Dokunulmazlık cinayetleri (1): “Kürsü dokunulmazlığı” safsatası

 

 

24 saatlik bir süre içinde mecliste yaşanan iki olay, dokunulmazlıklar tartışmasının anlamını açık seçik ortaya koydu. HDP’nin Şırnak milletvekili Ferhat Encü meclis kürsüsünde konuşurken AKP’liler önüne toplandı, onu susturmaya çalıştılar, sonra da fiziksel olarak saldırdılar. Alın size “kürsü dokunulmazlığı”! Ne diyordu Ferhat Öncü? Güvenlik güçlerinin sivil halkı katlettiğini söylüyordu. Devletin güvenlik güçlerinin eleştirisi meclis kürsüsünden yasak!

Kısa süre sonra AKP’li milletvekillerinin oylarıyla meclis gündemine gelen dokunulmazlıklara ilişkin anayasa değişikliği komisyon tartışması başladı. Birçok milletvekili komisyon toplantısında bulunmak istediği için komisyonun toplandığı salon yetersiz hale geldi. HDP’liler haklı olarak daha geniş bir salonda toplanmayı önerdiler. Ama komisyon başkanı ilk bakışta aklın almayacağı bir inatla o daracık salonda kalmakta ısrar etti. Amaç açıktı: yer yokluğu gerekçesiyle basını salondan çıkartarak müzakereleri halkın gözünden gizlemek! İnadın sonu kavga oldu.

Her iki olayın açıkça ortaya koyduğu hakikat şudur: AKP halkın haklarını kısıtlamaya girişmiştir. Halkın bir bölümünün, yani HDP’ye oy verenlerin fikirlerinin mecliste dile getirilmesini istemiyor. Tamamının da Kürt sorunu konusunda bilgilenmesini istemiyor. Her şey bu kadar yalındır.

Hedefini şaşırmış “demokratlık”

Yasama dokunulmazlığı konusunda demagojik açık arttırma yıllardır devam ediyor. Mecliste iktidar partilerinin bakanları ve milletvekilleri on yıllardır hırsızlıkla, nüfuz ticaretiyle, rüşvetle semiriyor. Halk da bunu biliyor. Dolayısıyla, kimi safdil demokratlıktan, kimi ise düşünce özgürlüğünün kısıtlanmasını amaçladığı için devamlı dokunulmazlığı orasından burasından tırtıklamayı halka dalkavukluk yaparak savunuyorlar. “Hırsızlara dokunulmazlık verilmesin, dokunulmazlık kürsü dokunulmazlığı ile sınırlı olsun” önerisi işte bu türden bir “demokrasi” ya da demagojidir.

Önce iyi bilinmesi gereken bir ilkeyi saptayalım: Milletvekiline tanınan dokunulmazlık, o vekile oy vermiş halk kesimlerinin fikirlerine tanınmış bir dokunulmazlıktır. Dolayısıyla, yasama dokunulmazlığının kısıtlanması yolundaki her çaba, halkın şimdilik azınlıkta olan kesimlerinin fikirlerinin ifadesini engellemeye hizmet eder.

Eğer siz “kürsü dokunulmazlığı” dışında başka alanlarda dokunulmazlık olmaz derseniz, bu ya safdilliktir ya da azınlık partilerine ve onları destekleyen halka kasıt. Çünkü tarih boyunca hâkim güçlerin, fikirlerini beğenmediği politikacılara uydurma hırsızlık suçlamalarıyla saldırması o kadar sık görülen bir uygulama olmuştur ki!

“Kürsü dokunulmazlığı”: savunulamayacak bir kavram

“Kürsü dokunulmazlığı” kendi içinde üç defa çelişkilidir. Birincisi, hırsızlara zaten dokunulmazlık tanınmamıştır. Yasama dokunulmazlığı fikirlerle sınırlıdır. “Hırsızlara dokunulmazlık olmasın” diyenler, dokunulmazlığın meclis tarafından kaldırılabileceğini pek kolay unutuyorlar. Hırsız varsa gündeme getirin, tartışın, teşhir edin, kendi partisinden olanları bile dokunulmazlığı kaldırma yönünde oy vermeye zorlayın.

