Tartışılmayan ihtimal: Kontrollü darbe yok, birden fazla cunta var!

TBMM'de 15 Temmuz darbe girişimi raporunun açıklanması ve darbe davalarının birbiri ardına görüşülmeye başlanmasıyla kafalar aydınlanmak yerine daha da çok karıştı. İddianamelerde, TBMM raporunda, MİT raporunda ve Hulusi Akar'ın yazılı olarak TBMM komisyonuna gönderdiği yazıda yer alan çelişkiler, boşluklar, tutarsızlıklar uzunca bir süredir CHP Genel Başkanı ve geniş çevreler tarafından dillendirilen “kontrollü darbe” tartışmasını doruğa çıkardı.

Kontrollü darbe tezi bazen açıkça bazen de ima yoluyla MİT ve Genelkurmayın darbe girişimini önceden bildiğini ve bilerek önlemediğini, 03:00 için planlanan darbenin öne çektirildiğini ve böylece kolayca bastırılarak Erdoğan ve AKP iktidarının bir sivil darbe yapmasına olanak sağlandığını ileri sürüyor. Kontrollü darbe tezinin en önemli dayanakları, 14:20'de Binbaşı O.K.'nın MİT'e gelerek ihbarda bulunması, Hulusi Akar'ın aldıkları önlemlerle, darbecilerin darbeyi erkene çekmesini sağladıklarını açıklaması, Erdoğan'ın darbe girişimini “Allah'ın bir lütfu” olarak değerlendirmesi gibi olgulardır. Daha pek çok açıklanmaya muhtaç nokta da söz konusu tezin daha yüksek sesle ifade edilmesine neden oluyor.

Kontrollü darbe tezinin karşısında ise iktidara yakın çevreler var. Ama bu tezi savunanları FETÖ ile paralel konuşmakla suçlamak, 15 Temmuz'da yaşanan vahşeti gündeme getirmek, bu tartışmaların şehitlerin anısına saygısızlık olduğunu savunmak dışında hiçbir akla yatkın açıklama getirebilmiş değiller.

Ancak biraz daha yakından bakıldığında bu tartışmanın her iki tarafının da gerçeği yansıtmadığı görülüyor. Olguların, söylenenler kadar söylenmeyenlerin ve başka bir şey söylemek isterken farkında olmadan ikrar edilen bazı hususların işaret ettiği bir üçüncü seçenek var. O da bizim en başından beri savunduğumuz gibi darbe girişiminde cuntanın kendi içinden bölünmesi ya da birden fazla cuntanın var olmasıdır.

1. MİT ve Genelkurmayın darbe girişiminden erken saatte haberi olmuştur

TBMM'ye sunulan MİT raporunda, Binbaşı O.K.'nın MİT yerleşkesine saat 14:20'de geldiği, 15:30'da görüşmeye alındığı ve “bu görüşmede MİT müsteşarına saldırı olacağı bilgisinin verildiği” belirtilmiştir. Hulusi Akar'ın ifadesinden ve başka tutanaklardan, Kara Havacılık Okulundan üç helikopterin Hakan Fidan'ı kaçırmakla görevlendirildiği öğrenilmektedir. MİT ve Genelkurmay’ın daha sonra kendilerini “bize darbe ihbarı değil MİT'e saldırı ihbarı geldi” diyerek savunması gülünçtür. Ama daha çok da düşündürücüdür. Zira üç askeri helikopterle MİT'e yönelik operasyon yapıldıktan ve MİT müsteşarı kaçırıldıktan sonra ülkede sivil iktidarın mevcut haliyle süreceğini düşünmek saflık olurdu. Ne MİT ne de generaller saf değildir!

