Orman yangınları ve sonrası

Orman yangınları ve sonrası

Memleket bir yandan orman yangınlarıyla, bir yandan da iktidarın yangınlar konusunda akıl almaz kayıtsızlığıyla mücadele ediyor. Neredeyse yangını söndürmek de, bölgeden insanları ve hayvanları tahliye etmek de, yeri geldiğinde müdahale edecek uçağı bulmak da halkın sorumluluğu olmuş durumda. Bu da yetmiyor, yangınlar sona erdiğinde ne olacağını hesaplamak da bu işler için cansiperane uğraşan insanımıza düşüyor çünkü tüm bu felaketler olurken tedbir almak, müdahale etmekle yükümlü olanlar hala turizm gelirinin, TOKİ inşaatlarının peşinde.

Vatandaş sorumluluğu üzerinde hissetmek ve şimdiden harekete geçmeye çalışmakta haklı ancak nasıl yangınla mücadele tehlikeli bir konuysa ve ehil ellere muhtaçsa, nasıl yangına doğru donanım ve zamanlamayla müdahale etmeyince sonu felaketle sonuçlanıyorsa aynı durum yangın sonrası için de geçerli.

Komplo teorilerine karşı bilimin doğruları

Birkaç gündür hem orman yangınlarıyla hem de sonrasıyla ilgili akıllara zarar komplo teorileri ve bu komplo teorilerine dayanan çözüm önerileri hem sosyal medyada hem de Sözcü gazetesi gibi yayın organlarında kendine yer bulmuş durumda. Hem komplo teorisi hem de getirilen çözüm önerisi bırakın konunun uzmanlarını, ormancılık, biyoloji veya doğa bilimleriyle kısmen ilgilenenler için saç baş yolduracak cinsten. İddia özet olarak şöyle; Kızılçam ülkemizin doğal ağacı değil, yangınlar çıksın diye sonradan ekilmiş bu işin arkasında ABD var. Sorun bu olunca çözüm önerisi de yanan çam ormanlarının yerine çeşitli meyve ağaçları dikmek, ülke ekonomisine katkıda bulunmak, ithalata bağımlılığı azaltmak.

Böyle komplo teorileriyle ve dışardan çok dâhiyane görülen cin fikirleriyle kendilerine prim sağlamaya çalışanlar için değil ama samimiyetle memleket ve doğa için canla başla uğraşanlar için konuyla ilgili bilimsel doğruları ortaya koymak şart.

İhale mi, iyileştirme mi?

Çam ormanları ve ormanlık alanların sınırlarında görmeye alışık olduğumuz Makilik (çalılık) alanlar Akdeniz bitki örtüsünün hâkim olduğu Ege ve Akdeniz bölgelerinde milyonlarca yıldır doğal yayılış gösteren yani bizden ve atalarımızdan hatta medeniyetten bile eski ve doğal yayılış gösteren bitkilerdir. Bunlar yangına ve yaz kuraklığına uyum sağlamış türlerdir. Doğrudur hızla tutuşur ve özellikle çam kozalakları sebebiyle yangının hızla yayılmasına sebep olurlar. Fakat aynı şekilde doğal özellikleri sebebiyle yangından sonra eğer inşaat, yol yapımı, tarla açma, maden işletme gibi insan kaynaklı müdahaleler olmazsa oldukça hızlı bir şekilde kendini yenileme, yeni ve genç ormanlar oluşturma kapasitesine sahiptirler. Yani ormanlık alanlarımızı tekrar eski haline getirmek konusunda en büyük yardımcımız 20 milyon yıldan daha uzun süredir bu topraklarda doğal olarak yetişen bu bitkiler olacaktır.

Gözümüzün önünde yanıp kül olan ormanlarımızın, Zümrüdüanka kuşu misali küllerinden yeniden doğabilmesi için yapılması gereken ilk iş bu alanların en az 10 yıl süreyle her türlü insan müdahalesine kapatılmasıdır. Sadece inşaat faaliyetleri değil ağaçların kesilip satılması, köklerinin sökülmesi, siyasi şov amaçlı fidan dikim etkinlikleri gibi insan etkisi engellenebilirse ilk 1-2 yıl içerisinde fidanların yeşermeye başladığı görülecektir. Doğal yollarla başlayacak ormanın kendi kendini onarma süreci ormancılar ve yangın ekolojisi çalışan uzmanlardan oluşturulacak bir heyetin gözetiminde bilimsel yöntemlerle denetlenerek desteklenmeli doğal yaşamın doğal üyelerinin alanı tekrar ve güçlü bir şekilde kaplaması sağlanmalıdır.

