Delil karartma savaşı

 

Bütün Türkiye biliyor, gizlisi saklısı yok. Yaşanan savaş Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsi savaşı! 7 Haziran seçimlerinde AKP çoğunluğu yitirince Erdoğan’ın 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarından bu yana adım adım inşa ettiği delil karartma rejimi tehlikeye düştü. Meclis çoğunluğu, bu dosyaları yeniden açma gücüne sahipti. Zaten ocak ayında eski mecliste yapılan oylamada AKP milletvekillerinin önemli bir bölümünün bile dört eski bakanın Yüce Divan’a gönderilmesine taraftar olduğu ortaya çıkmıştı. Delil karartma rejimini devam ettirebilmek için ne yapılıp edilmeli, bu meclisin çalışması engellenmeliydi.

Yeni Şafak gazetesi daha seçimin ertesi sabahı, 8 Haziran’da manşetine “Erken Seçim”i çıkarttı. Hangi koalisyon formülü olursa olsun, çoğunluğu Erdoğan’a biat etmeyen bir meclis ile çalışma olanağı yoktu. Bu risk alınamazdı. Tabii bu sayede stratejik hedefin ne olduğunu bütün Türkiye öğrenmiş oldu. Hükümet kurulması için anayasada verilmiş olan 45 gün geçirilecek ve seçimler yenilenecekti.

Operasyon yalnız PKK’ye değil, aynı zamanda HDP seçmenine

Tabii iş seçimlerin yenilenmesi ile bitmiyor. AKP’nin seçim aritmetiğini yeniden kendi lehine çevirmesi gerekiyor. 7 Haziran sonuçları tekrarlanacaksa o zaman erken seçim de bir kurtuluş olamaz Erdoğan için. 7 Haziran’da AKP’nin çoğunluğu elde etmesini engelleyen HDP’nin barajı aşması olduğuna göre, yapılması gereken bu kez bu durumu değiştirmektir. Şayet HDP, kendisine son dönemde yüzünü dönmüş olan seçmen kitlelerine “terör yanlısı” olarak gösterilebilirse, o zaman bu kitlelerin desteği geri çekilebilir. Bir yandan muhafazakâr Kürt kitleleri, bir yandan da “beyaz Türkler” HDP’den soğutulabilir.

Aslında 7 Haziran öncesinde yaşanan bütün bombalamalar ve kışkırtmalar da aynı hedefe dönüktü. İster HDP’nin Adana ve Mersin binalarında patlatılan bombalar, ister Diyarbakır mitingine yapılan saldırı, ister başkaları, hep Kürt halkını galeyana getirerek HDP’ye gidecek oyları ürkütmeyi amaçlıyordu. Şimdi yapılan bunu çok daha yüksek bir düzeye çıkarmaktan ibarettir. Bu sefer PKK kampları bombalanarak doğrudan savaşa davetiye çıkarılıyor. Savaş başladığında ise HDP “teröre karşı tavır almamakla” suçlanıyor. Bu şekilde 7 Haziran’da HDP’ye oy vermiş yarı gönüllü seçmenin HDP’den uzaklaşması amaçlanıyor.

DAİŞ’le çatışma göz boyama operasyonu

PKK ile savaş çıkarma yönelişine bir gerekçe bulmak kolay değildi. Bunun için Türkiye halklarının bir tehdidin varlığı konusunda ikna edilmesi gerekiyordu. Suruç AKP’ye ya bu fırsatı sundu, ya da derin devlet güçlerince bunun için gerçekleştirildi. Geri dönüp bakıldığında, Suruç katliamının nasıl savaş için gerekçe olduğu görülebiliyor. Bu durumda, katliamın planlanmasında derin devletin de parmağı olması ihtimali son derecede yüksek. DAİŞ gibi örgütlerin ajan provokatörler yoluyla dahi harekete geçirilebileceği göz önüne alınırsa, Suruç’un hem DAİŞ’in hem de devletin katkısıyla gerçekleşmiş olması ihtimali en akla yakın olanıdır.

