“Şimdiden sınıfı hazırlamak için kollarımızı sıvamalıyız”

Aşağıda yayınladığımız Türkiye ekonomisinin önündeki olasılıklara ilişkin görüşme, “Küresel Çöküş İçin Geri Sayım Başladı” başlıklı bir dizi çerçevesinde, Dicle Haber Ajansı’ndan (DİHA) Murat Selenoğlu tarafından yapılmış, 19 Kasım 2011 günü hem Özgür Gündem gazetesinde, hem de Diha sitesinde yayınlanmıştır. Burada görüşmenin orijinal metnini yayınlıyoruz.

 -Dünya ekonomisi üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. Avrupa, borç kriziyle sarsılıyor. ABD'de de iflaslar açıklanıyor. Türkiye, dünya ekonomilerinin birbirine bu kadar bağlı olduğu küresel düzende bu krizinden muaf kalabilir mi?

Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisini kasıp kavurmakta olan krizden muaf kalıp kalamayacağı sorusuna cevap vermek için önce dünya ekonomisinde ne olduğunu iyi anlamamız gerekiyor. Şu anda dünya ekonomisinin önünde üç senaryo var: kötü, daha kötü ve korkunç. İlk senaryoda, Japonya’dan sonra ABD ve AB de bütünüyle durgunluğa girer, Çin, Brezilya ve Hindistan gibi ülkelerde bile büyüme yavaşlar, dünya yeniden 2008-2009 tipi bir resesyon yaşar. İkinci senaryoda, Yunanistan iflas bayrağını çeker, avrodan çıkar, Avrupa’da ciddi bir travma yaşanır, dünyada resesyon daha da sert olur. Üçüncü senaryoda İtalya iflas eder, avro bütünüyle çöker, dünya ekonomisi uçuruma yuvarlanır.

Türkiye, her üç durumda da mutlaka etkilenecektir. Nasıl etkilenmesin ki? Üçüncü senaryoda tabii ki kendini bütün dünya ile birlikte uçuruma düşerken bulacaktır. Tartışılmaz. İkinci senaryoda 2008-2009’dan bile beter bir resesyon yaşaması olasılığı vardır. Sadece ilk senaryoda, resesyon göreli olarak hafif geçebilir.

Peki, bu üç senaryodan hangisi gerçekleşir? Krizin ilk senaryoda durma olasılığı hemen hemen yoktur. Yunanistan aslında iflas halindedir, AB ve İMF bunu boş yere engellemeye çalışmaktadır. Dolayısıyla, fren tutmaz, er geç ikinci senaryo gerçekleşecektir. Yani Türkiye’yi sert bir resesyon bekliyor.

Ama İtalya’nın (ve onunla birlikte belki de Portekiz, İrlanda ve/veya İspanya’nın) iflası da ciddi bir olasılıktır. O zaman olacakları tahmin etmek bile güçtür.

-Peki, Türkiye ekonomisini bu anlamda önümüzdeki dönem somut olarak ne bekliyor?

Türkiye, birkaç nedenle çok kırılgan bir konumda. Bu nedenlerden birincisi elbette herkesin dilinde olan dış açık. Eylül rakamları daha yeni açıklandı. Ocak-Eylül 2011 arası dokuz aylık dönemde, Türkiye’nin dış açığı, yani toplam döviz harcaması ile toplam döviz kazancı arasındaki fark, bir önceki yıla göre % 100 artarak 60 milyar dolara çıktı! Yıllık olarak hesaplandığında bu 77 milyar dolar ediyor. İMF dış açığın 2011’de Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın % 10’unu geçeceğini söylüyor. Bu vahimdir. Dünya krizi derinleştikçe, finansal sermaye güvenli liman olarak bilinen ülkelere geri dönecektir. Doğrudan yatırımlar da azalacak, hatta duracaktır. Turizm falan da darbe yiyecektir. Yani dış açığı kapatacak döviz bulunamayacaktır. Bazıları Merkez Bankası’nın rezervleri çok yüksek deyip teselli buluyor.

Oysa rezervler şimdiden erimeye başlamıştır. Öyleyse, Türkiye çok ciddi bir döviz kuru krizi yaşayacaktır. Yabancı para cinsinden çok borçlu olan özel şirketler ve bankalar kendilerini çok zor durumda bulacaktır.

İkincisi, Türkiye ekonomisinin AB ekonomisiyle son derecede iç içe geçmiş olmasıdır. İhracatın önemli bölümü AB ülkelerine yapılıyor. Turistlerin önemli bölümü o ülkelerden geliyor. İşçi dövizlerinin ezici bölümü AB ülkelerinden. Doğrudan yabancı yatırımlarda AB sermayesi hakim. Türkiye’nin bankacılık sisteminin yarısı AB bankalarına gebe. Nasıl olur da AB krizi Türkiye’yi etkilemez?

Üçüncüsü, Türkiye ekonomisinde büyük bir borçluluk mevcut. Şirket ve bankalardan demin söz ettim. Ama tüketiciler de hem kredilerle, hem de kredi kartlarıyla borç içinde. Dolayısıyla, işler tersine döndüğü andan itibaren sorunlar çığ gibi büyüyecek.

-Türkiye’nin krizden etkilenmeye başladığına ilişkin hiç belirti var mı?

Çok. Bir kere, Türk lirasının avro ve dolar karşısında değer yitirmesi hepimizin gözü önünde cereyan ediyor. Bu, ileride yaşanması ihtimalinin çok yüksek olduğunu belirttiğim döviz kuru krizinin ön habercisi.

