“FETÖ’nün siyasi ayakları” birbirine düştü

Bir “siyasi ayak” tartışmasından çıkıp adeta bir politik iç savaş manzarasına dönüşen tüm bu manzara bize şunu anlatıyor: İstibdadı kuran ile istibdada karşı mücadele ettiğini söyleyen aynı pınarda yıkanmış! Aynı düzenin iki ayağını oluşturan bu güçler daha önce defalarca olduğu gibi istibdadın yerine hürriyet talep eden emekçi halka karşı “istikrar cephesinde” birleşebilir. Bugün istibdada karşı ekmeğini ve hürriyeti savunanlar, ancak iki ayaktan da uzak durarak, işçi sınıfının başını çektiği gerçek bir ekmek ve hürriyet mücadelesinde yer alarak istibdada son verebilir.

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “FETÖ’nün siyasi ayağı” ile ilgili olarak 2009’da askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını öngören yasayı çıkaranları işaret etmesiyle büyük bir tartışma başladı. İlker Başbuğ bu sözleriyle açıkça AKP meclis grubunu ve tabii ki Erdoğan’ı hedef göstermiş oldu. Erdoğan da mesajı alarak İlker Başbuğ hakkında tüm milletvekillerini suç duyurusunda bulunmaya çağırarak cevabını verdi. Ancak tartışma burada bitmedi. AKP ve CHP birbirlerini “FETÖ’nün siyasi ayağı” olarak suçlamaya devam ediyor.

Tencere dibin kara

CHP’nin argümanları Erdoğan’ın “ne istediniz de vermedik” sözüne referansla AKP’nin cemaat ile işbirliği yaptığı döneme odaklanıyor. AKP ise 17/25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarını milat olarak kabul ediyor ve bu tarihten sonra CHP’nin cemaatle ortak bir muhalefet cephesi oluşturmasını gündeme getiriyor. Bu tartışma uzun süredir aynı kısır döngüde sürüp gidiyor. İki taraf da birbirini suçluyor ve bir aşamada taraflardan biri “oralara girersek işin içinden çıkamayız” türünden bir söz söyleyip tartışmayı kapatıyor. İki taraf da işin içinden çıkamayacağını bilerek tartışmayı bitirmeye razı oluyor. Son süreçte de Süleyman Soylu çıkıp aynı yöntemle tartışmayı kapatmaya çalıştı ve şöyle dedi: “Kılıçdaroğlu'nu uyarıyorum; bu defterler açıldığında kendisi zarar görecek…"

Ancak bu sefer tartışma bitmedi, bitecek gibi de gözükmüyor. Çünkü konu artık taraflarca parlamenter siyaset arenasını aşan bir şekilde formüle ediliyor. İki taraf da birbirini artık açıkça bir terör örgütünün siyasi ayağı olmakla suçluyor. Taraflar bu iddialarının peşini bırakmamaya kararlıysa meselenin sandıkta çözülemeyeceği, tabiri caizse tarafların karakolluk olacağı açık. Tartışmanın, hakikati ortaya çıkartmaktansa, karşı tarafı tayin edici bir siyasi muharebe alanına çekme kaygısı güttüğü anlaşılıyor.

Amerikancı istibdada karşı Amerikan muhalefeti ve sermayenin iç savaşı

Bu yüzden her iki taraf da sandıkla ilgisi olmayan güçleri arkasında toplayarak bu muharebeye hazırlanmaya çalışıyor. İlker Başbuğ’un çıkışından asker içinde hükümetten haz etmeyen grupları diri tutmaya yönelik bir etki yaratması bekleniyor. ABD’nin CIA iltisaklı think-tank kuruluşu Rand Corporation’ın yayınladığı Türkiye raporunda orta kademe subayların rahatsız olduğu, hatta bir darbe olasılığının dahi bulunduğu tespiti bu beklentiyi güçlendiriyor. Son olarak ABD’den senatörlerden oluşan bir heyetin İzmir’deki NATO üssünü ve İstanbul’da TÜSİAD’ı ziyaret edip Ankara’ya uğramadan dönmesi, ABD’nin meseleyi kâğıt üstünde bırakmaya niyetli olmadığına işaret ediyor.