İkincisi, “kürsü” kelimesi yanlıştır. Çünkü gerici 12 Eylül anayasası bile milletvekili için mecliste ifade edilen düşüncelerini “Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar” demektedir. Yani milletvekili meclis kürsüsünde konuştuğu gibi, fabrikada işçilerle, sokakta göstericilerle ve polisle de aynı özgürlükle konuşur. Ama oralarda “kürsü” falan yoktur! Bari “mikrofon özgürlüğü” falan deseniz.

Üçüncüsü, sadece fikirlerin ifade edilmesine dokunulmazlık sağlamak, zaten var olan bir özgürlüğün milletvekillerine mükerrer biçimde sağlanması anlamına gelir! Parlamenter bir rejimde fikir özgürlüğü zaten mevcuttur ve ancak çok somut gerekçelerle, o da özüne dokunulmaksızın sınırlanabilir. “Kürsü dokunulmazlığı” safsatası, ya milletvekilini bütün yurttaşlara zaten tanınmış olan bir hakla sınırlıyor ya da ülkede düşünce özgürlüğünün var olmadığını itiraf ediyor demektir!

Kısacası, yasama dokunulmazlığı bir bütündür, güya hırsızlıkla mücadele için salt düşüncelerin ifadesi ile kısıtlanmamalıdır.

Ya bakanların dokunulmazlığı?

Şimdi bunu söylemekle biz hırsızlara dokunulmazlık mı talep etmiş oluyoruz? Böyle diyenler bir kez daha düşünseler iyi olur. En büyük hırsızlık olanağının iktidarın en yakınında, en çok içinde olanlar için var olduğunu yadsıyacak biri var mıdır? Başka şekilde soralım: Hükümet üyelerinin yetkileri çok daha kapsamlı olduğuna göre onların hırsızlık, nüfuz ticareti, rüşvet, irtikâp gibi suçlar işlemesi olasılığı çok daha yüksek değil midir? Neden bakanların bu tür suçlar işlediğine dair kuşkular doğduğunda Anayasa bunların yargılanmasının önüne birçok engel yerleştiriyor? Bu konuda aydınlanmak isteyen Anayasa’nın 100. maddesine bakar. Meclis soruşturması sürecinin ne kadar olağanüstü engellerle dolu olduğunu görür. Tek bir örnek verelim: “Yüce Divana sevk kararı ancak üye tamsayısının salt çoğunluğunun gizli oyuyla alınır.” Buna karşılık milletvekili dokunulmazlığını düzenleyen 83. maddede hiç de böyle özel koşullar yoktur.  Öyleyse, hırsızlığa pek karşı olanlar neden önce (ya da aynı zamanda) bakanların yargılanmasını kolaylaştıracak tedbirler de önermiyor?

Üstelik bakan dediğiniz insan çoğunluğa dayanır. Yani sırtı pektir. Ancak çok istisnai bir durumda, hırsızlık ayyuka çıktıysa kendi partisinin (ya da koalisyon hükümetini destekleyen partilerin) milletvekilleri onun aleyhinde oy kullanacaktır. Oysa milletvekili dediğiniz insan azınlık partilerinden de olabilir. Çoğunluk, bu azınlık partisine diş biliyor olabilir. O zaman bakanlar öylesine korunurken azınlık milletvekilinin aslanın önüne atılmasından demokrasi ne kazanır?

Bir de cumhurbaşkanının sorumsuzluğu meselesi var!

Ya safdil, ya demagog!

İnsan gerçekten şimdilik azınlıkta olan görüşlerin bastırılmasından yana değilse ve yasama dokunulmazlığının “kürsü dokunulmazlığı” ile sınırlanmasını istiyorsa, ya çok safdildir, ya çok demagog!