Gezi boş, İstanbul dolu!

Tayyip Erdoğan hayatının en büyük hatasını yaptı. Bir halk yüz binleriyle militanca sokağa çıkmışken, milyonlarıyla hiddet içinde homurdanırken, üstelik bu büyük isyan dalgasının sona erdiğine dair ortada hiçbir belirti yokken, isyanın kalbine, bu durumda Gezi Parkı’na saldırmanın, kendi idam fermanını imzalamak anlamını taşıyabileceği gerçeğini öğrenecek belki de.

Gezi Parkı şimdilik dağıtılmış olabilir. Belki 20 bin kişi boşaltılmış olabilir. Ama 15 Haziran’ı 16 Haziran’a bağlayan gece, bu satırların yazılmakta olduğu sabah saat 3’te, o 20 bin kişi sel gibi çoğalıp İstanbul’da belki 200 bin oldu, şehrin caddelerini, meydanlarını doldurdu, çevre yollarını kapladı, her yerde trafiği durdurdu. Devlet şimdi İstanbul’da sadece Taksim meydanının şerefini koruyabiliyor. Ona yakın yerlerde, diyelim Harbiye’de, Dolmabahçe’de, Tarlabaşı’nda, Kabataş’ta ve benzeri yerlerde devletin borusu ötüyor. Başka her yerde halk canı isterse bütün geceyi sokakta geçirecek kadar özgür.

Bir de KESK’in ve DİSK’in ilan ettiği genel grev var. İşçi sınıfı da ağır ağır da olsa mücadelenin parçası haline geliyor.

Gazi Gezi’ye geliyor!

Bu satırların yazıldığı Osmanbey’de, saatlerce süren gazlama çabaları sokaklarda kalabalığı bir ölçüde seyreltmiş olsa da, esas kitle hâlâ dirençli biçimde sokakta. Ardı ardına kurulmuş iki barikatın arkasında duruyoruz. Saatlerdir kalabalığı gaz atarak test eden TOMA nihayet geri çekiliyor. Biz, kalabalık yavaş yavaş seyreliyor derken, birden arkadan binlerce insan takviye olarak giriyor, aramızda oluşmuş boşlukları dolduruyor. Bulunduğumuz sokak şimdi gecenin başında olduğu kadar kalabalık. Günlerdir Gezi özgürlüğün tadını çıkartırken polise karşı mücadele eden Gazi’nin adı yankılanıyor: “Diren Taksim, Gazi geliyor!”

Ama sadece Osmanbey’de mi, sadece İstanbul’da mı? Hayır, İzmir’de Basmane, Ankara’da Kennedy, Antalya’da Cumhuriyet meydanı, Bursa’da Heykel, Eskişehir, polisin özel bir saldırganlık gösterdiği Adana, daha nereler nereler! Türkiye halkı ayakta!

Şimdi Ankara’da birtakım gösterişli bürolarda iktidar sahipleri omzu apoletlilerle telaşlı telaşlı konuşuyor. Bu büyük gafın nelere yol açabileceğini tartışıyor, hangi polisiye tedbirleri alabileceklerini tartıyorlar. Ama bütün bir halk ayağa kalktığında hangi polisiye tedbir bir işe yarar ki? Öyleyse düzenin hâkim dorukları bundan sonraki aşamada iki şey tartışacak: polisiye tedbirden askeri tedbire geçmeyi, yani sıkıyönetim ya da olağanüstü hal ve siyasi düzenleme.

Masada artık Tayyip Erdoğan var

Çünkü bu olaydan önce her ne kadar kitleler her yerde hep bir ağızdan hançerelerini yırtarcasına “Tayyip istifa!” ve “hükümet istifa!” diye haykırıyor idiyseler de, hükümeti gerçekten sarsabilecek bir güç henüz oluşmamıştı. Nitekim masaya gidildiğinde hükümetin istifasından çok beride kalan talepler dile getiriliyordu. Ama Tayyip Erdoğan kendini şimdi masada oturan bir taraf olmaktan çıkararak masanın üzerine fırlatıverdi. Şimdi kitle hareketi ile iktidarın dorukları arasında pazarlık konusu Tayyip Erdoğan’ın kendisi olmak zorunda. O gitmezse belli oldu ki hiçbir şey değişmeyecek. O gitmedikçe kitlenin üzerindeki şiddet durmayacak. Kitle kendi hayatı için Tayyip Erdoğan’ın siyasi hayatını talep etmek zorunda.

En olası formül, Erdoğan Kuzey Afrika’da iken ortaya çıkan ittifakın harekete geçmesidir. Abdullah Gül-Bülent Arınç-Kemal Kılıçdaroğlu üçlüsü Tayyip Erdoğan’ın sistem için yarattığı felaketi temizlemek için en azından onu kuşatıp etkisiz hale getirmeye, zamanla da iktidarını sınırlamaya çalışacaktır. Bunun hukuki formülü muhtemelen Gül’ün anayasanın kendisine verdiği yetkiyi kullanarak Bakanlar Kurulu’nu kendi başkanlığında toplaması olacaktır. Sıkıyönetim veya OHAL’in buna eşlik etmesi beklenebilir.

Bunlar da işe yaramazsa Tayyip Erdoğan’ı bütün bütüne harcayacaklardır. Yoksa arkası devrimdir!

15-16 Haziran burjuvazi için tekin değildir!

İstilacı uygarlıklar işgal ettikleri topraklarda, kendilerinden önce gelenlerin izini örtmeye bırakmaya çalışan itler gibi, daha eski uygarlığın tapınağının tam üstüne kendi tapınaklarını inşa ederler. Diyelim İspanyol sömürgeciliği Meksika’ya geldiğinde Aztek tapınağının tam üstüne kendi büyük katedralini dikmiştir. Tayyip Erdoğan da sanki bu sömürgeci uygulamaya özenmiş gibi, işçi sınıfının tarihinde en özel yıldönümlerinden biri olan 15 ve 16 Haziran günlerinin her ikisine de birer miting koydu. Sen misin ben mitingle gücümü göstereceğim diyen, İstanbul’un ve Türkiye’nin isyankâr halkı 15-16 Haziran geleneğini ayakta tutarak sokakları fethetti yine. Siz tarihin ironisine bakın: 15 Haziran 1970’te hükümet işçi sınıfı ayaklanmasından muazzam ürkerek Unkapanı köprüsünü kapatmıştı. 43 yıl sonra günü gününe yine 15 Haziran’da yine düzen hükümeti aynı köprüyü kapatmak zorunda kaldı. Halktan korkuyorsunuz! Her şeyde haksızsınız, bir tek bunda sonuna kadar haklısınız.