Devlet dün yaktı, bugün gaza boğdu, peki yarın?

2 Temmuz 1993'te Sivas'ta Madımak Oteli'nde 35 kişinin canına kıyılan katliama ilişkin dava 13 Mart 2012 Salı günü zaman aşımına uğratıldı. Uğratıldı diyoruz çünkü devlet, arada 50.'den 61.'ye on iki hükümet gelse de davayı süründürme politikasını değiştirmemiş ve davayı adım adım zaman aşımına götürmüştür.

Bütün düzen partileri birbiri ardı sıra iktidara gelmiş ama Madımak'ta yakılan canların hesabı oy isteme dönemleri ve 2 Temmuz mitingleri hariç kimsenin aklına gelmemiştir. Bütün bu sürede hükümetler içindeyken (beş tanesi) veya muhalefetteyken (yedi tanesi) Alevilerden kitlesel bir biçimde oy alan CHP, SHP, DSP milletvekilleri Sivas'ın, Maraş'ın, Gazi'nin hesabını değil şirketlerin, bankaların, sanayicilerin, tüccarların, tefecilerin, mafyanın hesaplarını tutmuşlardır. TÜSİAD'ın, TSK'nın davasının peşine düşmüş halkın davasına sırt çevirmişlerdir.

Bunların halkla ne derdi olur?

Tersi de mümkün değildi zaten, çünkü birer burjuva partisi olan bu partiler oylarını yüzde 99'dan alsalar da yüzde 1'in çıkarlarının peşinde koşarlar. Neredeyse tüm milletvekilleri işadamıdır yani birer sermayedardır, kapitalisttir. Kapitalist değilse şirket yöneticisidir, o da değilse süper zengin doktordur, ünlü avukattır, profesördür, bürokrattır, emniyet müdürü ya da general ya da hakimdir, savcıdır, kendini düzene adamış gazetecidir, işçi kökenden gelenler bile işçi değil işçilikten çıkmış grev ve direnişleri satan sendika ağalarıdır, sendika bürokratlarıdır.

Bunların halkla ne derdi olur? Olmaz, olursa da onu susturmak, hakkını aramasını engellemek, en iyisinden oyalamak için olur. İşte 93'ten beri olan buydu: susturdular, hakkımızı aramamıza engel oldular, oyaladılar!

Devletimizden mesaj var!

Devletimiz bu davanın zamanaşımına uğratılmasının yanı sıra son dönemde yaşattığı diğer yargı sistemi “sorunlarıyla” da çok net mesajlar verdi. Öncelikle Ahmet Şık ve Nedim Şener Ergenekon'la ne gibi bir örgütsel ilişki içinde oldukları ortaya konmadan bir sene tutsak edildiler çünkü AKP'nin karşısında konumlanıyorlardı. Sonra Hrant Dink'i öldürenlerin “örgüt olmadığını” öğrendik. Sonra polise taş atan Kürt çocuklarının hapishanede tecavüze uğradığını öğrendik. Şimdi de koskoca katliamın davası zaman aşımından düştü. Türkiye'de artık Sivas 93'ü soruşturan bir dava yok!

Buradan çıkan sonuçlar şunlardır: birincisi AKP eliyle devletimiz Ahmet Şık ve Nedim Şener'i hapishanede rehin tutmuştur; ikincisi mahkemeler “planlamayı” yapanları bırakın, işin “faillerini” bile cezalandırmadığından Hrant Dink gibi aydınların öldürülmesi devletimiz tarafından serbest bırakılmıştır; üçüncüsü Başbakan Erdoğan'ın “Kadın da olsa çocuk da olsa gereğini yapacağız” lafının üstüne devletimiz daha da ileri giderek ezilenlere “Bize karşı gelen çoluğunuz çocuğunuz bile olsa başını ezeriz, hapse atar ırzına geçeriz” mesajı vermiştir; dördüncüsü zaman aşımı kararıyla hiçbir girişimin üstüne gidilmeyeceği devletimiz tarafından teminat altına alınmış ve devletimiz Sivas gibi, Maraş gibi, Gazi gibi, Dersim gibi, Uludere (Roboski) gibi katliamların yenilerine davetiye çıkarmıştır.

Peki şimdi sizce hükümetler de bir bütün olarak devlet de kimin adamı? İpler kimin elinde? İpler başkasının elinde olunca bize ne düşüyor?

İşçi-emekçi hükümeti

Tüm bu katliamlarda iktidarda olan düzen partileriydi dedik. Peki bütün süreç boyunca Alevilerin, Kürtlerin, ezilenlerin, katliama uğrayanların yanında kim vardı? Alanlara çıkıp olayı protesto eden, gaza, copa, gerekirse kurşunlara göğüs geren sosyalistlerdi. Ses aracı temininden mitinglerin düzenlenmesi için mali katkıya, olayı medyanın gündemine taşımaktan kurumlarının kapısını açmaya her türlü desteğini esirgemeyen işçi ve kamu emekçisi sendikalarıydı. Kalemiyle, köşesiyle, şiiriyle, türküsüyle gönlünü açan sosyalist sanatçılardı, sosyalist gazeteciler, sosyalist yazarlar, sosyalist aydınlardı.