2. Darbegirişimi ihbarından hükümet ve Cumhurbaşkanı haberdar edilmemiştir

MİT ve Genelkurmayın ağız birliği ederek bize “darbe ihbarı değil MİT'e saldırı ihbarı geldi” savunması yapmasının nedeni açıktır. MİT ve Genelkurmay, darbe ihbarı alır almaz bunu bağlı oldukları Başbakanlığa ve Cumhurbaşkanlığına bildirmek zorundadır. Bunun aksi düşünülemez zira her darbe mevcut iktidara karşı yapılır. Bu bilgiyi iktidara ulaştırmayanların darbe girişiminin içinde yer aldığına dair şüphe oluşması kaçınılmazdır. Nitekim Başbakan Binali Yıldırım darbe girişiminden bir hafta sonra ATV ve A Haber ortak yayınındaki röportajında MİT ve Genelkurmay'a neden haber vermediklerini sorduğunu ancak “tatmin edici bir cevap alamadığını” söylemiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise darbe girişimini eniştesinden duyduğunu ifade ederek Binali Yıldırım'ı doğrulamıştır. Ayrıca, bu vesileyle Hulusi Akar’ın görevden alınıp alınmayacağı sorulduğunda, “dere geçilirken at değiştirilmez” demiştir. MİT müsteşarı her şey başladıktan, Boğaz köprüsü kapatılıp uçaklar uçmaya başladıktan sonra saat 22:03'te Cumhurbaşkanı’nın korumasını arayıp olası bir saldırıya karşı tedbirlerinin olup olmadığını sormuştur.

3. Gözden kaçan ayrıntı: MİT müsteşarı neden Genelkurmaya gitti?

MİT darbe ihbarı aldıktan sonra Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler'i haberdar etmiştir. Önce MİT müsteşar yardımcısı, sonra MİT müsteşarı Genelkurmaya gitmiştir. Burada gözden kaçan büyük bir çelişki var. MİT'e gelen ihbarda askeri helikopterlerin kullanılacağı bir operasyondan bahsediliyor. Bunun açıkça bir darbe girişimine delalet ettiği kuşku götürmez. Peki, Hakan Fidan ve MİT bu girişimin içinde kimlerin olduğunu, darbe girişiminde Genelkurmay'ın yer almadığını nereden bilmektedir? Hakan Fidan, Genelkurmaya bağlı helikopterlerin kendisini almaya hazırlandığına dair bir ihbar almıştır, ancak Genelkurmayın kendisine yönelik bir tasarrufu olmayacağından o kadar emindir ki kendi ayağıyla saat 18:00'de Genelkurmay karargahına gitmiştir. Belli ki darbe süreci ile ilgili Genelkurmay ve MİT arasında 15 Temmuz öncesine uzanan bir mesai mevcuttur. “Devletin iki kurumunun birlikte hareket etmesinden doğal olan ne olabilir” denebilir. Ancak eğer mesele o kadar doğal olsaydı, devletin hükümeti haberdar edilirdi. Dolayısıyla sözünü ettiğimiz mesainin de hükümetin bilgisi dâhilinde yürümediği düşüncesi doğmaktadır. Nitekim Hakan Fidan ve Hulusi Akar'ın Özel Kuvvetler Komutanlığında bir gün önce 14 Temmuz'da buluştuğu gece yarısına kadara baş başa görüştüğü biliniyor. Üstelik bu görüşme her zaman cuma günü biten ve 15 Temmuz'da yapılması gereken Özel Kuvvetler Kursu'nun, söylenene göre Hulusi Akar'ın programı dolayısıyla 14 Temmuz'a alınmasıyla Perşembe günü gerçekleşiyor.

