Başyazı: Erdoğan’ın programı TÜSİAD’dan, güvenoyu emperyalistlerden!

Seçimlerin ardından yeni bir yönetim sistemine geçildi. Artık hükümet programı mecliste okunmayacak. Ancak seçimi takip eden günlerde görüldü ki daha hükümet kurulmadan TÜSİAD, Erdoğan’ın eline uygulayacağı programı vermiş. Halka kemer sıktırılacak, bankaların bir dediği iki edilmeyecek, faiz politikasında Merkez Bankası serbest bırakılacak, vergi indirimleri ve teşvik muslukları kesilmeyecek, holdinglerin kârları için huzur ve güven ortamı sağlanacak. OHAL kaldırılacak ama patronların önünü açan grev yasakları ve sendikal baskılar sürecek. Avrupa Birliği yönelişi sürecek, Gümrük Birliği’ne halel gelmeyecek.

Mecliste hükümetin kurulması için güven oylaması da yok. Güvenoyunu ise artık, uluslararası finans kapital ve emperyalist güçler veriyor. Güvenoyunu da geçtiler, hükümete bakan atıyorlar. Uluslararası finans kuruluşları Mehmet Şimşek ve Naci Ağbal kabinede olacak diyor. “Sen kimsin” diyen yok! Öyle olunca Tayyip Erdoğan, Avrupa’dan güvenoyunu aldı, üstüne 3 milyar Avroluk mali desteği de kaptı. NATO, ilk tebrik eden oldu. 11-12 Temmuz’da Brüksel’de NATO toplantısı var. NATO’dan alınacak güvenoyunun bedeli İstanbul Maslak’ta NATO’ya yeni üs vermek ve NATO’nun “mızrak ucu” olmak. (Türkiye’nin NATO’nun yeni kurulmakta olan Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Gücü’nün (VJTF/Spearhead) sorumluluğunu üstlenmesi bekleniyor.) Eski CIA şefi yeni ABD Dışişleri Bakanı Pompeo da güvenoyunu ilk açıklayanlardan. Mınbiç’te Türk askerini ABD askerinin yanına alıp kendi suçlarına ortak ettikten sonra gerisini getirecekler. Türkiye, Suriye’nin Kuzeyindeki NATO koridorunun bekçisi olacak.

Erdoğan’ın Türkiye’yi anonim şirket gibi yönetme, başka bir ifade ile Türkiye A.Ş.’ye Cumhurpatronu olma hayali aslında yerli-yabancı finans kapital ile parasını verdikten sonra Türkiye’yi istediği gibi kullanmak isteyen emperyalistlerin programıyla uyumlu. İşte ilk birkaç gün içinde geldiğimiz yer bu!

Halkın iradesinin hiçe sayılması sadece seçim hilelerinden ibaret değil. Çok daha fazlası söz konusu. Çünkü hile hurda olmasa, seçimler ikinci tura kalsa, hatta Muharrem İnce kazansa bile temelde değişen bir şey olmayacaktı. Değil mi ki Muharrem İnce seçim kampanyasını “beni Amerikalı yetkililer aradı” diyerek başlattı ve son günlerde TÜSİAD’ın huzuruna çıkarak bitirdi, o da TÜSİAD’ın programını uygulayacak, emperyalizmin güvenoyunu alacaktı. İnsanların istibdada karşı hürriyet özlemini suistimal eden Millet İttifakı kod adlı Amerikan muhalefeti aslında istibdadın yedek lastiğinden başka bir şey değildi. HDP’nin yürüdüğü yol ise NATO Parlamenterler Asamblesi’nden TÜSİAD salonlarına uzandı ve nihayet Amerikan muhalefetinin ardında sonlandı.

Usulsüzlük, oy çalma, baskı hepsi oldu. Ama en büyük hile, sonuç ne olursa olsun tekelci sermayenin ve emperyalizmin kazandığı seçim oyununun kendisiydi. Erdoğan ve Bahçeli, baskın seçim tarihini 24 Haziran olarak belirlediği gün, derhal “hodri meydan” diyen CHP ve diğerleri, baştan bu oyunun figüranları olmayı kabul etmişti. Muharrem İnce’nin seçim gecesi havlu atması da, Meral Akşener’in “Almanlar kaybedince biz de kaybettik” havasına girmesi de bu oyundaki rollerinin gereğiydi.

Tüm bunlara rağmen halkın sandıklara sahip çıkmakta gösterdiği kararlılık ve azim son derece önemlidir. Hapisteki Demirtaş’ın aldığı 4 milyondan fazla oy, HDP’nin tüm baskılara rağmen meclise girmesi, tüm devlet olanaklarını kullanan ve her türlü “silahı” devreye sokan AKP-MHP bloğunun ve Erdoğan’ın yüzde 52-53 aralığında kalması dikkate değerdir. Yani oynanan tiyatronun içinde halkın olduğu kadar istibdadın trajedisini görmek de mümkündür. Türkiye’de istibdad rejimi önemli mevziler elde etmiş olsa da hürriyet mücadelesi de kendini bütün cesametiyle ortaya koymaktadır. Umutsuzluğa, yılgınlığa yer yoktur. Ancak gerçekleri görmek ve artık defalarca düşülen hatalara tekrar düşmekten kaçınmak da şarttır.

Devrimci İşçi Partisi’nin ve öncü işçilerin sandıklara attıkları protesto oyları, olası bir ikinci tur için önerdiğimiz referandum seçeneği, nicelik olarak olmasa da nitelik olarak çok önemlidir. Patron partilerine, işçi düşmanlarına, ABD, AB, NATO ve İsrail dostlarına oy vermemek gerekirdi. Veren verdiyse de artık tüm bunlardan medet ummayı bırakmanın şart olduğu ortadadır. CHP’nin başına kim geçerse geçsin işçinin emekçinin umurunda olmamalıdır artık. İşte görmüyor muyuz? Oy hakkı olmayan emperyalistler, seçime girmeyen TÜSİAD sandıktan kazanan olarak çıkıyor! Çünkü onların gücü paradan geliyor. Bizim, yani işçi sınıfının ise üretimden. Yani aslında onların gücünü yaratan da artık değeri ürettiğimiz için biz işçi ve emekçileriz. Bir anlamda her şey bizim elimizde. Ama tek başına paravanın arkasına geçip mühür basan işçi korkutmaz onları. Korkulu rüyaları işçinin şaltere uzanan elidir. Farklı partilere oy veren işçiler işgal, grev, direniş meydanlarında birleşecektir. Sınıfın üretimden gelen gücünü kimse yok sayamaz, milyonlarca işçi ve emekçi yollara döküldüğünde kimse bunu hileyle görünmez kılamaz. O halde şimdi mücadeleyi kendi güçlü olduğumuz yere çekmeliyiz ve örgütlenmeliyiz.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Temmuz 2018 tarihli 106. sayısında yayınlanmıştır.