Deniz salyası değil, patronların salyası

deniz salyası

Yıllardır adım adım ölmekte olan Marmara Denizi son bir çırpınışla kendisini günden güne boğan pisliği daha fazla tutamayıp adeta kustu. Marmara Denizi özellikle kıyı kesimleri yoğun bir müsilaj tabakasıyla, balıkçıların tabiriyle deniz salyasıyla kaplanmış durumda. Özellikle son 30 yılda zaman zaman görülen deniz salyası ilk defa bu yoğunlukta ve geniş alanı etkileyecek şekilde kendini gösteriyor. Müsilajın kaynağı fitoplankton denilen mikroskobik boyutta canlıların aşırı çoğalması ve toplu ölümü.

Normal şartlar altında tıpkı bitkiler gibi bulunduğu ortama oksijen veren, deniz suyunun ısınmasını engelleyen, pek çok balık türünün ana besin kaynaklarından olan, deniz yaşamı için son derece önemli olan bu canlılar nasıl oluyor da bu felaketin kaynağı olabiliyorlar?

Bunun birkaç sebebi var. Başta İstanbul olmak üzere Marmara nüfusunun hızla ve plansız şekilde artması, Marmara’nın hiçbir planlama yapılmadan sanayi kuruluşlarıyla doldurulması ve elbette tüm sanayi ve evsel atıkların, en iyi ihtimalle kaba arıtma yapılarak Marmara Denizi’ne boşaltılması en önemli kirlilik sebepleri olarak öne çıkıyor. Bu kirlilik bir taraftan fitoplanktonlara gübre gibi etki edip aşırı çoğalmalarını teşvik ederken, diğer taraftan bu canlıları yiyerek kontrol altında tutulmasına yarayan balıkların ölümüne sebep oluyor. Buna bir de aşırı ve kontrolsüz avlanma eklenince denizin faydalı canlıları bir tehlikeye dönüşüyor.

Katil olay yerine dönüyor!

Memleketin başına gelen her felaketten sonra alıştığımız üzere olayın failleri ve sorumluları ortaya çıkıp suçu tüm topluma atmaya çalışıyorlar. Ağızlarında hep aynı yalan: “Biz bu felaketi hep beraber yarattık, bunun sorumlusu hepimiziz.”

Oysa yukarıda da sıraladığımız başlıca sebeplere baktığımız zaman açıkça görüyoruz ki bu felaketin esas sorumluları fabrikalarına uygun arıtmayı kurmayan, kursa da tam kapasiteyle çalıştırmayan patronlar. İstanbul gibi milyonların yaşadığı şehrin kanalizasyonunu biyolojik arıtmadan geçirmeden Marmara Denizi’ne boşaltanlar ve çeşit çeşit balığa ev sahipliği yapan Marmara’da pek çok balık türünün soyunu kurutacak şekilde avlanmaya müsaade edenlerdir.

Bunların hepsinden de önemli olarak bütün bu yapılanları denetlemesi, gerekli yasal ve fiziksel düzenlemeleri yapması gereken siyasi iktidardır. Çünkü saydığımız bütün yanlışların hiçbiri bilimsel veya teknik bilgi eksikliğinden kaynaklanmıyor. Aşırı kentleşmeden, kontrolsüz sanayileşmeye, yetersiz arıtmadan kontrolsüz avlanmaya yapılan her şey memlekette üretimde planlamayı değil patronların kârını esas alan, bütün zararı da halka mal eden siyasi tercihlerin sonucu.

Ne yapmalı?

Deniz salyasının ne zaman ortadan kalkacağını kestirmek güç olsa da daha önceki deniz salyası istilalarına bakınca, yakın zamanda yüzeyden kaybolsa da ileride çok daha kuvvetli bir şekilde geriye döneceği kesin. Peki, bu beladan kurtulmak ve tekrar yaşamamak için ne yapmalı?

İlk yapılması gereken Marmara bölgesinin afet bölgesi ilan edilmesi ve balıkçılık faaliyetlerinin, kâr amacıyla değil ekosistemdeki dengeyi sağlayacak şekilde düzenlenip planlanmasıdır. Gerektiği ölçüde balıkçılık faaliyetleri askıya alınmalı, balıkçılara devlet desteği sağlanmalıdır. Bölgedeki tüm sanayi kuruluşlarının uygun arıtma sistemlerine sahip olması ve bunların aktif olarak kullanılmasının zorunlu tutulması, bu konuda zorluk çıkaranların acilen kamulaştırılması şarttır. Elbette Marmara Denizi’nin kaba arıtma yapılmış lağımların deşarj edildiği devasa bir tuvalet olarak kullanılmasından vazgeçilmeli ve kamu eliyle hızla gerekli arıtma tesisleri kurulmalıdır. Karşılaştığımız felaketin boyutu düşünülünce bu da yeterli olmayacaktır. Sanayi yatırımlarının ve dev projelerin Marmara bölgesinden Anadolu’nun diğer bölgelerine bir planlama dâhilinde kaydırılması ve bu sayede nüfus artışının engellenmesi hatta nüfusun azaltılması orta ve uzun vadede başarı için zorunludur.

Bütün bu tedbirlerin alınması bir siyasi irade meselesidir. Ancak bütün bu sorunu göz göre göre yaratan patronlar ve onların temsilcilerinin böyle bir irade göstermeyeceği de açıktır. Bütün Marmara lağım gibi kokma tehdidiyle karşı karşıyayken, elde kepçe temizlik yaptırıp halkı aptal yerine koyanlar, felakete imza atıp bizi ortak etmeye çalışanlar, Marmara can derdindeyken tabutuna son çiviyi çakacak Kanal İstanbul gibi rant projelerini pazarlamaya girişenler bu iradeyi gösteremez. Gerekli siyasi irade ancak işçi sınıfına ve emekçi halkın çoğunluğunun çıkarlarına dayanarak ortaya konabilir.

Kolera ve tifo gibi artık unuttuğumuz hastalıkları tekrar bir tehlike haline getirebilecek, bu beladan memleketi kurtaracak iradeyi gösterebilecek olan başta işçi sınıfı olmak üzere bu ülkenin yüzde 99’udur. Bu iradeyi gösterebilmek için siyasetle ilgilenmek, örgütlenmek ve bize nasıl pazarlanırsa pazarlansın bu insanlarla aynı gemide olmadığımızı görmek gerek. Bu felaketi yaratan biz değiliz, ama çözecek olan biziz.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2021 tarihli 141. sayısında yayınlanmıştır.