Mustafa Suphi ve yoldaşları yolumuza ışık tutuyor!

 

 

Hayali gönlümde yadigar kalan,
Bir yanım deryada çalkanır şimdi.
On beş mürşid ile boğulup ölen
Bir yanım deryada çalkanır şimdi.

Garip garip öter derya kuşları
Su içinde uykuları, düşleri
Bir gelin döker kanlı yaşları
Bir yanım deryada çalkanır şimdi.

Nazım ile zindanda gün be gün biri
Söyletir dilsizi, ağlatır körü
Bir yanım çürüyor, bir yanım diri
Bir yanım deryada çalkanır şimdi.

Yaralarım tuz içinde kanıyor
Uyku gelmiş ela gözler sönüyor
Bir yanımda Suphi, Nejat ölüyor
Bir yanım deryada çalkanır şimdi.

Gelir günler gelir, yaram sarılır
Böyle gitmez bir gün hesap sorulur
Bir yanım Acem'den, Çin'den görünür
Bir yanım deryada çalkanır şimdi.

Ruhi Su, Karadeniz Ağıtı

 

Bundan 93 yıl önce, 1921 yılında, 28 Ocak gününü 29 Ocak gününe bağlayan gece, Türkiye burjuvazisi, Türkiye komünistlerine karşı ilk caniyane saldırısını yaptı. Burjuvazinin adamları, başlarında o dönemin komünistlerinin önderi olan Mustafa Suphi olmak üzere 15 komünisti Trabzon açıklarında bir takada öldürtüp denize attı. Mustafa Suphi’nin eşi ise ayrıntıları hâlâ tam olarak bilinemeyen, ama insanın midesini bulandıracak türden bir muameleye maruz kaldıktan sonra imha edildi.

Emperyalizme karşı mücadeleye gelmişlerdi

28-29 Ocak gecesi katledilen 15 komünist, daha üç ay önce Azerbaycan’ın başkenti Bakû’de kuruluş kongresini yapmış olan Türkiye Komünist Fırkası’nın (TKF) önder kadrolarından oluşuyordu. Milli Mücadele’nin Ankara’daki liderleriyle yazışmış, karşılıklı anlaşmadan sonra Anadolu’ya gelmişlerdi. Amaçları, emperyalizme ve onun desteğiyle Batı Anadolu’yu işgal etmiş olan Yunan ordusuna karşı işçi sınıfının yöntemleri ve politikalarıyla mücadele etmek, yaşanmakta olan süreci daha ileri taşımaktı.

Daha sonra Türkiye Komünist Partisi (TKP) adını olacak olan örgüt, Rusya’da yaşanan 1917 Ekim devrimi ertesinde 1919’da kurulmuş olan Komünist (Üçüncü) Enternasyonal’in Türkiye seksiyonu olarak kurulmuştu. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik ve perişan çıkan Türkiye’de de koşullar komünizmin hızla büyük bir prestij kazanmasına yol açtı. İşte Türkiye Komünist Partisi, bu koşullarda 10 Eylül 1920’de Birinci Kongresi’ni topladı. Bu kongrenin benimsediği program ve siyasi hat, DİP’in savunduğu türden bir devrimci Marksizmin nasıl da Türkiye’de gerçek komünizmin doğrultusu olduğunun kanıtıdır.

Birinci Kongre, komünist hareketin hem aydınlar, hem de işçi sınıfı arasında eskisine göre büyük bir atılım yaptığı bir dönemde toplanmıştı. Bir yandan, Birinci Dünya Savaşı macerasının ülkeyi sefalete sürüklemiş ve emperyalist işgal altına sokmuş olması aydınlarda ve halkta devlete karşı büyük bir yabancılaşma yaratmıştı. Bir yandan da, Ekim devriminin büyük işçi ve emekçi kitlelere vaat ettiği yepyeni dünya, başka her yerde olduğu gibi, Rusya’nın kapı komşusu Türkiye’de de Marksizme ve komünizme ilgiyi yüksek bir düzeye çıkartıyordu. Anadolu hareketi içinde Yeşil Ordu ve Meclis’teki “Halk Zümresi” adını alan milletvekilleri grubu dahi komünizme belli bir sempati besliyordu.

