Devlet sözünü yine söyledi: Durmak yok, zorbalığa devam!

Çağdaş Hukukçular Derneği’ne yönelik estirilen devlet terörüyle, sermayenin devleti sosyalist muhalefete bir kez daha öfkesini kusmaktadır. Bir kez daha sınıf savaşında ezilenlerin değil sermayenin yanında olduğunu açıkça göstermektedir. Bu saldırılar savunmaya, ya da bir yanılsamadan ibaret olan yargı bağımsızlığına değil düpedüz işçinin emekçinin, ezilenin yanında saf tutan devrimci avukatlara, ÇHD’nin 40 yıllık mücadeleci, militan avukatlık geleneğine ve savunma tarzına yapılmıştır.

KCK’nin avukat yapılanması adı altında 34 avukatın tutuklanıp yargılanmaya başlanmasından sonra şimdi de,  ÇHD üyesi avukatları hedefleyen ve “terör örgütünün avukat yapılanması” oldukları gerekçesiyle başlayan polis operasyonu sonucunda ÇHD Genel Başkanı ve İstanbul Şube Başkanı’nın da içinde olduğu dokuz avukat tutuklandı. Yapılan faşizan saldırı sürecinin her safhasında yaşanan hukuka aykırılıklar dehşete düşürüyor.

Bu son operasyonda da devlet, sosyalist ve yurtsever muhalefeti sindirmek için kendi hukukunu dahi tanımayarak ayaklar altına alabildiğini tekrar gösterdi.  Avukatların evlerine daha savcı gelmeden kapılar kırılarak girildi. Arama-elkoyma işlemleri usulsüzce yapıldı. Avukatlar dövülerek gözaltına alındılar, yerlerde sürüklendiler. Gözaltında açlık grevi yaptıkları halde emniyette su içmelerine izin verilmedi. Tuvalete götürülmediler, idrarlarını battaniyelere yapmak zorunda kaldılar. İşkenceyle, kafalarına basılarak ve doktorların gözleri önünde zorla kan ve doku örnekleri alındı. Gözaltı, ifade ve sorgu aşamalarında arkadaşlarının savunmasına koşan avukatlar emniyette tehdit edildiler, Çağlayan Adliyesi’nde çevik kuvvet polisinden dayak yediler. Günlerce süren bu zulmün sonunda ÇHD üyeleri, İstanbul’da çıkarıldıkları mahkeme tarafından “kuvvetli suç ve kaçma şüphesinin bulunması” gerekçesiyle tutuklandılar.

Avukatlara ifadeleri alınırken sorulan ve skandal yaratan sorularda aleyhlerine delil olarak; avukat-müvekkil ilişkisi çerçevesinde gerçekleştirilen cezaevi görüşmeleri, kolluk birimlerinde müvekkillerine “susma hakkı”nı hatırlatmaları, işçi eylemlerine gitmeleri, Engin Çeber davasını takip etmeleri, Adli Tıp Kurumundan aldıkları müvekkil cenazeleri, üstlendikleri dava türleri, yürüttükleri davaların istatistikî verileri, susma hakkını kullanan müvekkillerinin sayıları, ÇHD hak ihlalleri raporları ve 10-15 yıl öncesi tarihi taşıyan ve nereden geldiği belli olmayan, word belgesi niteliğinde olup müdahaleye açık olan bilgisayar çıktıları gösterildi.

ÇHD’li avukatların kimisinin bu saldırıdan önce nedense bilgisayar bellekleri dolu görünmeye başladı. Avukatlar gözaltına alındığında el konulup mühürlenen cep telefonlarından nasıl olduysa mesajlar gönderildi. Bu manidar gelişmelerin hepsi vahim bir komployu ve hukuka aykırı delil üretilmiş olabileceğini akla getiriyor ve mide bulandırıyor.

Bu arada tek kaynağı polis olan burjuva medyası yalan yanlış pek çok haber yaparak böyle önemli bir saldırıyı magazinleştirmeye çalıştı. Devletin polis eliyle saldırısı sürerken emniyetten yapılan açıklamalara bu haberci sürüsü pek iltifat etti. Bu açıklamalarda polis,“11 kapılı kozmik odalarda casusluk yapıldığını, ekipler geldiğinde içeride delillerin yakıldığını” açıkladı. Polis, açıklama yapması yasal olmadığı halde, basına hüküm veren açıklamalar yapıp masumiyet karinesini çiğnedi. Soruşturmanın amiri olan savcı ise bunları sadece seyretti.

Mahkemenin tutuklama gerekçeleri arasında yer verilen “verilmesi beklenen ceza dikkate alındığında” ifadesiyle daha baştan ceza verileceği ilan edilmiş oldu. Dolayısıyla yargı, hükmünü daha yargılama yapmadan vermiş oluyordu.

Diğer yandan dışarıda, bu saldırıyı yapıp yönetenlerin belki de hiç öngörmediği bir direniş gerçekleşti. Atık kâğıt işçilerinden inşaat işçilerine kadar emekçiler, gazeteciler, öğrenciler, sendikalar ve demokratik kitle örgütleri ÇHD’ye destek verdiler. Fakat kimi kitle örgütleri, siyasi parti temsilcileri,  barolar, köşe yazarları ve akademik çevreler “yargı bağımsızlığından, hukukun üstünlüğünden, kuvvetler ayrılığından” dem vurarak;  “savunmaya ve mesleğe saldırıldığını, hükümetin yargıyı ele geçirip yönlendirdiğini,  hukuk devletinin yok edildiğini” ifade ettiler. Bu tahlillerin gerekçesi ister AKP karşıtlığı üzerinden nemalanmak olsun ister böyle bir dil kurmanın saldırıyı protesto eden kitleyi genişletmek kaygısı olsun isabetsizdir. Çağdaş Hukukçular Derneği’ne yönelik estirilen devlet terörüyle, sermayenin devleti sosyalist muhalefete bir kez daha öfkesini kusmaktadır. Bir kez daha sınıf savaşında ezilenlerin değil sermayenin yanında olduğunu açıkça göstermektedir. Bu saldırılar savunmaya, ya da bir yanılsamadan ibaret olan yargı bağımsızlığına değil düpedüz işçinin emekçinin, ezilenin yanında saf tutan devrimci avukatlara, ÇHD’nin 40 yıllık mücadeleci, militan avukatlık geleneğine ve savunma tarzına yapılmıştır. Bu anlayış safını, işçi sınıfı direnişlerinde işçilerin, işkence vakalarında işkence görenlerin, yargısız infaza uğrayanların, devrimcilerin, komünistlerin, işçi ve kamu emekçi örgütlerinin, gecekondu yıkımlarında gecekondu halkının, Kürtlerin, Lazların, Ermenilerin ve tüm ezilen halkların, erkek egemen sistemin her türlü şiddetine uğrayan kadınların, baskı altına alınmaya çalışılan gençliğin ve öğrencilerin, ülkelerini terk etmek zorunda kalmış mültecilerin, çevre ve ekolojik tahribata karşı doğanın ve köylülerin, cinsel yönelim ayrımcılığına tabi tutulanların ve bilcümle ezilenlerin yanında belirlemiştir. Adına operasyon denilen siyasi linç kampanyasının ve komplonun anlamı budur.