Jean Jaurès’i neden öldürdüler?

 

 

Sorun kendinize, ey güzel gençlik

Bir anının gölgesi kadar kısa bir an

Bir iç çekmenin nefesi kadar kısa bir an

Neden öldürdüler Jaurès’i?

Neden öldürdüler Jaurès’i?

Jacques Brel

“Pourquoi ont-ils tué Jaurès?”

 

Fransızca konuşulan dünyanın en büyük ozan şarkıcılarından, bir başka deyişle Fransız “chanson”unun önde gelen isimlerinden Jacques Brel, 1978’de gelen erken ölümünden önce hayatının en güzel ve en doğrudan politik şarkılarından birinde soruyordu: “Jaurès’i neden öldürdüler?” İşte şimdi, 31 Temmuz 2014’te o şarkıda sorulan sorunun konusu olan Jaurès’in ölümünün tam 100. yılındayız! Öyleyse Brel’in sorusunu biz de soralım, çünkü Brel’in hitap ettiği “güzel gençlik” sadece Fransız gençliği değil. Jaurès enternasyonalist bir sosyalistti. Onun mücadelesi de, ölümü de bütün dünya gençliğini ilgilendiriyor.

Öyleyse işe Jaurès’i (Jores okunur) tanımakla başlayalım. Fransa’nın zengin bir ailesinden gelen, felsefe okuyan ve siyasi hayatına burjuva politikasının sol kanadındaki cumhuriyetçi harekette başlayan Jaurès (1859-1914), 1890’lı yıllarda yani artık 30 yaşını geçmişken sosyalist olur. Nedeni, 1892’de başlayan, ta 1895’e kadar devam eden ünlü Carmaux (Karmo) grevleridir. Önce kömür madencileri, ardından cam işçileri (Soma ve Şişe Cam!) Fransa’nın Carmaux bölgesinde üç yıl boyunca değişik aşamalarda çok ciddi grevler düzenler. Burjuva politikasının bu grevler karşısındaki tavrı, Jaurès’i sosyalist yapar! Hem de öylesine ki, 1894’te Fransız Sosyalist Partisi’nden tam da Carmaux bölgesinden milletvekili seçilir.

Jaurès, 1914’te ölüene kadar Fransız sosyalizminin ve ilericiliğinin bütün davalarında aktif bir yer alır. 1894 yılında patlak veren Dreyfus olayında en ön planda büyük romancı Emile Zola vardır kuşkusuz, ama Jaurès de faal biçimde milliyetçilerin, Yahudi düşmanlarının ve militaristlerin haksız yere günah keçisi haline getirdiği bu Yahudi kökenli yüzbaşıya sahip çıkar. Bu mesele 1899’da doruğuna ulaşana kadar faal olur. Dreyfus’ün suçsuzluğu Fransız Danıştay’ının 1906’da verdiği bir kararla tescil edilecektir.

1905’te kilise ile devletin ayrılmasında kesin bir hat çizen, özellikle eğitimi bütünüyle laikleştiren yasaların müelliflerinden biridir. Bu yasalar Fransa’da hâlâ yürürlüktedir ve Katolik kilisesinin ve gerici akımların eğitim alanında yapmak istedikleri bütün ataklara karşı laik ve dünyevi eğitimin savunulmasında birer kalkandır.

1905 Jaurès için başka bakımlardan da çok önemli bir yıldır. Fransız sosyalizmi çok değişik akımlara bölünmüş bir hareketti. Örneğin Almanya’da ünlü Gotha kongresi ile Marksistler ve Lassalle’cılar birleşeli beri tek bir parti varken, Fransa’da Marx’ın damadı Lafargue’ın hareketi ayrıydı, Guesde’çiler vardı, Vaillant’cılar vardı, Millerrand’cılar vardı. Bunların birbölümü bir Sol Blok’ta birlikte çalışmaya başlamışlardı. 1905 yılında Jaurès’in öncülüğünde bu akımların çoğunluğu tek bir partide birleştiler. Yeni partinin adı Section Française de l’Internationale Ouvrière (SFIO) konuldu. Müthiş bir isim: İşçi Enternasyonali’nin Fransız Seksiyonu. Parti, kendine ulusal bir isim alma gereğini bile duymamıştı! Doğrudan doğruya, işçi sınıfının dünya partisinin Fransa’daki seksiyonu olduğunu ilan ediyordu. Hem de ne dünya partisi! Kaç ülkede yüz binlerce işçi üyesi idi, milyonlarca işçi oy veriyordu bu dünya partisine. Tarihe İkinci Enternasyonal olarak geçmiş olan bu örgütün kurucuları arasında Marx’ın en yakın çalışma arkadaşı Engels de vardı, öğrencileri August Bebel ve Wilhelm Liebknecht de. Kimler kimler yoktu ki örgütte, Kautsky’den Rosa Luxemburg’a, Lenin’den Trotskiy’e. İşte Jaurès’in kurulmasına ön ayak olduğu birleşik parti doğrudan bu dünya partisinin seksiyonu adını almıştı. Enternasyonalizmin düzeyi buydu.

