Kılıçdaroğlu’na niyet Akşener’e kısmet mi?

Bir süredir Erdoğan ve AKP’nin Kılıçdaroğlu’nun tutuklanması için yargıyı yönlendirdiğine dair iddialar tartışılıyor. Bu iddiaların tartışılması bile son derece vahimdir. Zira ana muhalefet partisi liderinin bu şekilde saf dışı bırakılması neresinden bakarsanız bakın iktidarın olağan bir siyasi girişimi olarak görülemez. Anayasal ve çok partili bir siyasi rejime sahip herhangi bir ülkede böyle bir şeyin iç savaş kartını oynamak anlamına geleceği açıkça görülebilir. Dolayısıyla meseleye biraz daha yakından bakmakta ve iktidar ve ana muhalefet arasındaki bu gerilimin arkasındaki süreci daha iyi anlamaya çalışmakta fayda var.  

Kim ne dedi?

Tartışma Erdoğan’ın sözleriyle başladı. Erdoğan, Antalya’daki bir parti toplantısında kürsüden MİT TIR’ları davasından tutuklanan Enis Berberoğlu’nu işaret etti ve şu sözlerle meselenin CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na da uzanabileceğini ima etti: “Kılıçdaroğlu'nun bağlantısı çıkarsa şaşmayın. Buradan çıktım, çıktım, çıkmadığım taktirde açıklamalarda bulunacağım diyor içerideki zat. Bütün bunlar FETÖ taktiğidir.”

Kılıçdaroğlu’nun da tutuklanabileceği şeklinde yorumlanan Erdoğan’ın sözleri CHP tarafından bir yeni “kumpas” girişimi olarak suçlandı. En son Hürriyet Daily News gazetesine konuşan Kılıçdaroğlu: “Her darbe kendi hukukunu yaratır; kendi mahkemesi, kendi polisleri gözaltına alıp tutuklatabilir de. Gayri ciddi bir söz olarak bunu görmek doğru değil. Daha önce de dedim; Türkiye’de hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur. Hiç kimsenin derken buna ben de dahilim” diyerek her şeye hazırlıklı olduğunu ekledi.

Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun son çıkışı üzerine böyle bir şeyin gündemde olmadığını söyleyerek cevap verdi: “Ben bunları değerlendirmeye haiz bir ifade olarak görmüyorum. Kılıçdaroğlu doğmamış çocuğa don biçiyor. Siz böyle bir şey duydunuz mu? Kendini gündemde tutabilmek için böyle şeyler üretiyor. Benim gündemimde böyle bir şey yok."

Erdoğan nabız tutuyor

Görüldüğü gibi Erdoğan ortaya provokatif bir söz atmış, tartışma yaratmış sonra da kısmen de olsa geri çekilmiştir. Erdoğan’ın bu tartışmayı açmaktaki niyeti, AKP iktidarı özellikle Almanya ile ilişkilerde zorlu bir süreç yaşarken CHP ve Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ı emperyalist devletlere şikayet etme politikasını eleştirmek, CHP’yi kökü dışarıda olan bir oluşum olarak göstererek halk nezdinde küçük düşürmek ve kendini rahatlatmak olabilir. Ancak bunu yapmak için tutuklama imasının gerekli olduğu pek söylenemez. Erdoğan’ın tutuklama iması ile kendi taraftarlarına ya da hedeflediği seçmen kitlesine mesaj vermek yerine bir nabız tutmayı amaçladığı görülebilir.

Erdoğan ve AKP muhtemelen şu soruyu sormuştur: “Hem kitle desteği kazanan hem de arkasına emperyalist güçleri alan muhalefetin iktidarı sıkıştırması karşısında en radikal seçeneklerden biri olarak ana muhalefet liderini tutuklatsam ve neredeyse tüm muhalefeti (MHP, Saadet Partisi ve Vatan Partisi benzerleri hariç) illegal ilan etsem ne olur? Darbe mi olur? İç savaş mı çıkar? Halk isyanı mı çıkar?

