolduracak, hatta taşıracak kadar ciddi katılımın olduğu sempozyum, son derece nitelikli sunumlarla tarihe ciddi bir not düşmüş oldu. Zira Beşikçi için bugüne kadar yapılmış o kadar az benzer çalışma var ki.

Sempozyumdaki sunumların hemen hepsinde Beşikçi’nin bir bilim insanı olarak kimliğinden, akademik dünyada vermiş olduğu mücadeleye, siyasal hareketleri de etkilemiş ve etkilemekte olan bir düşünür ve yazar olarak serüveninden,  bir düşünce suçu “sanığı” olarak yargılamalar sırasındaki duruşu  ve nihayet Beşikçi’nin insan olarak kişilik özelliklerine; erdemliliğine, sabrına, kararlılığına,  tevazuuna ve kibarlığına vurgular yapıldı.

Açılış konuşmasını değerli akademisyen/yazar Fikret Başkaya’nın, sunuculuğunu ise  Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi’nin sözcüsü Mahmut Konuk’un yaptığı sempozyum;  yazar/düşünür   Noam Chomsky ve  Uluslararası PEN Yayıncılar Birliği başkanı Hans-Lukas Kieser’in video mesajları ve Uluslararası Af Örgütü sözcüsü Andrew Gardner’ın Türkiye İnsan Hakları  Raporu özeti ile başladı.

İsmail Beşikçi Olayı: İfade Özgürlüğünde Geri Mi Dönüyoruz?” başlıklı yazar Sibel Özbudun’un moderatörlüğünü yaptığı panelde Emily Butselaar (yazar ve “Index on Censorship” adlı kuruluşun editörü) , Beşikçi’nin avukatı hukukçu Levent Kanat  ve akademisyen ve yakın zamanda İletişim Yayınları tarafından yayınlanmış olan İsmail Beşikçi kitabının editörü Barış Ünlü genel olarak Beşikçi’nin yazar ve akademisyen ve düşünce özgürlüğü sanığı olarak yaşadıkları anlatıldı. Bu panelin tanığı olarak  İsmail Beşikçi dinlendi ve yine olanca  tevazuu ile kendinden bahsetmek yerine ifade özgürlüğü üzerine konuşmayı tercih etti.

“İfade Özgürlüğü, Yargı ve Hukuk” konulu panelde ise Öztürk Türkdoğan’ın moderatörlüğünde “Article 19” düşünce özgürlüğü ile ilgili çalışmalar yapan kuruluşun  hukuk ve politika bölümü sorumlusu  Barbora Bukovská, yazar Temel Demirer ve DİP kurucu üyesi yoldaşımız Şiar Rişvanoğlu Türkiye’de ifade özgürlüğünü, yargı ve hukukun durumunu değerlendirdi. Yoldaşımız Şiar Rişvanoğlu sözüne Hrant Dink Ödülü’nün örneğin KCK davaları ya da bedel ödeyen onca insan varken, anti-komünist, Beyaz Kürtlerin dostu, AKP destekçisi liberal Ahmet Altan’a verilmiş olmasının ifade özgürlüğü mağdurları cephesinden ne kada zavallı durumda bulunduğumuzu çok iyi yansıttığını söyleyerek başladı ve hukukun ve yargının sınıflar mücadelesinden bağımsız düşünülemeyeceğine ilişkin bir değerlendirme yaptı. Bu bağlamda anayasa başta olmak üzere burjuva hukuku üzerinden yapılacak hiçbir tartışmanın işçi sınıfı, Kürtler ve ezilenler tarafından bir karşılığının olmadığını, bu cephenin hukukla ilişkisinin sadece onu teşhir etmek olduğunu söyledi. Gerek yoldaşımız,  gerekse Temel Demirer sınıf mücadelesi ve toplumsal mücadalelerle desteklenmeyen hukuk mücadelesinin güdük kalacağını, bu konuda tarihsel olarak en önemli ışığın Marksizm tarafından tutulmuş olduğunu ve bu izlekten gidilmesi gerektiğine ilişkin vurgular yaptı. Bu panelin tanığı ise Amed (Diyarbakır) Sur İlçesi’nin belediye başkanı Abdullah Demirbaş’tı. KCK sanığı olan,  son derece riskli ve ancak yurtdışında tedavi olanağı olan bir hastalığın mağduru olduğu halde yurtdışı yasağı yüzünden bu tedaviyi gerçekleştiremeyen Demirbaş bir eğitimci ve bir Kürt politikacı olarak yaşadıklarını aktardı.