Şimdi bir an düşünün, bunca yıl hükümette patron partileri değil de bu güçler olsaydı, yani işçi-emekçi halkın temsilcileri olsaydı başımızda ne olurdu?

Askeri, polisi, jandarmasıyla kolluk kuvvetleri katilleri yakalamamazlık edebilir miydi? Onlar yakalamazsa halkın içinden yüzlerce insanı ve devletin bütün teknolojik, mali, kurumsal gücünü seferber eder katilleri mahkemeye çıkarırdık değil mi? Katliamcılar evlenip, askere gidip, ehliyet alıp, çocuğunu nüfusa kaydettirip, okula yazdırıp resmen elini kolunu sallaya sallaya dolaşabilirler miydi? Yalnızca fiilen katledenler değil göz yumanlar, önünü açanlar, destek olanlar, planlayanlar da hesap vermek için yakalanırlardı.

Mahkemeler, bir ceza verip, bir kararı bozup, sonra tekrar ceza verip, sonra tekrar bozup en sonunda zaman aşımından davayı düşürebilirler miydi? O sanıkları halk adına hakimler savcılar yargılamazsa mahkemeyi meydanın ortasına kurar kendimiz yargılardık değil mi? Karışan, köstek olan, engel olan da çıkmazdı. İktidarda çünkü işçiler-emekçiler olacaktı. Bunca yıl dostlarının yanında mücadeleye destek verenler neden halkın adaleti aramasına mani olsun?

Bozuk düzende sağlam çark olmaz!

Mahkemenin zaman aşımı kararını verdiği gün beş bin kişi Ankara Adliyesi'nin önündeydik. Sabahın dokuzundan itibaren “Adalet istiyoruz” dedik, “Zaman aşımına hayır” dedik, “Sivas'ın ışığı sönmeyecek” dedik. Alkışla, ıslıkla, zılgıtla, çığlıkla protesto ettik, istediğimiz insanlık suçunda zaman aşımı kararı verilmemesiydi. Mahkeme çok ilginç bir şey yaptı yapılan insanlık suçudur tespitinde bulunup zaman aşımından davayı düşürdü.

Daha doğru dürüst tepki vermemiştik, doğru dürüst protesto etmemiştik. Belki adliyede bulamadığımız adaleti sokakta arayacaktık. Bu kadarına hakkımız yok muydu? Anlaşılan yoktu! Bir kere daha yakılmadığımıza dua etmemiz daha uygun düşerdi. Polis birden tüm alana saldırmaya başladı. Kimse polise bir fiske vurmamıştı. Yolu kesen olduysa bu, insanları diri diri yakmaktan daha mı büyük bir suçtu devletin gözünde? Anlaşılan devletin gözünde hakkını aramak daha büyük suçtu!

Gaz bombaları çoğunluğu elli yaşının üstünde kitlenin içine düştükçe gözler karardı. Bizim gözümüz karardıkça polisin gözünü kan bürüdü, yaşlıları copladılar, gençleri sokaklarda koşturdular. Pis pis suratımıza bakıp, gevrek gevrek sırıttılar. Ama onların da çarkı kırılacak!

Bozuk düzende sağlam çark olmaz! Neresinden tutsak düzeltemeyiz demek oluyor bu da. Halbuki bir çıkış var. İktidar bugüne kadar hep yüzde 1'in elinde oldu. Onlar sıralarını savdılar. Önce katlettiler sonra zaman aşımına uğrattılar. Biz ise işçiler, emekçiler, Aleviler, Kürtler, kadınlar yüzde 99'uz! Sıra bizde! Sıramızı denemek içinse iktidarı almamız gerek.

Alevi gençler devrimci saflara!

Her şeyi elinde tutanlar kolay verir mi iktidarı? Bakın Mısır'a, bakın Tunus'a! Onun için devrimci saflarda, devrimci partide, Devrimci İşçi Partisi'nde örgütlenmeli. Hazırlanmalı bir dahaki kavgaya. Polis eylemi dağıttı, sanıyorlar ki kurtuldular. Yaşlılarımızı coplarlarsa gençlerimiz atılır en öne.

Alevi gençler! Düzen partilerinden tamamen kopun! Bu adaletsizliği sineye çekmek istemeyen, işçisiyle, işsiziyle, öğrencisiyle genç kuşak! Sizleri, her birinizi, bu düzeni yıkmak için; yerine kendi düzenimizi, katliamların olmadığı, hak arayanın coplanmadığı, gaza boğulmadığı, sömürünün, işsizliğin olmadığı bir düzen kurmak için Devrimci İşçi Partisi saflarında örgütlenmeye çağırıyoruz!