Hükmedemeyen bir hükümet!

Erdoğan ve AKP hükümeti çok ciddi sorunlarla boğuşuyor. Hem iç hem dış politikada tam anlamıyla bir fiyasko görüntüsü veriyor. Sonuç içeride de dışarıda da çürümeye başlayan bir hükümettir.

AKP hükümeti ve Başbakan Erdoğan iktidardaki yıllarının en zor dönemlerinden birini yaşıyor. Erdoğan bunun farkında ve sürekli olarak zayıflıklarının üstünü örtme gayreti içinde. Doğrusu bu noktada en büyük desteği kendisine “padişah” yakıştırması yapan sol çevrelerden alıyor. Sürekli yeni ve büyük sorunlarla karşılaşan ve ardı ardına çuvallayan Erdoğan için daha güzel bir moral destek düşünülemez. Ama devrimci olan gerçeklerdir. Gerçek ise Erdoğan’ın ve AKP hükümetinin çok ciddi sorunlarla boğuşuyor olmasıdır.

Gerçek Gazetesi sayfalarında dünya ekonomik krizinin belirlediği bir genel çerçeve içerisinde AKP hükümetinin hem iç hem de dış politikada tam anlamıyla bir fiyasko görüntüsü verdiğini işliyoruz. Son döneme bakıldığında bu durumun örneklerinin arttığını görebiliyoruz.

Erdoğan, cumhurbaşkanlığı adaylığında rakibi olan Abdullah Gül’e karşı hamle avantajı sağlamak gayesiyle yerel seçimleri beş ay erkene almak istedi. Aksi takdirde yerel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimi 2014 yılı içerisinde birbirine çok yakın tarihlerde, belki de birlikte yapılacaktı. Erdoğan bunun için gerekli anayasa değişikliğini sağlayacak oy oranına ulaşamadı. AKP grubu içinden verilen firelerle oy sayısı 367’nin altında kaldı. Erdoğan içeride esti gürledi ama bir yenilgiyi daha göze alamayarak yerel seçimlerin 2014’te yapılmasına razı oldu.

BDP’li milletvekillerine dokunulmazlıkların kaldırılması kozuyla yüklenmek istedi. Meclise getirir, gereğini yaparız diyordu. Ancak BDP kararlıydı. Kürt halkı da BDP’li vekillerin arkasında tek yumruk olmuştu. AKP’nin kendi Kürt milletvekilleriyle yaptığı görüşmelerde Erdoğan, partisinin doğuda silineceği mesajını aldı ve dokunulmazlık pilavı da daha sonra tekrar ısıtılmak üzere buzdolabına kaldırılmış oldu. “Padişah” mı demiştiniz? Hal ortadayken, gereksiz ve sevimsiz bir Erdoğan propagandası olsa gerek bu!

29 Ekim’de Ankara’da gerçekleştirilen protestolarda da iktidar benzer zafiyetler göstermişti. Önce biber gazı ve tazyikli su sıkılmış daha sonra kitlenin önündeki barikatlar kalkınca Erdoğan küplere binmişti. Barikatları kaldırın talimatını verenin Cumhurbaşkanı Gül olduğu zımnen ortaya çıkınca Erdoğan bir kez daha dişlerini sıkıp kazı çevirme safhasına geçti. Ama arada polis şefleri iyice bir kalaylanmışlardı. Azarı yiyen polis şefleri Aralık ayında ODTÜ’de hazırdı artık. Uydu fırlatma törenine Cumhurbaşkanı davet edilmemiş, polisler de sıkıca tembihlenmişti. Polis bu sefer gazı, suyu, copu cömertçe kullandı. Devlet terörünün eşine az rastlanır örneklerini sergiledi. Belli ki kendini zayıf hisseden Erdoğan bir sürpriz istemiyordu. Ama yine istediğini alamadı. Onca devlet terörüne, geceleri yapılan ev baskınlarına rağmen ertesi gün daha çok öğrenci, öğretim üyesi ve emekçi meydanları doldurdu. Erdoğan destek kuvvet olarak üniversite rektörlerini çağırdı. Pek çoğu da sıraya dizildi dizilmesine ama bu tavır da o üniversitelerin tabanından daha güçlü bir muhalif sesin çıkmasına sebep oldu.

Nereye elini atsa elinde kalıyor Erdoğan’ın. Sadece içeride değil dışarıda da durum böyle. Suriye’yi kendisine pilot bölge olarak seçip Ortadoğu’da Türkiye’yi lider ülke yapmaya soyunan Erdoğan ve Davutoğlu’na Katar’ın Doha kentinde “one minute” dediler. Suriye muhalefetini yeniden organize etmeye soyunan ABD ve Avrupalı emperyalist müttefikleri Türkiye’nin arka bahçesi konumundaki Suriye Ulusal Konseyi’ni muhalefet içinde azınlık konumuna düşüren yeni bir yapı kurdular.

İsrail’in Gazze saldırısını fırsat bilip ön alalım dediler o da olmadı. Emperyalizmin ve Siyonizmin hizmetine soktukları diplomatik girişimleriyle Hamas’ın elini kolunu bağladılar ama parsayı Mısır Cumhurbaşkanı Mursi topladı. Davutoğlu sonrasında “Biz de zaten Mısır’ın ön plana çıkmasını istiyorduk” dedi ama… Yerseniz!

Sonuç hem içeride hem de dışarıda çürümeye devam eden bir hükümettir. Üstelik bu gelişmeler henüz kapıda bekleyen büyük ekonomik kriz etkisini göstermeden yaşanmaktadır. Bu çürüme AKP hükümetinin olası bir ekonomik deprem karşısında ayakta kalma olasılığını azaltmaktadır. Bu koşullarda işçi sınıfı ve Kürt halkının burjuvaziden bağımsızlaşan bir ittifakı gerçek bir alternatif olarak yükselebilir. Diğer taraftan, “padişah” edebiyatıyla AKP ve Erdoğan’ı olduğundan kuvvetli gösterip işçiyi ve ezilen Kürt halkını batıcı-laik burjuvazinin ve hatta sonunda CHP aracılığıyla (Kılıçdaroğlu açıkça cumhurbaşkanı seçiminde Gül’e destek sinyali vermiştir) Abdullah Gül’ün ve Fethullahçı sermayenin arkasına dizecek bir politika inşa edilmektedir. Çıkış işçi sınıfının ve Kürt halkının burjuvaziden bağımsız üçüncü cephesindedir. Burjuvaziyle işbirliğinin sonu bataklıktır.

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ocak 2013 tarihli 39. sayısında yayınlanmıştır.