Suruç katliamını kim planlamış ve uygulamaya kim koymuş olursa olsun, Erdoğan’ın ve hükümetin savaşa bu olaya bir tepki olarak girdiğini söyleyenler yalan söylüyor. Çünkü artık çıplak biçimde ortaya çıkmıştır ki, AKP hükümeti DAİŞ’le çatışmaya Suruç’tan önce karar vermiş bulunuyordu. ABD ile varılan İncirlik mutabakatı, halkın kafasını karıştırmak için söylendiği gibi Obama ile Erdoğan arasında yapılan telefon görüşmesinde değil, ondan 15 gün önce gerçekleşmişti. 7-8 Temmuz günleri ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşarı Christine Wormuth ile Obama’nın DAİŞ’e karşı koalisyon konusundaki özel temsilcisi emekli general John Allen Türkiye’ye geldiğinde bu mesele bağlanmıştı. Bu görüşmenin ayrıntısı sonra ortaya çıktı. Obama-Erdoğan telefon görüşmesi sadece daha önce yapılan anlaşmanın tescili anlamına geliyordu.

Demek ki Erdoğan ve AKP hükümeti DAİŞ’le dalaşmaya Suruç’tan önce karar vermişti. Neden? Çünkü bu genel bir “teröre karşı mücadele” atmosferini yaratacak ve PKK’ye, zamanla da Rojava’ya saldırı için bir ortam yaratacaktı. Yani bir şey berrak olarak ortadadır: Hedef DAİŞ değildir; hedef Kürtlerdir. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni (TSK) hem PKK ile hem DAİŞ’le hatta belki de hem YPG/YPJ ile çatışmaya sokacak bir hükümetin, bir de ABD ile uğraşması sorunlu olurdu. Bu aynı zamanda bir kanat tahkimatı hareketidir.

Bu oyunu ancak halk bozar

7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan meclis çoğunluğunun, seçim öncesinde halka verilen vaatlere rağmen Tayyip Erdoğan’dan hesap sormaya ne mecalinin, ne de niyetinin olduğu ortaya çıkmıştır. MHP geleceğini AKP’nin dizinin dibinde aramaktadır. CHP tekelci burjuvazinin “istikrar” dayatması karşısında bir hesaplaşmadan bütünüyle kaçınmaktadır. Ortada hesap sormaya mecali olan bir tek HDP vardır, ama o da ilk günlerin atmosferini harcamış şimdi savunma konumuna düşmüştür.

Öyleyse, yapılacak şey 7 Haziran’da ortaya çıkan meclis aritmetiğinden medet ummak değil, halkın bağrında çalışmaktır. Erken seçimin tek seçenek haline gelmeye başladığı açıkça görülüyor. Erdoğan artık seçime bu hükümetle veya yeni bir AKP hükümetiyle gitmeye niyetli olduğunu belli etmiştir. “Azınlık hükümeti” formülü tam da budur.

Yapılması gereken, bu savaşın Erdoğan’ın kendi geleceğini ve ikbalini korumak için çıkarıldığını, bu savaşta hayatını yitiren herkesin kanından Erdoğan ve AKP’nin sorumlu olduğunu işçi sınıfına, emekçilere, halka usanmadan yorulmadan anlatmaktır.

Erdoğan ve AKP bugün iktidarda olduğu için üstün görünüyor. Ama bütün bunlar zayıf oldukları içindir. Kimse bu stratejinin kaçınılmaz olarak Erdoğan lehine işleyeceğini sanmasın. Şayet halka anlatılırsa halk eskisinden çok daha anlamaya açıktır. Bugün ve seçimde, gerçekler bütün çıplaklığıyla anlatıldığında Erdoğan’ın geleceğini kurtarması daha da büyük bir zora girebilir.

Onlar karartma rejimini yaşatmak istiyorlar. Biz işçi sınıfının ve halkın her şeyi apaydınlık görmesi için mücadele etmeliyiz.

Bu yazı, Gerçek gazetesinin Ağustos 2015 tarihli 70. sayısında yayınlanacaktır.