Körfez Arap Cumhuriyeti!

Savran köşe

Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda, değme korku filmi yönetmenine parmak ısırtacak bir vahşetle katledilmesi, kendi başına alındığında, sadece bir “uyan!” borusudur. Suudi devletinin ve onunla kader birliği yapmış öteki Körfez ülkelerinin (Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Umman ve şimdiki çelişkilere rağmen Katar) ne kadar gerici bir devletler sistemi olduğunu ortaya koymuştur bu vahşet.

Marx ile Engels, Büyük Fransız Devrimi’nden 1880’li yıllara, Rus devrimci hareketi ayakları üzerinde doğrulana dek, yani bir yüzyıl boyunca, Rusya’nın Avrupa’nın başındaki gericilik belası olduğunu hep vurgulamıştır. 19. yüzyıl Rusya’sı Avrupa için neyse, 21. yüzyılda Suudi Arabistan, Arap dünyası için odur!

Suudi Arabistan, 21. yüzyılda Ortaçağ’ın en gerici devlet biçimlerini sürdüren, bir melik (kral) tarafından mutlakiyetçi tarzda yönetilen, zaman zaman Suud hanedanının mensuplarının bile siyasi nedenlerle kellesini kesen, bunun dışında, asalak bir hanedana ülkenin petrol zenginliğinin kaymağını sunarak halkını aç açıkta bırakan bir gericiliktir. İslam’ın en büyük önem taşıyan kutsal yerleri bu ülkede olduğundan, Arap âleminde çok ciddi etkileri vardır. Bütün bunlara tüy diken, İslam’ın son derecede gerici bir yorumuna dayanan bir mezhebin, Vahhabiliğin, petrodolarlarla desteklenmiş nüfuzunun İslam dünyasında yayılmasıdır.

Suudi Arabistan, Asya’nın yoksul ülkelerinden (Sri Lanka, Endonezya, Filipinler, Pakistan vb.) gelen milyonlarca yabancı işçiyi köleler gibi çalıştırır ve sömürür. Göçmen işçiler, Suud vatandaşı işçi simsarlarınca pasaportlarına el konularak, hiçbir hakları olmadan ve her an ülkeden ihraç tehdidi altında, korkunç koşullarda yaşayarak ve beslenerek, hiçbir fazla mesai ödenmeksizin, günde 10-12 saat çalıştırılırlar. Sendika ağza bile alınamayacak bir sözcüktür. Bu ülkenin (ve komşularının) sınıf yapıları, Antik Yunan sitelerindeki gibi, Güney Afrika’nın apartheid sistemindeki gibi, keskin hatlarla bölünmüş bir özellik gösterir. (Okuyucu bu konuda ayrıntılı bilgi sağlayan bir yazıyı bu sitede okuyabilir: https://gercekgazetesi.net/isci-mucadelesi-arsiv/suudi-arabistan-ve-cagdas-kolelik-f-dogancay-30-01-2008).

Suudi Arabistan, kadınların günümüzde hiçbir ülkede görülmedik biçimde baskı altında tutulduğu bir ülkedir. Hanedanın ve burjuvazinin kadınları bile bu baskılardan muzdariptir.

Suudi Arabistan, kendi ülkesinin Şii’lerine ağır baskılar uygulayan bir ülkedir. Ülkenin doğusunda yaşayan Şii nüfusun dini önderi Şeyh Nemir el Nemir’i, Arap devrimi dalgasında halk kitlelerine önderlik ettiği için 2016 başında idam etmiştir.

Suudi Arabistan Filistin halkının sömürgeleştirilmesi karşısında rüşveti kelam tarzı çıkışlar dışında hep İsrail’in dostu olmuştur. ABD emperyalizminin, hele bugün Trump çağında, en yakın dostudur. Avrupa emperyalizmiyle, özellikle Fransa’yla, silah alımları sayesinde koyu bir dostluğu vardır.

