Halk isyanı önderliğini arıyor

Gezi Parkı eylemlerine devletin polis gaddarlığı ile cevap vermesi eylemleri bir halk isyanına dönüştürdü. Halkın bu isyanı büyük oranda kendiliğinden gerçekleşen bir patlamaydı.  Ancak kitlelerin dilindeki anlamlı sloganda da ifade edildiği gibi bu daha başlangıçtı ve mücadeleye devam edilecekti. Mücadele süreklilik kazandıkça, örgütlülük ve önderlik ihtiyacı giderek artan biçimde kendini gösterdi.

İsyan, ihtiyacı olan örgütlülüğe ancak Gezi Parkı’nın son günlerinde kurulan halk forumları ve bu forumlarda seçilen temsilcilerle kavuşabildi. Ama bu aşamada Bülent Arınç’la ilk görüşme çoktandır yapılmış ve Taksim Dayanışması hükümetin muhatabı haline gelmişti. Taksim Dayanışması’nın çoğunluğu ise süreci kazasız belasız  sönümlendirip, belediye seçimlerinden Silivri sürecine, AKP karşıtı parlamenter cephe kurma çalışmalarına, güya çözüm sürecine vb. dönmeyi hedefliyordu. Oysa isyan eden halk “bu daha başlangıç, mücadeleye devam” derken isyanı somut kazanımlara dönüştürmek üzere mücadeleyi yükseltmeyi anlıyordu.

Erdoğan’ın kimseyi temsil etmeyen birtakım saray soytarılarıyla yaptığı sahte görüşmelerin üstüne Taksim Dayanışması’nı da azarlayarak geri göndermesi yeni bir siyasi hamleye vesile yapılıp Erdoğan teşhir edilip zor durumda bırakılabilirdi. Ama Erdoğan’ın o açıklamalarından sırf Gezi sürecini kazasız belasız bitirmek amacıyla “pozitif yönlü yaklaşım” icat edenler başbakanı kurtardılar, isyanı ise zora soktular. Bu, mücadeleyi büyütmediği sürece geri düşmeye mahkûm olan halk isyanına ihanet etmek demekti. Erdoğan’ın polisi, iş makinelerinin yıktığı taştan demirden barikatların değil, ihanet eden önderliğin yıktığı siyasi barikatların üzerinden saldırdı Gezi Parkı’na.

Buradan tek bir sonuç çıkarmak mümkündür: isyan kendi içinden kendi önderliğini yaratmadığı sürece, onun enerjisine, özgüvenine ve cüretine sahip olmayan sözde önderlikler çaresiz onun gerisinde kalacaklardır. Demek ki bugün parklar hareketinin mutlaka kendi içinden bir temsilciler heyeti oluşturması elzemdir. Bu öz örgütlenme kitlenin taleplerini belirleyip ileri doğru yürümesi için gerekli.

Siyasi önderlik

Ama yeterli değil. Tayyip Erdoğan siyasi alanda hamle üstüne hamle yapıp, meseleyi ABD, AB ve NATO’yu gündeme getirerek Batılı yaşam tarzına sıkıştırmak, Koç’u Sabancı’yı gündeme alarak isyanın işçi sınıfını kapsayamayan zayıf karnına vurmak istedi. Bu hamlelere karşı hamleler ancak siyasi bir önderlikle gerçekleştirilebilirdi. Gezi Parkı’nda diğer birçok sesin yanında anti-emperyalist bir ses yükseltilebilirdi. Bu, Obama’nın dizinin dibinden ayrılmayan Erdoğan’ı zora düşürecekti. Ama bunun için sesi dinlenen bir siyasi önderlik gerekirdi. Bu yapılamayınca zor duruma düşen Gezi oldu.

Oysa isyanı siyasi olarak kuşatmaya çalışan Erdoğan, anti-emperyalizmin bayrağını yükselten,  işçi ve emekçilere seslenen ve yüzde 99’u hedefleyen bir perspektifle kuşatılabilir, yalıtılabilirdi. Şimdi Gezi’den çıkan isyan parklarda, sokaklarda, meydanlarda devam ediyor. İsyan yolunu ve önderliğini arıyor. Devrimci İşçi Partisi, elbette tutarlı başka devrimci güçlerle birlikte “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” diyen halk isyanını proleter devrime dönüştürecek,  “zafere kadar sürekli devrim” gibi bir perspektifle bu görevi üstlenebilmek için mücadelesini sürdürüyor. Halk isyanının işçi sınıfıyla buluşarak AKP’nin sahte çoğunluğunun karşısına alınterinin, göz nurunun, beyin gücünün yüzde  99’uyla çıkmasını amaçlıyor. Nihai hedefi işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarının kurulabileceği koşulları yaratmaktır.

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Temmuz 2013 tarihli 45. sayısında yayınlanmıştır.