Şu ana kadar tartışmanın seyri üslup olarak sert oldu. Ama bu vahim olasılığın CHP ve Kılıçdaroğlu tarafından sanki Türkiye’de kanıksanmış biçimde bir gazetecin, akademisyenin ya da sendikacının tutuklanması söz konusuymuş gibi tartışılması ilginç. Hürriyet muhabiri Kılıçdaroğlu’na soruyor: “Sizin hapse girmeniz CHP’nin muhalefet etme gücünü zayıflatacak mıdır?” Cevap: “Tam tersine daha güçlü hale getirecektir.” Sonra ropörtaj cumuhurbaşkanı seçimleri için CHP’nin planladığı çalışmalarıa devam ediyor. Nabız tutmak isteyene nabzın çok da hızlı olmadığını gösteren ifadeler bunlar.

Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlığı var

CHP ve Kılıçdaroğlu’nun, olası bir tutuklamanın hukuki boyutuna girmediğini de görüyoruz. Zira Kılıçdaroğlu hakkında MİT TIR’ları ile ilgili düzenlenmiş bir fezleke yok. Daha önce CHP’nin destek verdiği dokunulmazlıkları kaldıran anayasa değişikliği, o tarihten önceki fezlekeleri kapsıyordu. Yani yarın MİT TIR’ları ile ilgili bir fezleke yazılsa, Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlığı olduğu için gözaltına alınması, tutuklanması hatta yargılanması mümkün değil. Bunun için fezlekenin Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlığının kaldırılması için karma komisyonda görüşülmesi ve mutlaka meclis genel kurulunda oylama yapılması lazım. Yani bir “kumpas” kurulsa bile bunun bir akşamdan sabaha uygulanması imkânsız, genel olarak hayata geçmesi ise çok zor. CHP bu tartışmaya girmedi. Belki de bu tartışmayı siyasi alanda sürdürmeyi tercih etti. Belki de Erdoğan’ın sözlerinin özellikle Batı’daki imajını daha da kötüleştireceğini düşünerek bunu kullanmak istedi. Belki de tüm bu tartışmanın kendilerine oy kazandıracağına dair beklentileri vardı. Bilemiyoruz. Sonuçta kendi tercihleridir.

Hedef Akşener mi?

Ancak bu vahim tartışmanın, gergin ama olağan bir hava içinde geçmesinin beklenmedik başka bir sonucu olabilir. Tartışmanın nabzını tutanlar, Kılıçdaroğlu için ortaya atılan ve tartıştırılan olasılığı yeni parti kurma hazırlıkları içinde olan Meral Akşener açısından değerlendirebilir.

Kılıçdaroğlu’nun tutuklanmasının muhalefeti tümden bastırmak üzere iç savaş kartını çekmek ve bir ölüm kalım mücadelesine girişmediği durumda mevcut iktidara getireceği özel bir kazanç yoktur. Ayrıca Kılıçdaroğlu, bugün itibariyle Erdoğan’ın karşısına çıkıp cumhurbaşkanlığı seçimini kazanabilecek bir aday da değildir. Zaten bu yüzden AKP tabanını etkilemek için Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan Abdullah Güle kadar geniş ve sağcı bir yelpaze içinde sürekli arayış içindedir. Bu mantıkla Akşener’in partisine de sıcak baktığını ifade etmiştir.

Mevcut durumda burjuva siyasetinde tabloyu köklü şekilde değiştirme potansiyeline sahip gelişmenin Meral Akşener’in partisinin kuruluşu olduğu görülüyor. Bu parti daha kurulmadan MHP’den ciddi bir gücü yanına çekmiş durumda. Merkez sağda güçlü bir çekim merkezi yaratma ve AKP tabanına seslenme olanağına sahip. Batı emperyalizmi ve TÜSİAD da bu partiye oldukça sıcak yaklaşıyor. Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşü yapıldığında büyük yankı uyandırmışsa da gerisi daha büyük bir muhalefet dalgasıyla değil Gelibolu’da adalet konferansıyla geldi. Meral Akşener’in partisinin ise AKP’nin içindeki fay hatlarını bile tetikleyebilecek bir dalga yaratma potansiyeli var.

