Başkanlık sistemine işçi sınıfı tepkisi ne olmalı?

 

AKP hükümetinin ve tekelci sermayenin petrol açılımı ve sınıf saldırısı programı barış ve çözüm süreci olarak pazarlanmaya devam ediliyor.

Biz de ısrarla ve kararlılıkla gerçekleri yazmaya ve yalan perdesini yırtmaya devam ediyoruz. Tekrar ve bir kez daha söylüyoruz ki AKP hükümeti ve tekelci sermaye Kürt sorununun çözümünü istemiyor. Petrol açılımının ve sınıf saldırısının önünü açmak için Kürt sorunundan en başta da Kürt hareketinden kurtulmak istiyor. Bu yüzden de AKP hükümeti son dönemde pek çok kez yaptığı gibi bu süreci de bir torba haline getirip içine işine gelen her şeyi tıkıştırıyor.

Önümüze sunulan “süreç” torbasının içinde başkanlık sisteminin de olduğu artık herkesin malumu. Öcalan bile daha ilk açıklamalarında süreç ilerlerken Erdoğan’ın başkanlığını destekleyebileceklerini ifade etmişti. Yani kimse kimseyi kandırmasın: önümüzdeki dönemde barış kadar, Kürt sorunu kadar başkanlık sistemi de tartışılacaktır.

Peki, sosyalistlerin bu konudaki tavrı ne olmalıdır? Ya da aynı kapıya çıkmak üzere, işçi sınıfının çıkarları başkanlık sistemi tartışmasına nasıl bakmamızı gerektirmektedir?

İşçi sınıfının iktidarı

Başkanlık sisteminin yasama, yürütme ve yargı erklerinden yürütmenin güçlenmesine yol açacak bir rejim olduğu açıktır. Bu, başkanlık sisteminin genel olarak anti-demokratik ve otoriter eğilimli olarak nitelenmesine yol açmaktadır ki büyük oranda doğrudur. Ancak işçi sınıfı çıkarları açısından başkanlık sistemine karşı çıkış genel demokratik prensiplere dayandırılamaz.

Zira işçi sınıfı mücadelesini yükselttiğinde burjuva devletinin kuvvetler ayrılığı prensibinden doğan boşlukları kendi lehine değerlendirecektir. Zaman zaman yasal bir mücadele yürütecek, bir özelleştirmeyi Anayasa Mahkemesine ya da Danıştay’a götürecek, yeri geldiğinde 1 Mart tezkeresinde olduğu gibi milletvekillerine baskı yapacak, yeri geldiğinde mesela seçim dönemlerinde hükümeti sıkıştırarak hak alma mücadelesi yürütecektir. Ancak bunlar genel geçer bir prensip olarak kuvvetler ayrılığının benimsenmesini gerektirmez.

Çünkü devrimci işçi sınıfı, bir devrimci işçi iktidarı kurduğunda kuvvetler ayrılığına değil kuvvetlerin birleştirilmesine yönelecektir. Yasamayı, yürütmeyi, hatta yargıyı devrimci bir süreçte bütünleştirerek hızla kapitalistleri mülksüzleştirmeye girişecek, holdinglerin bankalarını kapatırken, fabrikalara el koyarken burjuvazinin sözde demokratik yakarışlarına kulak asmayacak, karşı devrimcileri, emperyalist ajanları hızla yargılayarak cezalandıracak, emperyalist saldırganlığa karşı saflarını her yönden tahkim edecektir. Tüm devrimler bize aynı gerçeği anlatmaktadır. Bu gerçekleri bir tarafa bırakıp genel bir kuvvetler ayrılığı hayranlığı geliştirmek, devrimci olmamak, ufkunu kapitalizmin sol muhalefeti olarak kalmakla sınırlamak demektir.

Başkanlık sistemi bugün ne demek?

Diğer yandan sınıf mücadelesi açısından başkanlık sisteminin ne anlam ifade ettiği açıkça ve güncel somutluğu içinde ortaya konmalıdır. Bugün başkanlık sistemi tartışması Türkiye’nin hangi rejimle daha iyi yönetileceğine dair bir tartışma değildir. Bugün başkanlık sistemi tartışması hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde Recep Tayyip Erdoğan’ın başkan olup olmaması tartışmasıdır. O yüzden başkanlık sisteminin tarihsel süreçte nasıl geliştiği, ABD’deki sistemin özgüllükleri, Fransa’daki yarı başkanlık sisteminin özelliklerinin ne olduğu, nasıl bir modelin Türkiye’ye daha uygun olacağı yönündeki tartışmalar entelektüel bir anlam taşısa da politik olarak meseleyi saptırıcı niteliktedir. Bugün soru şudur: Erdoğan’ın başkanlığı karşılıklı mücadele eden sınıflar için ne anlam ifade etmektedir?