En önemlisi, Suudi Arabistan Arap dünyasında karşı devrimin merkezidir. 2011-2013 Arap devrimini yenilgiye uğratan esas olarak bu ülkedir. Mısır’ı parasıyla satın almış, el Sisi Bonapartist diktatörlüğünün arkasındaki ana güç olmuştur. Bahreyn devrimini Körfez İşbirliği Konseyi orduları aracılığıyla ülkeyi işgal ederek bastırmıştır. Yemen devrimini bir “düzenli geçiş” senaryosuyla söndürmeye çalışmış, orada devrimin yerine bir iç savaşın patlak vermesine yol açmış, iç savaş Şii Husilerin başa geçmesine yol açınca, bu ülkeyi sivil, kadın, çocuk, cenaze, düğün demeden bombalayarak, son onyılların en büyük açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakarak ezmeye girişmiştir. Suriye’de sadece ilk altı ay (Mart-Eylül 2011) devrim karakterini taşıyan ayaklanmayı, mezhepçi-tekfirci çeteleri besleyerek, silahlandırarak, finanse ederek dehşet verici bir iç savaşa dönüştürerek yozlaştırmıştır. Kendi ülkesindeki kıpırtıyı Suud vatandaşı halka neredeyse para dağıtarak massetmiştir.

Arap dünyasında halk hareketleri karşıtı en önemli güç olduğunu en son bu yaz Ürdün’de IMF programına karşı halk isyanı sırasında Ürdün meliki İkinci Abdullah’a verdiği finansal destekle söndürerek bir kez daha göstermiştir.

Öteki Körfez ülkelerinin çoğunluğu ise (en başta Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar) Britanya emperyalizminin 20. yüzyıl başında köprübaşı olarak kullanmak amacıyla devlet haline getirdiği balıkçı köylerinin mirasçısıdır. Bunlar hanedan devletleri şeklinde örgütlenmiş petrol-doğalgaz şirketleridir. Aynen Suud gibi rantiye devletlerdir. Yapay siyasi birimlerdir.

Arap âleminin işçileri, emekçileri ve Ortadoğu’nun ezilen halkları bugünkü esaret düzenini kıracaklarsa, başta Suudi Arabistan olmak üzere bütün Körfez hanedanlarının yıkılması Arap devriminin de, daha genel olarak Ortadoğu devriminin de en merkezi görevlerinden biridir. Arap dünyasına ve genel olarak Ortadoğu’ya emekçilerin ve ezilen halkların çıkarına uygun bir çözüm bulmak bunlar yerinde dururken mümkün değildir. Bu Ortaçağ rejimlerinin yerini mutlaka birleşik bir cumhuriyet, bir Körfez Arap Cumhuriyeti almalıdır. İngiliz emperyalizminin kurduğu, ABD emperyalizminin de kullandığı suni devletler (BAE, Kuveyt, Katar) yok olmalı, bu topraklar emperyalist üs ve askerlerden arınmalı, bütün Körfez bölgesinde tek bir cumhuriyet haklar arası eşitliği sağlamalıdır. (Burada savunulan programatik bakış açısı bizim şahsi görüşümüz değildir. Devrimci İşçi Partisi’nin Ortadoğu programının bir parçasıdır. Bkz. https://gercekgazetesi.net/dip-bildirileri/dip-bildirisi-ortadoguyu-emperyalizme-siyonizme-ve-mezhep-savasina-kurban-etmeyelim).

Bu tarihi atılım, muhtemelen, ancak çok güçlü bir Arap devriminin dışarıdan basıncı ile gerçekleşecektir. Nasır ve Filistin kurtuluş mücadelesi döneminde Arap sömürgecilik karşıtı burjuva devrimi bunu başaramamıştır. Artık bu görev işçi sınıfına ve emekçilerin önderliğine düşüyor. Tahrir Meydanı’nın ve Tunus ve Mısır’ın işçi mücadelelerinin geleneği bu devrime yol gösterecektir. Ama devrim Suudi Arabistan’ı yenemezse, Suud hanedanı devrimi bir kez daha ezecektir.

Şayet devrim kazanırsa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Sosyalist Federasyonu, Körfez Arap Cumhuriyeti’nin de içinde yer alacağı esas kurtuluş yolu olacaktır.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasım 2018 tarihli 110. sayısında yayınlanmıştır.