Birinci Kongre, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde kurulmuş olan komünist grupların, Komintern’in bir seksiyonu olarak birleşmesi anlamını taşıyordu. Kongre’ye ülke içinden başta İstanbul, Ankara, Eskişehir, Zonguldak illerinde örgütlü komünistlerden ve 1918’den itibaren özellikle yeni Sovyet coğrafyasında örgütlenmiş olan Türkiye komünistlerinden 74 delege katılmıştı. Böylece, içeride örgütlenenlerle dışarıda örgütlenenlerin mücadeleleri tek bir örgüt çatısı altında birleştirilmiş oluyordu. Kongre, altı oturumu boyunca, milli kurtuluşu, köylü sorununu, kooperatifçiliği, kadın sorununu ve elbette çeşitli yörelerde örgütlenme meselelerini ele aldıktan sonra, bir Program ve Tüzük kabul ederek Merkez Komitesi’ni seçti. Böylece, tarihi TKP kurulmuş oluyordu.

Ulusal kurtuluş görevi ve sosyalizm

TKP, 1920’li yılların ortalarından itibaren hızla bürokratik yozlaşmanın etkisi altına girmiştir. Bunun partinin politikası bakımından anlamı, partinin Türkiye burjuvazisinin “ilerici” kabul edilen kanadının  kuyruğuna takılması olmuştur. Özellikle, İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde TKP’nin Kemalizme verdiği destek ve Kürt isyanları karşısında tümüyle resmi tavra uygun davranması ünlüdür. 1930’lu yıllarda Sovyet bürokrasisinin “Halk Cephesi” adıyla geliştirdiği sınıf işbirliği doğrultusu gereği uygulanan “Separat” kararı partiyi hemen hemen tasfiyeye uğratmıştır.

Komintern’in Lenin ve Trotskiy’in önderliğindeki devrimci döneminin TKP’sinin politikası farklıdır. Elbette Enternasyonal’in İkinci Kongresi’nde sömürgelere ve ulusal soruna ilişkin alınan kararlar gereği, TKP Anadolu’daki emperyalist işgale karşı verilmekte olan mücadeleyi acil bir görev olarak üstleniyordu. Emperyalizme karşı verilen bu savaşın gelişmesinin işçi sınıfının bilincini yükselteceğini ve sosyal devrim için elverişli bir zemin yaratacağını saptıyordu. Ama Kongre, ulusal kurtuluş savaşını desteklese de, aynı zamanda “işçi sınıfının asıl ve nihai amacı olan emekçilerin hâkimiyetini kurmak için gereken koşulları ve zemini hazırlamaya çalışmayı” da bir görev olarak önüne koyuyordu.

Birinci Kongre’nin Kemalist harekete ilişkin yaklaşımı, Komintern’in “antiemperyalist birleşik cephe” yaklaşımına uygun olan bir birleşik cephe kurulmasıydı. 1920 yılının ikinci yarısında Kemalistlerin ulusal kurtuluş için mücadele eden öteki güçlere karşı saldırgan tavrı göz önüne alınınca bunun ne kadar isabetli bir yaklaşım olduğu tartışma götürür. Ama her durumda genç TKP, ne proletarya partisinin bağımsızlığından, ne de nihai amaç olan sosyal devrimden hiçbir taviz vermiyordu.