İkincisi, dünya ekonomisinin yeniden daralmaya doğru gidişi ile birlikte Merkez Bankası’nı bir korku aldı. Bu yüzden, esas olarak bankaların yasal karşılık zorunluluğunu yükseltme yoluyla kredi hacmini daraltmaya yöneldi Merkez Bankası, bahar aylarından itibaren. Sonuç iç talebin daralmaya başlaması. Bunun sonucunda hem tüketicilerin, hem de reel kesim olarak bilinen finans dışı özel sektörün güven endeksi düşmeye başladı yazdan beri.

Ayrıca birçok gösterge büyümenin çoktan yavaşlamaya başladığını gösteriyor. Sanayi endeksi Temmuz ayından beri düşüyor. Yatırımlarda yavaşlama var. Özellikle üretim için vazgeçilmez olan ara malı ithalatı azalıyor. Yani Türkiye ekonomisi şimdiden durgunluk işaretleri göstermeye başladı bile. İMF büyümenin 2011’de % 8,7 olacağını öngörüyor. 2012 için ise sadece % 2,5! Bu bile çok iyimser bence. Ancak demin dünya ekonomisi için sözünü ettiğim ilk senaryoda mümkün bu. Oysa esas olanın ikinci senaryo olduğunu belirttim. O zaman demek ki 2012 için gerçek anlamda bir resesyon, yani küçülme öngörmek gerekiyor.

Bunun işçiler ve emekçiler açısından anlamı da açık: Her şeyden önce işsizlik. Geçen krizde işsizlik Nisan genel olarak % 16,1’e, kentlerde (tarım dışında) % 18’e çıkmıştı. Bu sefer her iki ölçü de daha fazla yükselecek! Öyleyse, sendikalara soralım: Ne hazırlık yapıyorsunuz?

-Türkiye'de daha önce de hükümetin üst düzey yetkilileri "krizin Türkiye'yi etkileyeceği", "hazırlıklı olun", "dövizle borçlanmayın" şeklinde uyarılar gelmişti. Euro bölgesinde kendini gösteren krize, Türkiye ekonomisi hazırlıklı mı?

Bu soruyu ikiye ayırarak cevaplamak gerek. Birincisi, sizin de söylediğiniz gibi, Başbakan Yardımcısı ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan veya AKP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli, Ağustos ayında uykularından uyandılar ve iş dünyasını uyarmaya başladılar. Ama hükümetin en sorumlu ismi, yani Başbakan hâlâ işin ciddiyetine yanamamış durumda, halkı kandırmanın peşinde. Temmuz ayında gazeteciler kriz olasılığını sorunca “teğet bile geçmeyecek” diye cevap verdi.

Başbakanın ne kadar isabetli bir laf ettiğinin testi, 2008-2009 konusunda “teğet geçecek” iddiasının en kadar doğrulandığı olabilir. Bakın, teğet geçmek nasıl olur. Çin, 2006 yılında ve 2007 yıllarında % 11’in üzerinde büyümüştü. 2008 yılında büyümesi %10’un, krizin en sert etkisini gösterdiği 2009 yılında ise % 9’un altına düştü. 2010 yılı büyümesi ise yine % 10’un üzerinde oldu. Kriz, besbelli Çin’i etkilemişti. Ama ancak teğet geçmişti.

Hindistan 2006 ve 2007’de % 9’un üzerinde büyüdükten sonra, büyüme oranı 2008’de %8’in, 2009’da ise % 7’nin altına düştü. 2010’da ise bu oran yeniden % 10’u geçti. Hindistan krizden açıkça etkilenmişti, ama ancak teğet geçmişti kriz.

Türkiye ise 2005’te % 8, 2006’da % 7, 2007’de ise % 4,5 civarında büyümüştü. 2008’de büyüme neredeyse durdu. 2009’da ise % 5 civarında küçüldü ekonomi. % 5 küçülmeye aklı başında hiç kimse “teğet geçti” diyemez!

Geçen defa böylesine yanılmıştı başbakanm. Şimdi Temmuz ayından beri başka bir şey söylemediğine göre yeni dönem için de bu fikrinde ısrar ediyor. O zaman bakanlarının ve AKP yöneticilerinin uyarılarına ne demek gerekiyor? Kim yalan söylüyor?

Sorunun ikinci yarısı,”Türkiye hazırlıklı mı?” Bakın, gelen bir kasırga. Kapitalizmin krizlerle dolu tarihinde bile böylesi görülmedi. Bir Büyük Depresyon yaşıyoruz dünya çapında. Buna hazırlıklı olunamaz, bir. Ülke olarak “hazırlıklı olmak” diye bir şey yok, iki.

Buna sınıflar hazırlıklı olur ancak. Çünkü Büyük Depresyonlar, sınıfları dosdoğru karşı karşıya getirir. Ya sermaye işçi sınıfının ümüğüne basıp krizin yükünü onun sırtına yıkar ve ağır acılardan, sıkıntılardan, yoksulluktan ve yoksunluktan sonra kendi sermeye birikiminin koşullarını hazırlar. Ya da işçi sınıfı faturayı üstlenmeyi reddeder, öteki ezilenlerle birlikte iktidar mücadelesi vererek kapitalizmin dışında bir çıkış yolu bulur.

Bu açıdan bakılınca, Türkiye’de sermaye bile tam hazır değil. Ama işçi sınıfının örgütlerinin çoğunluğu, en başta da sendikalar hiç ama hiç hazır değil. İş sınıfın öncüsüne ve sınıf içindeki devrimci partilere düşüyor. Öyleyse, şimdiden sınıfı hazırlamak için kollarımızı sıvamalıyız.

16 Kasım 2011