1905 yılında Jaurès ayrıca bir de sonradan Fransa solunun daha da kalıcı bir kurumu haline gelecek olan l’Humanité (İnsanlık) adını taşıyan gazeteyi kurdu ve bu gazetenin yıllar boyunca başyazarı oldu. L’Humanité, Birinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası sosyalist hareketin bölünmesi sırasında Tours Kongresi’nde hareketin devrimci kanadını oluşturan Fransız Komünist Partisi’nin saflarını seçecekti. Maalesef daha sonraki Stalinist yozlaşma ve son yıllardaki liberalleşme ertesinde gazetenin değeri büyük ölçüde azalıyordu elbette.

Jaurès’in yazarlığı aynı zamanda bir tarihçi olarak da buluyordu ifadesini. Kendi yönetiminde hazırlanan Fransa tarihi dizisinin Fransız Devrimi ciltlerini kendisi yazmıştı. Hitabeti ise dillere destandı. 20. Yüzyılda sosyalist harekette, hatta genel olarak her tür akımda büyük hatipler arasında, öyle anlaşılıyor ki, sadece Trotskiy Jaurès’le rekabet edebilecek kadar iyi bir hatipti.

Jaurès işte böyle biriydi. Ama reformizme yatkındı, biraz da burjuva cumhuriyetçiliğinin izlerini taşıyordu. Kökeninden tam kopamamıştı ideolojik olarak. Ama yanlış anlaşılmasın: Bugünün sözde cumhuriyetçileri gibi ırkçılığa yatkın değildi. Talat Paşa Komite’leri kuranlar gibi yaklaşmıyordu diğer halklara. Kendisi o kadar anti-militarist olduğu halde, bir Yahudi’yi subay bile olsa ayrımcılığa karşı yıllarca savunmuştu,. Onlar gibi koyu milliyetçi de değildi, örgütüne SFIO adını takacak kadar enternasyonalistti.

Jaurès’in hayatının son büyük mücadelesi yükselen savaş rüzgârlarına karşı olacaktı. Enternasyonal içinde savaş, emperyalizm ve militarizm tehlikelerini görmezlikten gelen, hatta bütün bu konularda “kendi” burjuvazilerini desteklemeye yatkın olduklarını daha savaştan önce ortaya koyan çokça lider, sendika bürokratı ve parlamenter vardı. Jaurès değil! O son ana kadar savaşa karşı mücadele etti. Burjuva militarizmine karşı sosyalist bir yaklaşımla başka tür bir ordu öneriyordu. “Kışla ordusu”na karşı halkın bütününün toplumun bağrında milislerde örgütlenmesini, ordunun yerini bu milisin almasını savunuyordu. Tipik reformist eğilimiyle bu konuda bir yasa tasarısı bile hazırlamıştı!

28 Haziran 1914’te bir Sırp ulusçusu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı’nı ve eşini Saraybosna’da öldürdü. Bundan yaklaşık bir ay sonra 23 Temmuz’da Avusturya Sırbistan’a savaş ilanı anlamına gelen bir ültimatom verdi. Dünyanın nereye gittiği belli olmuştu artık. İkinci Enternasyonal’in yürütme organı olan Uluslararası Sosyalist Büro Brüksel’de olağanüstü toplantıya çağırıldı ve 29 Temmuz günü toplandı. Almanya’dan Kautsky, Britanya’dan Keir Hardie, Avusturya’dan Victor Adler, Fransa’dan Vaillant, Guesde, Sembat ve Longuet, İtalya’dan Angelica Balabanov, Başlçika’dan Vandervelde, Polonya’dan Rosa Luxemburg gibi önde gelen isimler oradaydı. Lenin ise toplantıya katılamamıştı. O gece Cirque Royal’de (Kraliyet Sirki) yapılan halka açık kitlesel toplantıda birtakım ülkelerin delegeleri söz aldı. Rosa Luxemburg’un konuşması olanaklı değildi, çünkü hasta ve bitkindi.

