İsyanın kızıl oyu!

Devrimcilik bir “kimlik” değildir. Bir pratiktir. Devrimcilik insanın “kartvizit”inde yazmaz, bir “sıfat” değildir. Bir kez alınınca, sanki Nobel sahibi yazar ya da Oscar sahibi oyuncu ya da madalya sahibi general gibi ilelebet taşınacak bir şey değildir.

Geçmişte devrimci olup sonra devrimciliğin d’si ile ilişkisi kalmamış o kadar çok şahsiyet ve siyaset vardır ki tarihte, saymaya değmez. Bütün dünya tarihi için doğru olan elbette Türkiye için de geçerlidir. Artık solda genç militanların bütün sosyalist partilerden “devrimciler” diye söz etmekten vazgeçmesinin zamanı çoktan geldi de geçiyor. 1970’li yılların şöyle ya da böyle devrimci akımlarının yerini şimdi birçok parlamentarist ve reformist, hatta revizyonist ve oportünist parti aldı!

Eylül ayında İzmir Karaburun’da sosyalist partilerin ve Kürt hareketinin sözcülerini bir araya getiren bir panele hasbelkader biz de katılmıştık. “Gezi” tartışılacaktı, ama aslında “seçim” tartışıldı. O panelin hemen ardından Gerçek’in Eylül sayısında yazdığımız köşe yazısının başlığı “Tek yol sandık!” idi. Bütün panelistlerin Gezi ile başlayan büyük halk isyanından çıkara çıkara seçim taktikleri çıkarmasına isyan ediyor ve soruyorduk:

“Onyıllarca ‘tek yol devrim!’ diye haykırmış bir solun mirasçılarıyız. Bugün halk somut olarak isyanı, ayaklanmayı, devrimi gündeme getirmişken, bu sefer de ‘tek yol sandık’ diye mi haykıracağız?”

Bu, 17 Aralık öncesinde idi. 17 Aralık’tan sonra korktuğumuz maalesef başımıza geldi. Halk isyanı hükümeti köşeye sıkıştırmış ama devirememişti. 17 Aralık’ta başlayan süreç ise hükümetin düşmesini somut bir olasılık olarak gündeme getirdi. Ama sosyalistlerimiz de, Kürt hareketi de sandığa kilitlenmişti. İki aya yakın süredir yaşadığımız süreç müthiş öğretici: Nesnel koşullar “kriz” diye haykırırken öznel koşullar yani Türkiye halklarının öncülüğüne soyunmuş parti ve hareketler “sandık” diye sayıklamaktadır!

Burada iki farklı, birbirine karşıt siyasi yöntemden söz ediyoruz. Sadece olağan durumlarda bile görülebilen siyasi veya ekonomik bir kriz değil, bir de devlet krizinin yaşandığı bir durumda, devrimci gözlerini yeni bir devletin olanaklarını arama işine çevirir. Hele daha altı ay önce milyonlarca insan isyan etmişse! Reformist/parlamentarist ise sandıkta elde edilecek kısmi, hatta marjinal başarılarla yetinir. Bu gerici hükümetin yerine başka bir gerici hükümete bile razıdır. Kitlelerin geri çekilmiş olduğu, hâkim sınıfların güçlü olduğu bir durumda bu onaylanmayabilir, ama hiç olmazsa anlaşılır. Lakin sistemin iflas ettiği, hâkim sınıf güçlerinin birbirlerinin boğazına sarıldığı, devlet aygıtının işlemediği, ama kitlelerin isyan ikliminde olduğu bir durumda?

Bu siyasi yöntem sorunu, günbegün yaşanan pratiğe de damgasını vurur. Reformist/parlamentarist, halkı ayağa kaldırmak için değil oy kullansın diye seferber olur. Bu yüzden, halkın kendiliğinden ayağa kalkan kesimlerini dahi görmezlikten gelir. En saf anlamıyla proleter bile olsa bu halk kesimi. İşte Greif fabrikasındaki işgal! 900 sanayi işçisi bir fabrikayı işgal ediyor. Devrimci İşçi Partisi’nin tavrı berraktır: O işçi kolektifinin içinde yer almak, onunla nefes alıp vermek, nabzını tutmak, ondan öğrenmek, ama aynı zamanda birikmiş deneyiminin derslerini de onunla paylaşmak. Evet, işgal başka bir sol akımın hazırladığı bir eylemdir. Ama devrimci tavır olanaklar ölçüsünde bu işçi hareketinin içinden düzende gedikler açmak için mücadele etmektir.

Reformist/parlamentarist, bu mücadeleye ya kayıtsız kalır, ya da ufku onu sandıkta oy gücüne tahvil etmekten başka bir şey göremez! Oysa bu işçi kolektifi, Türkiye’nin güncel güç dengeleri açısından çok belirleyici bir yöne işaret etmiştir. Demek ki işçi sınıfı içinde isyan etmeye yatkın unsurlar mevcuttur. Demek ki Greif işçisi gibi koskoca işçi kolektifleri bayraklarına halk isyanının şiarını yazabilmektedir: “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” Bir sosyalist akımın burada etkin olmasını karşıt bir argüman olarak ileri süremezsiniz: Hiçbir sosyal sınıf siyasi şiarları zorla kabul etmez. Demek ki sınıfın belirli kesimleri biz getirecek olsak belirli şeylere hazırdır.

Devrimci İşçi Partisi, Lenin’in deyimiyle “parlamenter budalalığın” bu tahammül edilemez düzeyiyle mücadeleyi bu somut anın en hassas mücadelesi olarak saptamıştır. Halk isyanını unutanlara inat, halk isyanını hatırlamak için aktif bir seçim politikası güdecek, “sandığa kırmızı oy” için çağrı yapıyor. Bu dağdağalı dönemin dinamiklerine uygun biçimde Greif işçilerinin ayak izinde çok daha geniş kitleler ayağa kalktığında partimiz de hazır olacaktır. Devrime.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Şubat 2014 tarihli 52. sayısında yayınlanmıştır.