AKP’nin, Akşener parti kurmadan ya da çalışmalarını oturtamadan baskın bir erken seçime hazırlanmakta olduğu söylentileri ayyuka çıkmış durumda. Hatta Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu erken değil baskın seçim diyerek fiilen mümkün gözükmese de Ekim ayını işaret edecek kadar ileri gitti. Erdoğan’ın erken seçim istemesi karşısında MHP’nin barajın yüzde 7’ye indirilmesini istediği, ancak buna Saadet Partisi’ne yarayacağı ve AKP’nin oylarını böleceği için sıcak bakılmadığına dair haberler çıktı. Diğer yandan Akşener de olası bir erken seçim için partinin kuruluşunu hızlandırıyor.

Akşener’in dokunulmazlığı yok!

Tam da bu noktada Kılıçdaroğlu tartışmasıyla aslında Akşener’i siyaseten yıpratacak en uçta cezaevine götürecek bir yolun taşlarının döşendiği akla geliyor. Meral Akşener milletvekili değil, dokunulmazlığı yok. Öte yandan onun üstüne neyle gelecekleri de belli: FETÖ! 15 Temmuz’dan önce mitinglerde “yurtta sulh” kavramını kullanması uzun süre gündemde tutulmuştu. MHP’deki kurultay tartışmaları sırasında mahkemenin Akşener ve arkadaşlarının talebini kabul ederek kurultayı yapmak üzere atadığı çağrı heyeti başkanı Ayhan Erel, cemaat operasyonda göz altına alındı. Bir cemaat operasyonunda Fethullah Gülen’in Akşener’i övdüğü notların çıktığına dair iddialar MHP kurultay süreçlerinde sıkça Bahçeli tarafından kullanıldı. Geçtiğimiz Mart ayında Akşener’in hukuk danışmanı olduğu iddia edilen Nuri Polat yine cemaat operasyonunda tutuklandı. Bu kişinin Akşener’in avukatı olduğu bilgisi tekzip edildi. Ancak sonuçta iktidarın MHP ile birlikte Akşener’in üzerine “FETÖ” suçlamasıyla geldiği açık. Son olarak da Başbakan Yardımcısı Recep Akdağ A Haber’de katıldığı bir programda Akşener’in partisi için açıkça “FETÖ’nün desteği olduğunu biliyoruz” dedi.

Mesele Kılıçdaroğlu ya da Akşener değil Türkiye’nin sürüklendiği uçurumdur

İşte CHP, kendi lideri ile yapılan imalara verdiği tepkiyle belki de Akşener’e yönelik olası girişimlerin önünü açmıştır. CHP kendi ayağına sıkmıştır zira Akşener’in partisini bir müttefik olarak gördüklerini kendileri söylemektedir. Türkiye’nin işçi sınıfı ve emekçileri açısından burjuva partilerinin kendi iç çatışmalarında taraf olmanın bir gereği yoktur ama iktidarın, burjuva da olsa muhalefeti alt etmek için kullanacağı gayri meşru yöntemleri onaylamak da mümkün değildir. Bu yöntemlerin çok daha fazlasını ezilenlerin ve emekçilerin siyasi haklarının kısıtlanmasında kullanılmakta olduğu ve giderek bu baskıların daha da artacağı açıktır. Mesele Kılıçdaroğlu’nu ya da Akşener’i savunmak değildir. Tam tersine burjuva muhalefetinin sefaletinin istibdadın en büyük dayanağı olduğu açıktır. Gerçekçilik adına halkın önüne çıkardıkları Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan Abdullah Gül’e uzanan türlü alternatiflerin, her seferinde mutlaka ve mutlaka burjuva düzeninin istikrarını bozmadan siyaset yapmanın Türkiye’yi getirdiği yer bir uçurumun eşiğidir. Türkiye’nin emekçi halkı istibdadın ya da Amerikan muhalefetin peşinde uçuruma atlamak yerine kendi kaderini kendi eline almalıdır. İşçi ve emekçiler sermayeden ve emperyalizmden bağımsız bir cephede birleşerek, zincirlerini kırarak ve bir Kurucu Meclis için mücadele ederek istibdadı yenebilir. İstibdadın siyasi özgürlükleri, temel hak ve hürriyetleri gasp etmesine bu baskılara karşı kime yapılırsa yapılsın karşı çıkmak bu mücadelenin bir gereği olacaktır.