Halk milisi, mülksüzleştirme, federasyon

Kongre ayrıca bir acil talepler programı da kabul etmiştir. Bu programda dikkati çeken en önemli noktalar, işçi sınıfına ve köylülüğe ciddi sosyal hakların talep edilmesinin yanı sıra, bir burjuva devriminin sınırlarını zorlayan birtakım taleplerdir. Bunlar arasında, jandarma yerine halk tarafından seçilen bir milis kuvvetinin kurulması, topraksız ve az topraklı köylülere karşılıksız toprak ve tarım aletleri dağıtılması, kurtuluş savaşına karşı olanların, sarayın-padişahın, toprak beylerinin malına mülküne el konulması, Osmanlı borçlarının reddedilmesi bugünün geçiş talepleri anlayışına yaklaşan taleplerdir. Nihayet, TKP 1915 yılında yaşanan Ermeni katliamının ışığında Anadolu’da ulusal sorunun  ne kadar önemli olduğunun bilinciyle bir federal cumhuriyetler sistemi önermektedir.

Tabii, bütün bunların yanı sıra, TKP’nin kuruluş kongresinin dokuz gündem maddesinden birinin “kadın sorunu”na hasredilmesi son derecede ilginç ve önemlidir. O günün Müslüman toplumlarında kadınların kamu alanına sokulmasının bile tartışmalı olduğu bir bağlamda, TKP kadınlara tam eşitlik sağlanması için mücadele etme konusunda kararlar almıştır.

Kongre, yedi kişilik bir Merkez Komitesi seçmiş ve hareketin tartışmasız biçimde önde gelen önderi olan Mustafa Suphi’yi de parti başkanlığına getirmiştir.

28-29 Ocak 1921 katliamı

TKP Merkez Komitesi kongreden sonra, emperyalist işgale karşı mücadele konusunda benimsediği doğru politik çizgi uyarınca, ülke dışında bir muhacir grup olarak kalmak yerine yangın yerine dönmüş olan ülke topraklarına dönerek antiemperyalist görevlerini yerine getirmeye karar verecekti. Ne var ki, parti genç ve deneyimsizdi. Kararın uygulanış tarzı ve taktik doğrultu acemiliklerle, hatta düpedüz hatalarla doluydu. Başta partinin önderi Mustafa Suphi olmak üzere on beş parti kadrosu, kongreden üç ay sonra, Aralık 1920 sonunda ülke topraklarına adım atacaktı. Bu girişim trajik bir olayla sonuçlanacaktı.

28 Ocak 1921’i 29 Ocak’a bağlayan gece, Mustafa Suphi ve yoldaşları Trabzon açıklarında boğuldu. Bu katliamı kimin örgütlediği hâlâ belgelenmemiştir. Elbette, Kemalist hareketin varlığından hiç memnun olmadığı ve korku duyduğu genç komünist hareketin önderliğini imha etmeye girişmiş olması ihtimali yüksektir. Ama başka olasılıklar da vardır. Bunların arasında Bolşevik Rusya’nın müttefiki olmaya soyunan Enver Paşa’nın İttihatçılarının parmağı ya da devrimci Rusya ile Türkiye’nin arasını açmaya girişen Anadolu hükümetinin daha gerici kanatlarının bir provokasyonu, hatta aynı amacı güden emperyalist Britanya’nın bir komplosu da olabilir.

Dünya devriminin Türkiye’deki ayağı

Türkiye’de komünizmin başına daha doğumunun hemen ertesinde gelen bu felaketin sonuçlarının çok ağır olduğu tartışmasızdır. Bunlar arasında önderliği daha baştan harap edilmiş bir hareketin bürokratik yozlaşmaya kolayca teslim olması felaketlerin en büyüğü olmuştur.

Ama bu, Birinci Kongresi’nde benimsediği program, tüzük ve politika ile tarihi TKP’nin hakiki bir komünizmin tohumlarını bu topraklara atmış olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bugünün görevi, bu tohumları yeniden canlandırmak, dünya çapında Lenin’in ve Trotskiy’in önderliğini yaptığı türden bir dünya partisi için mücadele ederken Türkiye’de de bu doğrultuda bir proletarya partisini sabırla inşa etmektir. Devrimci İşçi Partisi’nin yapmaya giriştiği şey işte tam da budur.