Devr-i sâbık gerekiyor!

Devr-i sâbık gerekiyor!

Cinayetler… Yolsuzluklar… Mafya-devlet iş birliği… Satılık milletvekilleri… Daha neler, daha neler. Ama düzenin bütün kurumları üç maymunları oynuyor. Bu tablo Türkiye’deki istibdad rejimine mükemmel bir ayna tutuyor.

Yargı yok! İstibdadın sopası var!

Birincisi, yargı diye bir kurum yok bu rejimde. Eskiden göstermelik olsa da, delik deşik olsa da bir yargı kurumu vardı. Bir Yargıtay başkanının kullandığı deyimle “vicdan ile cüzdan arasında sıkışmış”tı. “Devletin âli çıkarları” söz konusu olduğunda emir-komuta zinciri içinde işlerdi. Ama göstermelik de olsa böyle bir durumda suskun kalmazdı. Şimdi yok. Yargı sadece istibdadın sopası olarak var. Ona da yargı denmez.

Meclis yok! Mafyadan maaş alan kuklaları açıklayın!

İkincisi, meclis yok. Milletvekilleri arasında en azından birinin mafyanın maaşlı memuru olduğu İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan zat tarafından doğrulanıyor. Bu milletvekilinin adı açıklanmadığı sürece meclisin her üyesi şu ya da bu ölçüde şaibeli demektir. Ama bu mafya memurunun adı açıklanmıyor, hakkında işlem yapılmıyor. Bu meclisin başkanlık divanı var, bir başkanı var. O başkan eskiden cumhurbaşkanına vekil görevi yapacak kadar önemli biriydi. Şimdi meclis başkanı susuyor. Üzerinde baskı artınca İçişleri Bakanı’nın bu milletvekilinin kimliğini bildiğini söylemesi dolayısıyla topu ona atmak üzere, ilgili bilgi ve belgelerin kendisine aktarılması için bakanlığa başvuruyor. Basına sızan haberlere göre yukarıdan tepki görüyor. Daha önemlisi aradan bir hafta geçtiği halde bakanlık ona cevap vermiyor!

Politikacılar halkın oyuyla değil mafyanın desteğiyle yükseliyor!

Üçüncüsü, mafya ile siyasetin ve devletin arasında sınır kalmamış. Politikacılar mafya aracılığıyla yükseliyor. Mafya politikacılara sadece maaş vermiyor, onların parti başkanı olmasına çeşitli yöntemlerle destek olarak kendi geleceğine yatırım yapıyor. Politikacılar mafya aracılığıyla terbiye ediliyor, karakola çekilip “kemikleri kırdırılıyor”. Devlet içinden birileri, mafya liderlerine ve kara para aklayıcılarına “kaç” uyarıları yapıyor. Ve daha neler, daha neler…

“Devr-i sâbık yaratmayacağız” diyen muhalefet bu kirli düzenin ortağıdır!

Şimdi Kılıçdaroğlu’na sormak gerek: Siz hâlâ “devr-i sâbık yaratmayacağız” diyor musunuz? Siz hâlâ Erdoğan’ın kurduğu istibdad rejiminden çıkışı bir “düzenli geçiş” içinde, hatta onunla aynı iktidar yapısının içinde hayal ediyor musunuz? O da ne demek diye soranlara hatırlatırız: Erdoğan 2002’den sonra ilk kez 7 Haziran 2015’te seçim kaybetti. O seçimden sonra CHP ne yaptı? O aşamada artık cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın başbakanı Ahmet Davutoğlu ile oturup aylarca koalisyon pazarlığı yaptı! Erdoğan bu koalisyon hükümetine onay verseydi, Kılıçdaroğlu dört yıl boyunca ülkeyi Erdoğan ile ortak olarak yönetmeye talipti! Abartıyor muymuşuz?

Zincirsiz Kurucu Meclis ve devr-i sâbık gerek!

Hayır efendim! Devr-i sâbık gereklidir. Bu dönemin bütün suçları soruşturulacak ve suçluları cezalarını çekecektir. Bakın Mehmet Ağar ve öteki Susurluk suçluları göstermelik cezalarla ya da cezasızlıkla sıyırttıkları için bugün yeniden ne duruma düştü Türkiye.

Bunu ancak yüzünü zincirsiz bir Kurucu Meclis’e dönen bir Türkiye yapabilir. Bakın meclis zincir altında, yargı zincir altında, devletin bütünü zincir altında. Artık bu rejimin içinden yürünemez. Türkiye’nin büyük halk kitlelerinin kurucu iradesiyle yepyeni bir rejim kurmaya ihtiyacı var. Bakın Şili’ye orada halk 2019 sonbaharında “yeter!” dedi. 2020’de Kurucu Meclis kurulmasını referandumla onayladı. 2021 Mayıs’ında da seçimini yaptı, eski gerici partileri geriletti. Şimdi yepyeni bir rejim kurmaya hazırlanıyor. Önünde daha çok yol var gidecek. Düzen kim bilir ne tuzaklar kuracak. Ama yola çıktılar.

Bizim yolumuzun da o yol olması gerekiyor. Kurucu Meclis ve devr-i sâbık!

 

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2021 tarihli 141. sayısında yayınlanmıştır.