4. Alınan önlemler ciddi hiçbir şeyi önlememiştir

MİT ve Genelkurmay gelen ihbarı değerlendirdikten sonra üç önlem almıştır. Bunlardan ilki askeri uçuşların iptal edilmesi, havadaki uçak ve helikopterlerin üslerine dönmesidir. İkincisi bir darbe değerlendirmesi yapıldığının kanıtı olacak şekilde Etimesgut Zırhlı Birlikler Komutanlığından tankların çıkışının engellenmesidir. Üçüncüsü ise, Binbaşı O.K.'nın ihbarında adı geçen Kara Havacılık Okuluna gidilerek “personel konuları” ve uçuşlarla ilgili gereken her türlü tedbirin alınması. Bu önlemler kapsamında Hulusi Akar, Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak'ı, yanında gerekirse tutuklama yapmak üzere askeri savcı ile birlikte Kara Havacılık Okuluna göndermiştir. Ancak savcı nedense kışlaya girmeden geri gönderilmiştir. Salih Zeki Çolak gittiğinde Kara Havacılık Komutanı Tümgeneral Hakan Atınç'a ihbarcı Binbaşı O.K.'yı ve şüpheli helikopter pilotu Deniz Aldemir'i sormuştur. İfadelerden aynı gün bu görüşmelerden sonra Kara Kuvvetleri Komutanı’nın yeni alınan yük helikopterleri ile ilgili olarak her nasıl oluyorsa aynı Deniz Aldemir'den brifing aldığını öğreniyoruz. Ne bir tutuklama ne de başka somut bir önlem alınmadan Kara Kuvvetleri Komutanı Hulusi Akar'ı arayıp durumun sakin, hangar kapaklarının kapalı olduğunu bildirmiş ve Kara Havacılık Okulundan saat 21:25'te ayrılarak Genelkurmaya hareket etmiştir. O hareket etmeden önce saat 20:30'da Yurtta Sulh Konseyi tarafından darbenin emri verilmiştir; hareket ettikten sonra ise helikopterler kalkıp Ankara'yı bombalamıştır. 21:30'da İstanbul'da askerler yol kesip kimlik sormaya başlamış, Emniyet Müdürlüğüne sıkıyönetim ilan edildiği bildirilmiş durumdadır. Kara Kuvvetleri Komutanı Genelkurmaya varmadan 21:45 itibariyle F-16'ların alçaktan uçuşları başlamıştır. 22:35 itibariyle ise, iki helikopter Ankara Yenimahalle'deki MİT binasını vurmaya başlamıştır. Yani önlemlerin önlediği pek bir şey yoktur. Zaten alındığı söylenen önlemlerin de pek de bir şeyleri önleyecek cinsten olmadığı daha sonra Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı'nın"TSK'da kriz ve olağanüstü durumlarda ilk haber alınır alınmaz 'personel kışlayı terk etmesin' emri verilir. Birlik komutanları kışlalarında mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz 2016'da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır. Uygulansaydı darbe girişimi baştan açığa çıkardı" ifadesinden de anlamaktayız.

Darbe girişiminin engellenmesi mi? Cuntalar savaşı mı?

Türkiye tarihindeki darbelerde birden fazla cuntanın varlığı ya da cunta içindeki çekişme ve ayrışmalar ilk defa yaşanmamaktadır. 27 Mayıs sonrasında Milli Birlik Komitesi içindeki ayrışma ve tasfiyeler, Albay Talat Aydemir'in iki defa darbeye teşebbüs etmesi, 12 Mart'a giderken başarısızlığa uğrayan 9 Mart cuntası bunların en bilinen örnekleri. 15 Temmuz'da da mutlaka araştırılıp soruşturulması gereken bu olasılık her durumda göz ardı edilmekte, adeta üstü kapatılmaktadır. Darbeyi hükümete ve Cumhurbaşkanı’na haber vermeyen, boşluklara ve tutarsızlıklara ilişkin sadece Binali Yıldırım'ı değil kimseyi tatmin edecek yanıtlar üretememiş olan Genelkurmay ve MİT'in, mahkemelerde ifade vermemiş olması, darbe komisyonuna ise bu komisyon çalışmalarını bitirdikten, genel olarak da iddianameler hazırlandıktan sonra bilgi vermesi manidardır. Genelkurmay ve MİT'in şu ana kadarki tutumu olayları aydınlatmaya çalışan bir tavrı değil, olaylarda kendilerinin oynadığı rolü gizlemek üzere ağız birliği etmiş bir savunma yapma tutumunu yansıtmaktadır. Bu da söz konusu kurumların olası bir emir-komuta zinciri çerçevesinde bir darbe içinde yer almış olabileceği ihtimalini düşündürmektedir. Alındığı söylenen önlemlerin, bir darbe girişimini ezmekten ziyade inisiyatif almaya çalışan rakip bir cuntayı ekarte etmeye yönelik olduğuna dair ciddi şüpheler oluşmaktadır. ABD ve NATO'nun darbe girişimindeki rolünün itina ile iddianamelerin, raporların ve hatta tartışmaların dışında tutulması da bu şüpheleri güçlendirmektedir. Kontrollü darbe tezi de, 15 Temmuz darbesinin asker ve sivil el ele bastırıldığı bir demokrasi destanı gibi sunmak da gerçeklere ulaşmamızı sağlamıyor. En önemlisi de Türkiye'nin karşı karşıya olduğu yeni bir NATO'cu Amerikancı darbe tehlikesinin üzerini örtüyor.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2017 tarihli 93. sayısında yayınlanmıştır.