Başyazı: Onurlu bir gelecek için devrim!

Tekirdağ Valilik Çevik Süpür

İçinde yaşadığımız toplum iki karşıt sınıfa bölünmüştür. Bir tarafta üreten çoğunluk, yani proletarya (işçi sınıfı), diğer tarafta ise sömüren azınlık, yani burjuvazi (sermaye sınıfı) var. Bu bölünmede burjuvazi, işçi sınıfının emeğini sömürerek elde ettiği parasal gücü siyasette, medyada, kültürde ve hayatın her alanında hâkim sınıf olmak için kullanıyor. Apaçık gerçekleri böyle gizliyor. Bir avuç sömürücünün çoğunluğa hükmetmesini böyle sağlıyor. Böylece devleti sınıfsal çelişkilerde hakemmiş gibi, kendi çıkarını da tüm milletin çıkarıymış gibi gösteriyor. Ama kriz zamanlarında mızrak çuvala sığmaz oluyor, işçi sınıfı ayağa kalktığında makyaj akıyor, maske düşüyor.

Tekirdağ Valiliğinin önünde anayasayı ve yasaları uygula diyen işçiye vahşice saldıran devlet gerçek yüzünü, sınıfsal niteliğini, burjuva karakterini gösteriyor. Anayasanın sendika hakkına dair 51. Maddesinin, herkese izin almadan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı veren 34. Maddesinin değil, burjuvazinin çıkarlarının gereğini yapıyor. MESS grevlerini yasaklarken Anayasanın grev hakkını güvence altına alan 54. Maddesini değil, metal sanayii patronlarının menfaatini esas alıyor. Yine aynı devlet barınma hakkı isteyen öğrenciye Anayasanın barınma hakkıyla ilgili 57. Maddesine göre değil, sömürü düzenini sürdürme gayesiyle yaklaşıyor. 2 milyon konut fazlasının olduğu ülkede yurt isteyen, karşılanabilir kiraya konut talep eden öğrencileri polis nezaretinde yatırıyor. Bu liste uzayıp gider… Sonuç hep aynı! Toplumlar anayasaya ve yasalara göre değil, hâkim sınıfın çıkarlarına göre yönetilmektedir.

Mehter marşlarıyla çıkılan sınır ötesi seferlerin aslında emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda girişilen bir tür taşeronluk olması da bundandır. Elbette ki "ABDye hizmet ediyoruz, emperyalist paylaşım kavgasından bize de bir kırıntı düşerse ne âlâ" demeyecekler. "Vatan, millet, Sakarya" diyecekler ve diyorlar… Ve onların çocukları şu ya da bu sebeple askere gitmezken, zenginler bedel verirken, bizim çocuklarımız, emekçi halkın çocukları savaşlarda can veriyor. Ve düzen siyaseti kurduğu tezgâhla, işçi emekçi çoğunluk kendisine bu ezayı çektirenlerden hesap sormasın, onun yerine din, dil, mezhep vb. her türlü kışkırtmaya maruz kalıp birbirine düşsün istiyor.

Elbette ki bu böyle gelmişse de böyle gitmeyecek. Dedik ya işçi sınıfı ayağa kalktığında, emekçi halk üzerindeki ölü toprağını silkinip attığında her şey değişmeye başlıyor. Çıplak gerçekler gün yüzüne çıkıyor. Ama gerçeği görmek yetmez. Değiştirmek için düzen siyasetinin yerine sınıf siyasetini geçirmek gerekiyor. Devlete mevcut yasaları uygulatmak için bile direniyoruz. Patronlardan haklarımızı ancak söke söke alıyoruz. Bu düzeni toptan değiştirmek için ise çok daha fazlası gerek: Devrim! İstibdadı yenen, hürriyeti getiren 1908’deki devrim gibi, bu ülke kurulurken işgalciyi kovan, saltanatı yıkan devrim gibi… İşçi sınıfını iktidara getiren ve tüm dünyada işçi devrimleri çağını başlatan Ekim Devrimi gibi… Çağımızın devrimi ancak işçi sınıfının altından kalkabileceği bir iştir ve zaferi için ihtiyacımız olan işçi sınıfının öncüsünü örgütleyen bir devrimci partidir. Devrimci İşçi Partisi var gücüyle böyle bir partinin inşası için çalışmaktadır.

Sadece işçi sınıfı siyaseti küçük bir azınlığın değil, ezici çoğunluğun çıkarını gözetir. Uğruna savaşmaya değer tek siyaset budur: İşçi ve emekçi sınıfların hâkim olduğu bir devlet, yani ezileni koruyan, ezene göz açtırmayan, üretimde sömürüyü kaldıran, zenginden alıp fakire dağıtan, işsize iş, herkese aş, emekçi halka hürriyet getiren bir devlet! Fabrikaların bankaların devletin, devletin de işçinin olduğu bir düzen! Çocuklarımıza bırakacağımız onurlu geleceğin ta kendisi işte budur!

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ekim 2021 tarihli 145. sayısında yayınlanmıştır.