Ateşli hatip Luxemburg’un konuşmadığı bir toplantıda Jaurès elbette en etkili konuşmacı olarak parladı. İkinci Enternasyonal’in savaş karşısında kongrelerinde aldığı kararları hatırlattı, proletaryanın kendi gücünün farkında olduğunu söyledi, barış ve adalet taleplerini ortaya koydu. Ve hâkim sınıfları, savaş başlatmaya yeltenirlerse Avrupa çapında bir genel grev ile tehdit etti. Reformistti, ama Enternasyonal’in uç sol devrimci kanadından olan ve savaşa karşı yorulmaz biçimde mücadele eden Rosa Luxemburg’dan “fikirlerinin alevini Alman proletaryasının kalbine eken cesur kadın” olarak söz etti.

Bu, 29 Temmuz gecesi oluyordu. Paris’e dönen Jean Jaurès, 31 Temmuz akşamı bütün gün önce millet meclisinde, sonra dışişleri bakanlığında savaşa karşı dil döktükten ve l’Humanité’de bu konuda çalıştıktan sonra akşam bir kafede arkadaşlarıyla yemek yerken, güya “akli dengesi bozuk” bir milliyetçinin, Raoul Villain’in yakın mesafeden sıktığı iki kurşunla hayatını yitirdi!

Fransız solunun yöneticileri, bürokratlar, profesyonel politikacı haline gelmiş liderler anlaşılan mesajı almışlardı. Enternasyonalist ve anti-militarist Jaurès tasfiye edilir edilmez, aynen Alman muadilleri gibi, SFIO’nun önderleri de burjuvaziyle “Union Sacrée” (Kutsal Birlik) adı verilen politikaya sarıldılar, enternasyonalizmi terk ettiler ve savaşa asker yazıldılar!

“Jaurès’i neden öldürdüler?” sorusunun cevabı açık değil mi? 31 Temmuz’da Jaurès öldürüldü. 3 Ağustos’ta Fransa ile Almanya savaşa tutuştular! Jaurès’in ölümü emperyalist kapitalizmin dört yıl içinde 20 milyon insanın ölümüne yol açacak bir karşılıklı yağmalama ve yeniden bölüşüm savaşını başlatmak için enternasyonalist, anti-militarist, savaş karşıtı çok etkili bir önderin tasfiye edilmesidir.

Lev Trotskiy 1917’de Jean Jaurès’i anmak için yazdığı bir yazıyı şu satırlarla bitiriyordu: “Fikirler atleti Jaurès, insanlığın ve insan soyunun en korkunç illeti olan savaş ile mücadele ederken arenada düştü. O, gelecek kuşakların belleğinde, acıların ve düşüşlerin, umutların ve mücadelenin bağrından doğması gereken insanın öncüsü, habercisi olarak hatırlanacak.”

Jacques Brel Jaurès hakkındaki o güzelim şiir-şarkısında Jaurès’in öldürüldüğü dönemde işçi sınıfının durumunu anlatıyor. Günde on beş saat çalışan, daha on beşine gelmeden yıpranan, yaşlanmadan yaşlı olan bu insanlar için “tamam köle oldukları söylenemez” ama “bunu söylemek başka, yaşıyor olduklarını söylemek başka”dır. Bütün bunları atlatırlarsa,

Bir şanssızlık olur da hayatta kalırlarsa,

Savaşta askerlik yapmak içindir

Savaşta hayatını yitirmek içindir;

Bir kılıç düşkününün dudaklarından

Dökülen komutlara uyarak

Dehşet tarlalarına dalıp

Gün görmemiş yirmi yaşlarını açmak

Ve korkudan titreyerek ölmek içindir.

Evet ustamız, evet beyimiz,

Neden öldürdüler Jaurès’i?

Neden öldürdüler Jaurès’i?

 

 

Not. Brel’in şarkısı, dönemin işçi sınıfından çarpıcı resimler eşliğinde şu link’ten dinlenebilir: http://www.youtube.com/watch?v=ZqZ2pxLFYxA