Öteden beri başkanlık sistemine karşı çıkan TÜSİAD bu işe yeşil ışık yakmaya başlamışsa, Fethullah Gülen başkanlık sistemini tartışmaya açmışsa, MÜSİAD bu işin arkasında yer alıyorsa yani tekelci sermaye bir bütün olarak Erdoğan’ın başkanlığını desteklemeye yönelmişse, bu bile tek başına karşı çıkmak için yeterlidir. Bu bileşimden işçinin emekçinin yararına bir sonuç alma olasılığı yoktur.

Ancak tekelci sermaye cephesinde oluşan bu birliğin altındaki nedenler de doğru kavranmalıdır. Dünya çapındaki ekonomik depresyon dolayısıyla kârları büyük tehdit altına giren tekelci sermaye iki stratejik hedefe yönelmektedir: 1. Bölgede maceracı bir dış politika ile petrol ve doğalgaz alanlarında hakimiyet kurmak ve böylece maliyetlerde genel bir rahatlama sağlamak; 2. İşçi sınıfının elinde kalan son kazanımlarına da saldırarak emek gücünü ucuzlaştırmak ve köle haline getirmek.

Bu iki hedef de zorludur. Biri dışarıda ülkeyi büyük askeri ve siyasi tehditlerle karşı karşıya bırakabilir; öteki ise içeride büyük bir işçi sınıfı kalkışmasını tetikleyebilir. Dolayısıyla tekelci sermaye sınıf saldırısının yürütülmesinde güçlü bir liderliğe ihtiyaç duymaktadır. Sevseler de sevmeseler de Erdoğan bu göreve soyunabilecek tek politik figür olarak ön plana çıkmıştır. İşçi sınıfı olarak bu tablo karşısında yapacağımız tek şey vardır o da tekelci sermayenin sınıf saldırısına yönelik yaptığı hazırlıklara çomak sokmak ve başkanlık sistemine karşı çıkmaktır. Kuvvetler ayrılığı prensibine bağlı demokratlar olduğumuzdan değil, işçi sınıfı olarak sermayeye karşı kazanmamız gereken bir kavgamız olduğundan.

* * *

Sosyalistler başkanlık sistemine ne diyor?

Sosyalistlerin başkanlık sistemine karşı tutumlarını 5 başlık altında toplayabiliriz. Bunlardan birincisi, Devrimci İşçi Partisi’nin gazetemizin bu sayısında da ifade edilen konuya işçi sınıfının sermayeye karşı savaşımının penceresinden karşı çıkan tutumdur ve ne yazık ki bu tutumu paylaşan başka bir sosyalist akım yoktur. İkincisi ve en yaygın olanı, başkanlık sistemine sınıf perspektifinden yoksun bir şekilde otoriterlik ve diktatörlük eğilimi dolayısıyla karşı çıkan tutumdur ki ÖDP, EMEP, TKP ve Halkevleri bu çerçevede değerlendirilebilir. Bu unsurlardan ÖDP, EMEP ve Halkevleri hem kuvvetler ayrılığına daha fazla vurgu yapmakta hem de AKP’nin başlattığı süreci barış ve çözüm adı altında destekledikleri için başkanlık sistemine ayrı, sürece ayrı tavır geliştirmektedir. Bu da, bir tarafında başkanlık sisteminin mimarı AKP’nin, diğer tarafta baştan Erdoğan’ın başkanlığını destekleyebileceklerini açıklayan Kürt hareketinin bulunduğu süreci alkışladıkları için teorik olarak karşı çıktıkları başkanlığa pratik olarak destek olma çelişkisini yaratmaktadır. Bu konuda genel bir suskunluk hali içinde olanları da bir dördüncü grup olarak zikretmek gerekir ki bu grupların ekseriyetini HDK içinde olan ve çoktan Kürt hareketine iltihak etmiş sosyalist gruplar oluşturmaktadır. Nihayet son ve beşinci grup açıktan (DSİP) ya da yarım ağızla (Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi) başkanlık sistemini destekleyenlerdir ki bunlar sadece yanlış bir yolda olanlar değil karşı safa geçenlerdir. 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Mayıs 2013 tarihli 43. sayısında yayınlanmıştır.