Rosa Luxemburg’dan Enternasyonal Marşı’na: Kampın 3. gününde politika ve sanat

Devrimci İşçi Partisi’nin düzenlemiş olduğu 5. uluslararası kamp Rosa Luxemburg Eğitim Kampı’nın 3. gününün sabah oturumunda Rosa Luxemburg’un Rus Devrimi karşısındaki tavrı ve Marksizm tarihindeki yeri ele alındı.

Sungur Savran’nın konuşmacı olduğu ilk oturumda Rosa Luxemburg’un iki devrim arasında (1871 Paris Komünü ve 1917 Bolşevik Devrimi) yaşadığına dikkat çekildi. Örgüt, demokrasi, kurucu meclis konularında Bolşeviklerle aynı görüşü paylaşmamasına ve eleştirel bir tutum izlemesine rağmen Bolşevik Devrimi’nin en güçlü savunucularından biri olduğu söylendi. Rosa’nın,  ulusların kendi kaderini tayin etmesi konusunda da Bolşeviklerden ayrı düştüğünü, ezilen ulusların kendi kaderini tayin etmesinin kapitalist koşullarda zor olduğu, sosyalizmde ise böyle bir şeye gerek olmadığı görüşünü savunduğunu vurguladı. Ama bütün bu farklılıklara rağmen Rosa Luxemburg’un tartışmasız biçimde devrimci Marksist hareketin bir parçası olduğunu belirtti. Lenin’in “Rosa bizim için bir kartaldı ve hep öyle kalacak” dediğini, Trotskiy’in ise “üç L”nin, yani Lenin’in yanı sıra Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in de, IV. Enternasyonal’in önderleri olduğunu söylediğini aktardı.

Dünyada siyasal durum ve görevlerimiz konu başlıklı ikinci oturum ise uluslararası kardeş partilerimizin, İtalya’dan PCL (Komünist İşçi Partisi), Yunanistan’dan EEK (Devrimci İşçi Partisi), Arjantin’den PO’nun (İşçi Partisi) yanı sıra, Ukrayna’dan Akıntıya Karşı ve Kıbrıs’tan Neos Anthropos’un (Yeni İnsan) katılımıyla gerçekleşti. Ülkelerinde yaşanan ve yaşanmakta olan siyasi gelişmelerle ilgili detaylı bir bilgi aktarımı yapıldı.

Ukrayna’dan katılan Yuri Şahin Amerikan emperyalizminin zayıflayınca kendine yeni kanallar açmak zorunda olduğunu ve Ukrayna’da emekçi sınıflarda var olan huzursuzluktan doğan protestolardan yararlanarak rejim değişikliğine ön ayak olduğuna değindi. Bunun sonucunda milliyetçi bir ayaklanmanın gerçekleşmiş olduğuna dikkat çekerek Maidan hareketinin doğmasına sebep olduğunu vurguladı. Ukrayna’nın doğusundaki Donbas’ın ise bir işçi havzası olmasına rağmen işçilere önderlik edecek bir siyasi oluşum bulunmamasının önemine değindi.

Arjantin’den katılan Pablo Giachello, son seçimlerde aday oldukları yerlerde nasıl bir sınıf politikası izlediklerini anlattı. Mevcut burjuva hükümetinin 2001’deki ekonomik krizden sonra doğan şimdiki ekonomik krizi kendi yöntemleriyle çözmeye çalışırken bu durumun siyasi bir krize neden olduğunu söyleyerek, bu krizin aynı zamanda sendikal krize de dönüştüğünü sözlerine ekledi. Partido Obrero’nun bu kriz karşısında aldığı tutumun,  yılmadan ve usanmadan işçi sınıfını ülkenin burjuva milliyetçi ideolojisi Peronizmden koparmaya yönelik olduğunu ve kitleler nezdinde güven kazanmalarına sebep olduğunu söyledi.

İtalya’dan Ottaviano Lalli, ülkede yedi yıldır yaşanan ekonomik krize rağmen işçi sınıfında fazla bir hareketlilik görülmemesini sendikal önderliklerin ihanetine ve solun burjuvazi ile sınıf işbirliğine bağladı. Kendi partisi PCL’nin İtalya’da işçi sınıfının mücadelelerinde sınıf bağımsızlığı temelinde yer alan tek siyasi güç olduğunun altını izdi.

Yunanistan EEK temsilcisi ülkenin bir gencin polis tarafından öldürülmesine tepki olarak başlayan 2008 isyanından sonra, dünya ekonomik krizinin etkisi altında uygulanan ağır kemer sıkma programına karşı 2010-2012 arasında ülkede muazzam sınıf mücadeleleri verildiğini, 14 genel grev yaşandığını, ama sendikal bürokrasinin bu grevleri istim boşaltmak için düzenlediğini söyledi. Yunanistan’da bugün hükümet partisi Yeni Demokrasi ile reformist sol Syriza arasında bir eşitlik olduğunu, politik krizin daha fazla derinleşeceğini belirtti. EEK’in bu tablo içinde sorunun Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri ile çözülebileceğini vurgulayan tek parti olduğunu ifade etti.

Kıbrıs’tan Neos Anthropos adına konuşan Aziz Şah, İsrail-Gazze savaşının aynı zamanda Afrodit gaz yatakları üzerine bir savaş olduğunu, bugün Kıbrıs’ta Alman emperyalizminin hâkim olduğunu vurguladı. İranlı bir yoldaşımız ise İran’ın ABD emperyalizmi ile karşı karşıya gelmek bakımından Ortadoğu’nun öteki devletlerinden farklı bir konuma sahip olmakla birlikte gerici bir devlet olduğunu, bu devlete karşı halk isyanının küçümsenmemesi gerektiğini anlattı.

Oturumun ikinci kısmında önce Arjantin’den bir başka yoldaşımız, Julio Quintana konuştu. Ülkenin kuzey ucundaki Salta eyaleti parlamentosunun üyesi olan Quintana, PO’nun bu eyalette 2001 krizi esnasına başlayan atağının bugün eyalet başkentinde yüzde 30 ile birinci parti haline gelmesiyle sonuçlanmış olduğunu aktardıktan sonra, PO’nun parlamenter mevzileri nasıl sınıf mücadelesinin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi için bir araç olarak kullandığını anlattı. Oturumun geri kalan bölümü salondan yapılan katkılara, soru ve cevaplara ayrıldı. Derinlikli tartışmaların olduğu oturumda, bir dünya partisine yakıcı bir biçimde ihtiyaç olduğuna, DEYK’in (Dördüncü Enternasyonalin Yeniden Kuruluşu Koordinasyonu) bu ihtiyaç karşısında bir alternatif sunduğuna ve bunu kitlelere ve dünyaya tüm gücümüzle yayma ihtiyacına değinildi. Oturum Enternasyonal marşının heyecan içinde söylenmesiyle sonuçlandı.

Politikadan sonra sanata geçildi. Tiyatrocu yoldaşımız İbrahim Emin Ege, Orhan Veli’nin doğumunun 100. yılı vesilesiyle hazırladığı, Müşfik Kenter’e ait “Bir Garip Orhan Veli” başlıklı tek kişilik oyunu sergiledi. Müzisyen yoldaşımız Mikail Yakut ise akordeonu ile Ukrayna’dan Arjantin’e dünyanın dört bir yanından ezgilerle enternasyonalist kampımıza duygulu anlar yaşattı.