Burada en önemli problem ormanları turizm alanı, inşaat alanı veya kereste deposu olarak gören, orman yangınlarının bu ölçüde can yakmasının önüne geçmek yerine her şeyi ihalelerle çözmeye çalışan zihniyetle mücadele olacaktır. Çünkü doğal türlerin yeniden yeşermesi için bu alanların ihale edilmesi değil ihalecilerden korunması yani iyileştirilmesi esastır.

Çam ağacı mı, meyve ağacı mı?

Bu komplo teorisinin elle tutulur hiçbir yanı olmamasına rağmen orman yangınlarının hızlı yayılmasını önlemek amacıyla yanan ormanların yerine türlü meyve ağaçları ekilemez mi diye bir düşünce olabilir. Böyle bir yaklaşımın neden yanlış olacağını da yeri gelmişken belirtelim.

Orman sadece bazı ağaçlardan oluşan bir yeşil alan değildir. Çam ormanı ve makilik alanlar kendisine özgü kuşlara, böceklere ve başka türlü hayvanlara ve başka türlü bitkilere ev sahipliği yapar, bunlar ancak bir arada var olabilirler. Dolayısıyla çam ağaçlarının ve makilik alanların ortadan kalkması demek onlarla beraber yaşamaya uyum sağlamış tüm o canlıların da ortadan kalkması demektir. Yani ormanı orman yapan şeylerin yok olmasıdır.

Meyve ağaçları veya bir bölgede doğal olarak yayılmayan ağaçların bir alana taşınması ve yetiştirilmesi özel bakım, sulama ve pek çok durumda (özellikle meyve ağaçları için) gübreleme ve ilaçlama gerektirir. Tüm toprağın önceden hazırlanması yani eski ağaçlara ait köklerin sökülüp atılması vs. işlemleri de eklediğimizde bu işlem ne ekonomik, ne sağlıklı, ne de sürdürülebilirdir.

Hatırlayalım eğer orman yangını başladığı anda tespit edilip, ilk anda uçaklarla müdahale edilmiş olsa şu an tüm bu felaketi yaşamıyor olacaktık. Dolayısıyla ormanı bir kâr beklentisi olmadan gözlemek ve korumak için bütçe ayırmaktan imtina edenlerin, memleketi bir şirket gibi idare etmekten gurur duyanların böyle bir bütçe ve insan gücü ayırmasını beklemek hayalciliğin de ötesinde bir iyimserlik olur.

Daha da önemlisi bu tür etkinlikler ormanların orman vasfını ortadan kaldıracak, onları bağ bahçe seviyesine indirgeyecek, insan müdahalesini zorunlu kılacak ve yeterli kârı getirmeyince de başka türlü kullanımının önünü açacaktır. Bu da bugün için de bulunduğumuz felaketin en belirleyici sebebidir. Unutmayalım memlekette orman alanları “bir şekilde” orman vasfını yitirmiş alan ilan edilerek satılmakta, bu da orman alanlarının kaybındaki en temel sebep olarak kendini göstermektedir.

Ne yapacağız

Çözüm komplo teorileri ve prim kapma hevesiyle doğayı talan edecek yaklaşımların önünü açmaktan değil, aklın ve bilimin bize sunduğu bilgiler ışığında onu koruyacak ve hayatta kalmasını sağlayacak düzenlemeleri yapmaktan geçiyor.

Gerek orman bakanlığının yetişmiş personelinde, gerek memleketin orman fakültelerinde bu alanların nasıl hayata döndürülebileceği bilgisi ve deneyimi mevcuttur. Bu yazıda bahsi geçen hiçbir bilgi yeni veya duyulmamış bir bilgi değildir. Mesele bu bilginin kullanılmasında belirleyici olan siyasi iradedir. Ormanların hepimizin ortak değeri olduğu, ormana orman olarak sahip çıkmak gerektiği, bu alanların kereste deposu, maden sahası, konut veya turizm alanı olmadığı bilinciyle gerekli düzenlemeleri yapacak olan bu iradedir. Dolayısıyla siyasi iktidarı duygularımızı manipüle eden komplo teorilerine kurban etmeden bilimsel verilere göre hareket etmeye zorlamalıyız. Gelişmeleri üniversitelerle işbirliği içinde hem yerel halkın hem de emek ve meslek örgütlerinin denetlemesini sağlamalıyız. Bugün tek çivi dahi çakılmayacak diyenlerin yarın dediklerinin tam tersini yapabileceklerini tecrübeyle biliyoruz.  

Ormanı korumak için personel alınsın, mevcut personele özlük hakları verilsin!

Tek bir ormanlık alan daha imara, madene, konut yapımına feda edilmesin!

Düşmanımız çam ağaçları değil, yağmacılar, talancılar ve ihalecilerdir!

Ağacı, kuşu, böceği ve tüm hayvanlarıyla ormanlarımızı doğal haliyle geri kazanalım!