İşçinin oy verdiği parti ayrı, geleceği aynı

İşçiler ve emekçiler farklı partilere oy verdiler. Ama hepsini aynı gelecek bekliyor ve bu gelecek pek de aydınlık gözükmüyor. Geleceği kristal küreye bakarak değil ekonomik verilere ve siyasal gelişmelere bakarak söylüyoruz.

AKP, 13 yılda ekonomiyi çıkmaz sokağa sıkıştırdı. Yıllarca Suudilerin petrol parasıyla, yüksek faizlerle toplanan sıcak parayla ekonomiyi döndürmeye çalıştılar ama artık deniz bitti. Müteahhit ekonomisi, borç ekonomisi, kumarhane ekonomisi sona geldi. Suçu 7 Haziran'ın üstüne attılar. 8 Haziran'da 2,77'ye çıkan dolar 1 Kasım’a kadar 2,93'ü gördü diye. 2 Kasım'da 2,80'e düşünce işte halk istikrarı seçti dediler. Şimdi dolar tekrar 2,91 oldu. Demek ki mesele AKP'nin aldığı oy oranı değil AKP'nin uyguladığı ekonomi politikası ve AKP'nin kolladığı patronların kendi kârlarını düşünüp hep faturayı emekçi halka yıkması. Patronlar yolunu buluyor, Türkiye'nin ilk 500 sanayi kuruluşu parayı dövize yatırıp üretim dışı kârlarını 7,5 milyardan 13,6 milyar dolara çıkarmış. İşçinin sokakları ise dönüp dolaşıp hep sefalete çıkıyor.

AKP, işçiye asgari ücret 1.300 lira olacak diyor. Ama ekliyor. Yük işverenin omzuna binecek, o yüzden ilave teşvikler dâhil uygulamalarla işvereni mağdur etmeyeceğiz. Patron diyor ki "asgari ücret 1.300 olursa, daha deneyimli işçiler de zam talep eder. Sonuçta aynı işi daha az işçiyle yapmak zorunda kalırız, işçi çıkartırız." AKP'nin seçim beyannamesinde iş güvencesi diye bir şey yok. Tersine iş güvencesinin son kırıntısı kıdem tazminatını fona devredip, patronu işçi çıkartma maliyetinden kurtarmak var. Patronun tam istediği gibi. O halde yakın gelecekte ilk tehdit altında olan hakkımız kıdem tazminatıdır. Hangi partiye oy vermiş olursa olsun tüm işçiler bu hakka gözü gibi bakmalı, ne pahasına olursa olsun dokundurtmamalıdır. Silahımız belli: işçinin kıdemi genel grev sebebi!

Kıdem tazminatı giderse ne mi olur! İşten çıkartmalar artar. Yedek işsizler ordusu büyür. Patronlar herkese dışarıdaki işsizleri gösterip beğenmeyene kapı orada derler. Taşeronlaşma artar. Sonuçta işçi ücretleri artacak derken toptan tüm işçilerin ücretleri düşmeye başlar. Enflasyonun artması da cabası. Diyeceğimiz şey belli: işten çıkartmak yasaklansın! Taşeron yasaklansın herkese güvenceli kadro! Ücretlerde kesinti olmaksızın 35 saatlik çalışma haftası! Ücretlerin otomatik olarak enflasyona endekslenmesi, toplu sözleşmelerde elde edilecek zammın buna eklenmesi. Herkese çalışma hakkı, güvenceli ve sağlıklı koşullarda iş ve insanca yaşayacak ücret!

Hem kıdem tazminatı fona devredilir hem de işten çıkartmalar engellenemezse, işsiz kalan işçi fondan aldığı parayı tefecilere (bankalar da yasal birer tefeci kurumudur) vermek zorunda kalır. Elde para kalmayınca yeniden borçlanır. Bugün 2,5 milyon insan kredi kartı borcunu ya da ihtiyaç, ev, otomobil vb. kredisi taksitlerini ödeyemediği için yasal takibe alınmış durumda. Bu rakam katlanır. Tefeci bankalar, işsiz kaldığı yetmiyormuş gibi insanın üstüne çullanır. Zararlarını ise devletin karşılamasını isterler. O halde savunacağımız şey belli: işçinin temel ihtiyaçlarını karşılamak için aldığı borçlar silinsin! Bankalar işçi denetiminde kamulaştırılsın!

Erdoğan bankaların, müteahhitlerin, fabrikatörlerin devletine başkan olmaya çalışıyor. Devrimci İşçi Partisi ise bankaları, fabrikaları devletin, devleti işçinin yapmak için yola çıkıyor! İşçinin geçmişini oy verdiği partiler, geleceğini ise hiç oy vermediği, seçimlere dahi girmeyen ama işçinin olan, işçiyi savunan, bankalarla müteahhitlerle fabrikatörlerle ve onların uşaklarıyla asla uzlaşmayan bu parti temsil ediyor!
 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2015 tarihli 73. sayısında yayınlanmıştır.