Berlin 25 (1): Sosyalizm yeniden ayağa kalkacak! Stalinizm asla!

Bugün 9 Kasım 2014, Berlin Duvarı’nın yıkılışının 25. yıldönümü. Bu olay dünya tarihsel bir anlam taşıyor: 1917’de Rus devrimi ile başlayan 20. yüzyıl sosyalist inşa deneyiminin çöküşünü sembolize ediyor. Bugünlerde burjuvazi bu çöküşü kutlayıp duruyor. Sosyalizmin doğası gereği anti-demokratik ve baskıcı olduğunun, ekonomik olarak da yaşayabilir olmadığının kanıtlandığını, yenilginin nihai yenilgi olduğunu ileri sürerek. Biz devrimci Marksistler ise bu olayı kapitalizmden sosyalizme geçiş dönemi içinde işçi sınıfı bakımından güçlü bir geri düşüş olarak görmekle birlikte geleceğin her yerde sosyalizmin olduğunu ısrarla dile getiriyoruz.  Solda devrimci Marksist akım dışında 25. yılı başı dik, alnı açık karşılayabilecek pek az akım var.

9 Kasım, Berlin Duvarı’nın yıkılışının 25. yıldönümüdür. Bu çöküş, insanlığın belleğinde, 20. yüzyıl sosyalist inşa deneyimlerinin çöküşünü simgeler. Çünkü 1989 yılı, Doğu Avrupa’daki Sovyet yanlısı “sosyalist” ya da “komünist” etiketli bütün rejimlerin yıkıldığı yıldır. Polonya, Macaristan, Çekoslovakya (o zaman Çek Cumhuriyeti ve Slovakya tek bir ülke idi), Bulgaristan, Romanya ve Doğu Almanya’da rejimler göz açıp kapayana kadar devrilmiş, her birinde kapitalizmin yeniden kurulmasının önünü açan, yani kapitalist restorasyon sürecini başlatan yeni rejimler ortaya çıkmıştır. Doğu Almanya ertesi yıl Batı Almanya tarafından ilhak edilecektir.

Bunu, 1991’de Sovyetler Birliği’nin 15 cumhuriyete parçalanması ve çöküşü izleyecektir. Ardından Avrupa’da var olan ve Sovyet etkisi altında olmayan iki “sosyalist” ülkede sarsıntı başlayacak, Arnavutluk yumuşak bir geçiş yaşarken, Yugoslavya adını taşıyan federasyon, 1999’a kadar sürecek kanlı bir iç savaşın sonunda sekiz ayrı cumhuriyete bölünerek tarih sahnesinden silinecektir.

Bu sürece paralel olarak Çin 1989’da haftalarca süren bir isyana tanık olmuştur: Tiananmen meydanında başını öğrencilerin çektiği yüz binlerin bu hareketi, adı “komünist” olan iktidar partisinin yönetiminde ordu tarafından ezildi. Bunun gerekçesi hareketin “anti-komünist” olmasıydı. Ama ardından bu aynı “komünist” partisi kapitalizmin Çin’de restorasyonunun mimarı olacaktır!

Orta Avrupa’dan Doğu Asya’ya “sosyalist” diye anılan ülkeler dizisinin neredeyse tamamı 1989’da Berlin Duvarı’nın çöküşü ile simgelenen bir süreç içinde en fazla on yıl içinde ortadan kalkmış olmaktadır! Geride kalanlar,  yani sefil bir hanedan tarafından yönetilen Kuzey Kore’nin yanı sıra Küba ve Vietnam da adım adım çözülme yoluna girmiş bulunuyor.

Fırıldak “komünist”ler!

Bu dünya çapındaki tarihsel olay sosyalizme gönül vermiş nice işçiyi, emekçiyi, genci şaşırtabilir, sarsabilir. Böylesine büyük bir tarihsel felâket neden geçekleşmiştir? Milyonların kanla kahramanlıkla gerçekleştirdiği devrimlerin (Rus, Çin, Vietnam, Kore, Yugoslav, Arnavutluk, Küba devrimleri) mirası olan rejimler nasıl böyle sona ermiştir? Kapitalizmin sözcülerinin zafer çığlıkları atmalarını, “tarihin sonu”nu ilan etmelerini olanaklı kılan bu başarısızlığın ardında ne vardır? Sosyalizm tarihsel bir yenilgiye mi uğramıştır yoksa geçici bir sarsıntı mı yaşanmaktadır? Bu ve başka sorular dünyada ve Türkiye’de sosyalist hareketlerin büyük çoğunluğunca görmezlikten gelinmektedir. Çünkü değişik derecelerde olsa da, hemen hemen hepsi olan bitenden sorumludur!

