Tahrir’den Taksim’e

MKC köşe

Ekonomik krizin de etkisiyle sadece ülkemizde değil neredeyse bütün dünyada muhafazakârlığın, milliyetçiliğin ve giderek ırkçılığın arttığı gözle görülür bir olgu artık. Ama işin tuhaflığı, kendisine “sol” diyen bazı partilerin bile kimi zaman yok “ulusalcıyız”, kimi zaman yok “yurtseveriz” söylemleri altında benzer bir düşünceyi şu ya da bu biçimde benimsemelerinde yatıyor. Bu durum Schopenhauer'ın "...dünyada gurur duyabileceği hiçbir şeyi kalmayan zavallı bir adam son çareye, ait olmakla gurur duyduğu ulusa uzatır elini; burada kendine gelir ve artık, şükran içinde ulusa özgü tüm hataları ve aptallıkları, dişiyle tırnağıyla savunmaya hazırdır" ifadesine pek bir uygun düşüyor. Zira “proletaryaya elveda” diyerek sosyalizmden, işçi sınıfından, devrimden, enternasyonalizmden umudunu kesen çevrelerin gideceği yer bellidir zaten.

Ama dikkat edelim. Dünyanın birçok yerinde işçi ve emekçiler ayaklanmış durumda. Cezayir, Sudan, Irak, Lübnan, geçmişi mücadelelerle dolu Latin Amerika ülkelerinden Şili ve Ekvador. Bolivya’da darbeye direnen geniş bir yoksul halk kesimi. Avrupa’da sarı yelekliler. Aslında dünyanın yarısı neredeyse ayakta.

Peki ülkemizde ne oluyor? Aslında bu noktada hiç de kötümser olmamak gerekir, nitekim iktidar cephesi içerisindeki çelişkiler yoğunlaşıyor. İktidar bu çelişkileri görünmez kılmaya ve özellikle dış politikada milliyetçi ve saldırgan tavırlara girişerek gücünü kaybetmemeye çalışıyor. Barış Pınarı harekâtı bunun en son örneklerinden. Bu noktada muhalefet olması beklenen partiler iktidara hiç çekinmeden destek oluyor. AKP’den CHP’ye ve İYİ partisine kadar bütün bu burjuva partilerinin aslında devletin bir parçası olduğunu bu vesileyle daha iyi görüyoruz.

Ancak kimi sol partiler görmek istemese bile, işçi ve emekçilerden gelen bir hareketlenme de giderek daha görünür olmaya başlıyor. Soma işçileri, metal işçileri, belediye işçileri birçok yerde direniş ve isyan bayrağını yükseltmeye devam ediyor. Ekonomik krizin, giderek daha fazla yoksullaşmanın, işsizliğin etkileri arttıkça hem bu türden hareketlerin daha fazla artacağını hem de iktidarın dış politikadaki milliyetçi politikalarla kendi iç çelişkilerini artık örtemeyeceğini söylemek mümkün.

Dolayısıyla şunu görmenin zamanı geldi de geçiyor: Artık sosyalistler, kendisine sosyal demokrat bile diyemeyen, neo-liberal politikalara yandaş, sosyal bir hukuk devletini bile savunmaktan aciz, milliyetçi söylemlere boğazına kadar batmış partilerden kendilerini ayrıştırmak, bu partilerin oy potansiyeli olmaktan çıkmak ve bu partileri bir kurtuluş aracı olarak görmekten vazgeçmek zorundadır. Ancak bu yolla iktidarın içerisindeki çatlaklardan ve çelişkilerden, kapitalizmin yarattığı yıkımdan yararlanmak, bir birleşik emek cephesi oluşturmak ve işçi sınıfını devrim için örgütlemek mümkün olacaktır.

Tüm dünyada devrim dalgası yükselirken, devletin bir parçası olan partilerle yürüyerek bir yere varılamaz. Taksim ancak bu yolla bir Tahrir olabilir. Eğer niyetiniz varsa. Yoksa, tarih zaten bunu size anlatacaktır.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Aralık 2019 tarihli 123. sayısında yayınlanmıştır.