“İfade Özgürlüğü, Akademi, Kültür, Sanat ve Edebiyat” başlıklı panelin moderatörü müzisyen/insan hakları savunucusu  Şanar Yurdatapan,  konuşmacıları ise Annie Game (“IFEX”, Düşünce Özgürlüğü Topluluğu’nun başkanı )  Kürt Sorunu’na ilişkin çalışmaları bulunan ve bu yüzden profesör olduğu halde ODTÜ yönetimi tarafından uzaklaştırılan akademisyen/yazar Mesut Yeğen  ve yine Dilovası’ndaki öldürücü çevre kirliliğini teşhir ettiği için saldırılara maruz kalan akademisyen Onur Hamzaoğlu  idi.  Gerek akademi dünyasında, gerekse kültür ve sanat çevrelerinde yaşanan ifade özgürlüğü ihlalleri, sansür ve otosansür mekanizmaları örnekleri ile ortaya kondu.

Tanık müzisyen ve İbrahim Kaypakkaya ile ilgili söylediği sözler nedeniyle 10 ay hapis cezasına çarptırılmış olan Pınar Sağ ise sanat   dünyasında yaşadığı deneyimleri aktardı.

“İfade Özgürlüğü, Medya, Sosyal Medya”  başlıklı panelde de akademisyen Kerem Altıparmak moderatörlük yaptı. Eliza Young (“Freedom House” kuruluşunun basın  raportörü), yakın zamanda programına Leyla Zana’yı çıkarmak istediği için NTV’den atılan yayıncı Banu Güven  ve gazeteci/yazar Kemal Göktaş, gazeteci ve programcıların farklı ve aykırı düşüncelerini ifade ettiklerinde  medya dünyasında nasıl karşılandığını anlattı. Bu panelin tanığı Express dergisi yazarı  İrfan Aktan ise bir haberden dolayı almış olduğu hapis cezasını ve Kürt bir gazeteci olarak yaşadıklarını aktardı.

Son olarak yazar Sait Çetinoğlu’nun moderatörlüğünde BDP eşbaşkanı Gültan Kışanak, İHD onursal başkanı Akın Birdal, Perî yayınlarının sahibi yayıncı Ahmet Önal ve Türkiye’nin en uzun süre cezaevi yatan(21 yıl) siyasi mahkumu Nevin Berktaş, katılımcılarla  Beşikçi ve ifade özgürlüğü üzerine düşüncelerini paylaştı.

Sempozyum, akedemisyen Yücel Demirer’in nihai değerlendirmesi ve Beşikçi’nin Kürt sorunu konusunda Batı üniversitelerinin, aydınlarının ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi hukuk kurumlarının ikiyüzlülüğüne vurgu yapan konuşması ile sona erdi.

Sempozyuma ilişkin dikkat çekici başka bir olgu ise; ana akım medyanın dışında kalan sol/muhalif yayın organlarında bile haber değeri bulamaması  oldu. Beşikçi gibi sadece bu ülkede değil, tüm dünyada ifade özgürlüğünün simgesi haline gelmiş tarihsel bir figür ile ilgili yapılan hem de uluslar arası bir organizasyon, ertesi günkü Gündem, Birgün ve Evrensel  gazetelerinde haber dahi olamamıştı. Bu durumu, eleştirel tavrını bir an olsun elden bırakmamış Beşikçi’ye ana akım medya tarafından uygulanan bir sansür mekanizması olarak düşününce durum anlaşılabilir, ama bu sansürün sol/sosyalist basında da karşılık bulması ciddi anlamda değerlendirilmesi  gereken bir durum.