ABD adeta kendi çizgisindeki muhalefet odaklarına, “yürüyün” diyor! Başını Kılıçdaroğlu’nun çektiği Amerikan muhalefeti, Davutoğlu ve Babacan’ın yeni partileriyle saflarını güçlendirme gayreti içinde. Hem Davutoğlu’nun hem de Gül’ün neredeyse eş zamanlı olarak Gezi’ye yönelik olumlu yorumlar yapması tesadüf değil. Gezi davasında mahkeme heyetinin avukatların tüm taleplerini reddettikten sonra belli ki yine bir talimatla beraat kararı vermesi, rüzgârın iktidar saflarının içine kadar uzanmış olabileceğini düşündürüyor. Pelikancılar için olağan şüpheli Adalet Bakanı Abdülhamit Gül!

Tayyip Erdoğan da hamlelerini Amerikan muhalefetinin bu büyük atağını kırmaya yönelik olarak yapıyor. Ne var ki Erdoğan’ın hamlesi, ABD’ye karşı değil ABD’ye kendisini esas eleman olarak sunmaya yönelik. Bunun için İdlib’de bir anda Esad’a Şubat sonuna savaş randevusu veren Erdoğan, sahada Türk askerini Rusya ile karşı karşıya getirmekten de çekinmedi. Bu hamleyi NATO’nun göreve çağrılması ve ABD’den Patriot füzeleri talep edilmesi izledi. S-400’ler ise paketleriyle birlikte depoya kaldırılmış gözüküyor. ABD bu hamleleri karşılıksız bırakmadı. ABD Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey İdlib için “şehidimiz var” diyerek Erdoğan’ın ABD’nin savaşını vermek üzere yaptığı başvuruyu kabul ettiğini ilan etti. Yaptırımlar geri çekildi, masaya konmuş olanlar tekrar rafa kaldırıldı. Erdoğan, asker içinde de bir güç mücadelesi içinde. Orta kademe subaylardaki rahatsızlığın karşısına birlikte hareket ettiği üst kademe generaller ve sahaya sürülen ülkücü-rabiacı alt kademe profesyonel askerlerle (çoğunlukla sözleşmeli askerler ve uzman erbaşlar) çıkıyor. Yargı da bir mücadele alanı ve Erdoğan, Gezi davasında her kim beraat talimatı verdiyse onun kararını bir üst talimatla geçersiz kılarak yargıdaki merkezkaç eğilimleri kontrol altına almaya çalışıyor. Amerikan muhalefetinin ekonomik güç odağını oluşturan TÜSİAD’ın karşısına ise Erdoğan; Etham Sancak’lardan, Limak’lardan, Cengiz’lerden, Şahenk’lerden, Demirören’lerden oluşan bir oligarklar grubuyla, Varlık Fonu’nu getirdiği yeni güçle ve Katar’dan akan dolarlarla çıkıp ekonomik güç dengesini sağlamaya çalışıyor.

İstibdadın gerçek karşıtları istibdadın taklitçileriyle yürüyemez!

Bir “siyasi ayak” tartışmasından çıkıp adeta bir politik iç savaş manzarasına dönüşen tüm bu manzara bize şunu anlatıyor: İstibdadı kuran ile istibdada karşı mücadele ettiğini söyleyen aynı pınarda yıkanmış! CHP, Erdoğan’a ve AKP iktidarına karşı mücadele ediyor ama onun yamacında bulunmuş güçlerle her an iç içe geçerek, hep ona yakın konumlarda durarak, onun yöntemlerini bile kullanarak. İstibdad böyle yıkılamaz! CHP, dün FETÖ ile ortak muhalefet inşa etmeye çalıştığı gibi yarın Gül, Babacan, hatta Davutoğlu ile birleşmeye çalışacaktır. CHP ve müttefikleri, istibdadın yerine düzeni bir bütün olarak değiştirecek bir atılımın gelmesi korkusuyla geçmişte “düzenli geçiş” stratejisi uyguladı, gelecekte daha da kötüsünü yapabilir, düzen değişikliğindense istibdadın ayakta kalmasını bile tercih edebilir. Aynı düzenin iki ayağını oluşturan bu güçler daha önce defalarca olduğu gibi istibdadın yerine hürriyet talep eden emekçi halka karşı “istikrar cephesinde” birleşebilir.

Bugün istibdada karşı ekmeğini ve hürriyeti savunanlar, ancak iki ayaktan da uzak durarak, işçi sınıfının başını çektiği gerçek bir ekmek ve hürriyet mücadelesinde yer alarak istibdada son verebilir. Bizim kavgamız böyle bir birliğin taşlarının döşenmesi yolundadır.