Saptanması gereken ilk nokta şudur: birkaç istisnai durum dışında, kapitalizmin yeniden kurulması kirli işini yapan kendilerine “komünist” diyen iktidardaki partiler olmuştur. En önemli ülkelerde, Sovyetler Birliği’nde, Çin’de, Vietnam’da, Yugoslavya’da (ve kendisi önemli olmamakla birlikte uluslararası bir akımın ilham kaynağı olan Arnavutluk’ta) durum kesinlikle budur. O zaman soralım: bunlar nasıl “komünist” partiler ki kapitalizmi kendi elleriyle kurmaya girişiyorlar? Olan bitenin anahtarı da burada yatıyor: bu partiler, bir aşamadan sonra işçi sınıfının ve diğer emekçi sınıf ve katmanların çıkarlarını da savunan örgütleri olmaktan çıkmıştır. Peki, kimin çıkarlarını temsil etmektedirler? Büyük üretim araçlarında kamu mülkiyetine ve merkezi planlamaya dayanan ekonominin hücrelerinde kendileri için sistematik olarak sosyo-ekonomik ayrıcalıklar elde eden bir bürokrasinin. Yani işçi sınıfı, devlet iktidarını 1989’den uzun zaman önce yitirmişti. Bu devletlerin her biri “bürokratik olarak yozlaşmış işçi devletleri” haline gelmişlerdi. Ama bürokrasi bir süre boyunca kapitalizmi yeniden kuracak kadar güçlü hissetmiyordu kendini. 1989’dan itibaren ortaya çıkan kapitalist restorasyon (ulusal sorunların esas dinamik halini aldığı istisnai vakalar dışında) bürokrasinin kendini bir burjuva sınıf haline getirme atılımının ifadesidir.

Sorumlu olan Stalinizmdir!

Geriye bürokrasinin sosyalist devrim yaşayan ülkelerde devlet iktidarına ne zaman el koymuş olduğunu anlamak kalıyor. Bu sürecin başlangıcı, Marksizmin esas programı olan enternasyonalizm ve dünya devrimini terk ederek “tek ülkede sosyalizm” gerici programını uygulayan, Sovyet demokrasisine son vererek bürokrasinin despot rejimini kuran, kurduğu o despot rejimin polisi ve mahkemesi sayesinde Lenin’in Bolşevik Partisi’nin öncü kadrolarını katleden ve böylece partiyi bürokrasinin elinde bir oyuncak haline getiren Stalinizmde yatar. Stalinizm şu ya da bu olumlu yanlarının yanı sıra hataları da olan bir komünist hareket değildir. Sovyet bürokrasisinin kendi çıkarlarını sağlama almak amacıyla emperyalist-kapitalist dünya ile barış içinde bir arada yaşayabilmek için dünya devrimini durdurma politikasıdır. 1989’dan itibaren yaşanan çöküş, Stalinizmin acı meyvelerinin derlenmesidir!

Dünya ve Türkiye’de komünist ve sosyalist hareketler ise çeşitli “sosyalist” ülkelerin (Sovyet, Çin, Arnavutluk) bürokrasisinin peşine takılarak aynı suça ortak olmuşlardır. O yüzden geçmişin suçunu paylaşmışlardır, bu yüzden susmaktadırlar.

Yalnız Trotskizm sesini yükseltti!

Dünya sosyalist hareketi içinde örgütlü bir akım olarak yalnızca Ekim devriminin iki önderinden biri ve devrim sonrasındaki iç savaşta devrimi ezilmekten kurtaran Kızıl Ordu’nun komutanı olan Lev Trotskiy’in örgütlediği IV. Enternasyonal geleneğine bağlı parti ve gruplar bürokrasinin sosyalizmi yozlaştırmasına karşı sesini yükseltti. Devrimci Marksizmin yani Marx, Engels ve Lenin’in oluşturmuş olduğu tarihi programın savunusunu sadece bu akım yaptı. Gelecek her yerde onun öncülüğünde verilecek mücadelelerle inşa edilecektir. Dünya işçi sınıfına Trotskist partiler ve onun dünya devrimi programında buluşabileceği diğer devrimci Marksistler yol gösterecektir. Bu mücadeleler sonucunda sosyalizm mutlaka yeniden ayağa kalkacaktır. Ama 20. yüzyıl sosyalizminin katili Stalinizm asla!

Geçiş Programı 1989’u öngörmüştü!

Trotskiy’in kendisi tarafından kaleme alınmış olan IV. Enternasyonal’in kuruluş programı, genellikle bilinen adıyla Geçiş Programı (1938), yozlaşmış işçi devletinin bürokrasisinin sonunda kapitalizmi yeniden kuracağını öngörmüştü:

“Politik gelişme için iki alternatif söz konusudur: Ya bürokrasi gittikçe daha çok dünya burjuvazisinin işçi devletindeki organı haline gelerek yeni mülkiyet biçimlerini devirecek ve ülkeyi kapitalizme geri sürükleyecek, ya da işçi sınıfı bürokrasiyi ezerek yolu sosyalizme açacaktır.”

İşçi sınıfının başta Polonya, Doğu Almanya ve Macaristan’da olmak üzere ayaklanmaları başarıya ulaşamayınca bürokrasi kapitalizmi yeniden tesis etti. Bugün görevimiz hem sosyalist devrimi yapmak, hem de bürokrasinin yeniden canlanmasına izin vermemektir.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasım 2014 tarihli 61. sayısında yayınlanmıştır.