Barajlar yıkıldı, Erdoğan halkın barajına takıldı!

7 Haziran seçimleri şımarık, kibirli ve hoyrat bir iktidarın yaşadığı ağır bir yenilgi oldu. AKP’nin, iktidara geçişinden 12 yıl sonra dördüncü genel seçimlerden de birinci parti olarak çıktığını ileri sürerek bu hezimeti gözlerden saklamak isteyenler, rakamlarla oyalanıp gerçeğin özünü gözlerden gizleyenlerdir.

Bir stratejinin yenilgisi

Önce rakamlarla oyalanmak isteyenlere şunu hatırlatalım: AKP bir önceki genel seçimler olan 2011’de oyların neredeyse yüzde 50’sini almıştı. 7 Haziran’da ise oyu yüzde 40 dolayındadır. Bir parti dört yıl içinde 10 puan kaybetmişse, birinci de olsa buna seçimi yitirmek denir.

Ama mesele bu değildir. 2011’den beri Türkiye’nin gündeminin Tayyip Erdoğan’ın stratejik hedefleriyle belirlendiğini herkes biliyor. Konu “Hedef 2023”tür, konu başkanlık rejimidir. Erdoğan, cumhurbaşkanlığına tırmandıktan sonra rejimi kendine uygun hale getirecek, üst üste seçilerek en az 2024’e kadar başta kalacaktı. Halktan “400 milletvekili” istemesi, bunun olmayacağını anlayınca 330’a razı olması bundan değil midir? Halk elini kaldırmış, iktidara avucunun içini göstererek “Dur!” demiştir. Üstüne üstlük, bırakın anayasa değiştirip Erdoğan’ı tam yetkili başkan yapacak çoğunluğu, halk AKP’ye tek başına hükümet kurma yetkisi bile vermemiştir! Türkiye yüzünü başka bir geleceğe dönüyor. Tayyip Erdoğan şimdi geleceğin kendisi için Kaçak Saray’da başkanlık değil, halkın mahkemesinde yargılanma ihtimalini hazırlamakta olduğunu düşünerek titrese yeridir!

12 Eylül’e de büyük bir tokat

Bu seçimler, has Erdoğan yardakçılarından “yetmez ama evet”çilere kadar AKP’nin 12 Eylül rejimine son verdiğini ileri sürenlere ağır bir ders oldu. Tayyip Erdoğan ve AKP, geleceklerini bütünüyle 12 Eylül rejiminin getirdiği, dünyada eşi menendi olmayan yüzde 10 barajına bağladılar. Sadece barajı kaldırmayı reddederek değil; aynı zamanda, bütün seçim kampanyasını Erdoğan’ın elinde salladığı Kur’andan Diyarbakır’da patlayan bombaya kadar bir dizi korkunç yöntemle HDP’yi baraj altında bırakma hedefine kilitleyerek de. Ama 12 Eylül ile AKP’nin bu uyumlu evliliği sonuç vermedi. Askeri rejim, barajı sol partilere ve Kürt hareketine, bir ölçüde de İslamcı harekete karşı bir önlem diye düşünmüştü. Korkunun ecele faydası yoktur! 35 yıllık bir gecikmeyle de olsa HDP barajı yıkarak 12 Eylül sistemine de ağır bir yenilgi yaşatmıştır.

12 Eylül’ün bu yenilgisi, tam da askeri rejimin işçi sınıfına karşı kurduğu en büyük tuzak olan Türk Metal’in, büyük fiili grev hareketi tarafından silkelendiği bir ana denk geldi. Bu da demektir ki, Türkiye bu seçimin ve metal grevinin bileşik etkisiyle yeni bir döneme adımını atmaya hazırlanıyor.

AKP de yenilmiştir

Tayyip Erdoğan bu seçimin büyük mağlubudur. Ama sadece o yenilmemiştir. Sonradan öğrendiği çirkin üslupla seçim gecesi balkondan iddialı biçimde haykırdığına bakmayın, Davutoğlu muhtemelen gidicidir. AKP bütün fiyakası bozulmuş bir mahalle kabadayısının derin depresyonunu yaşıyor. İçinde büyük çalkantıların başlaması sadece zaman meselesidir.

“İstikrar lobisi”: AKP’yi uçurum kenarından kurtarma operasyonu

Şimdi AKP’lisi, sol liberali, “aman ekonomik dengeleri bozmayalım”cısı, “iş dünyasının çıkarları sarsılmasın”cısı bir koro, bir “istikrar lobisi” oluşturdu. Bunlara göre, muhalefet partileri mutlaka AKP ile koalisyon yapmaya hazır olmalıdır, “yapıcı” olmalıdır, Türkiye’nin istikrarını bozacak adımlardan kaçınmalıdır. Bunlar, düne kadar Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin siyasi ve toplumsal hayatını delik deşik ettiğini unutuyorlar! Tam halk Erdoğan’ı cezalandırma yönünde ilk adımını, ama daha sadece ilk adımını atmışken, “Aman durun, bu kadar yeter, barışın!” diyorlar. Hayır! Hangi muhalefet partisi AKP ile koalisyon kurmaya soyunursa, o kendi seçmeninin iradesine ihanet ediyor demektir. 12 yıl boyunca tek başına iktidarda olan bir parti seçimde çoğunluğu yitirdiğinde onunla koalisyon kurmak demek, ona tam çöküş yoluna girmişken soluk alma zamanı sağlamak, koltuk değneği olmak demektir.

Zaten meclise giren üç muhalefet partisi de buna yanaşmayacağını az çok belli etmiş durumda. “İstikrar korosu” çok kısa süre içinde, Erdoğan’ı kurtarmaya yönelik öteki yönelişe, yani “erken seçim korosu”na katılacak muhtemelen.

Koalisyonun koşulu, AKP’de sarsıntı

AKP’nin bu seçimden zaferle çıktığı yalanını yaymaya çalışanlar, parti içindeki çalkantı başlayınca hangi deliğe kaçacaklarını bilemeyecekler. Partinin içinde birçok eğilimi barındırdığı anlaşılıyor. Erdoğan Davutoğlu’nu bakanlarının en zavallısı, en başarısızı olduğu için başbakan yapmıştı; kendisine karşı nasıl olsa başkaldıramaz diye. O bile Erdoğan ile yollarını ayırmaya başladı. Balkondan etmediği teşekkür kalmadı, ama Recep Tayyip Erdoğan ismi ağzından çıkmadı! Aynen onun gibi Erdoğan’ın hık demiş burnundan düşmüş bir üslup benimseyen Binali Yıldırım’dan, sessiz ve derinden gitmeye çalışan Numan Kurtulmuş’a kadar birçok kişi Davutoğlu’na rakip çıkmak üzere şu anda ellerini ovuşturuyor.

Ama bütün bunlar AKP’nin esas yeni önder adayının yanında gölgede kalır. Abdullah Gül son dönemde Türkiye burjuvazisinin geniş kanatları ve Erdoğan’ı seçimden önce yerden yere vuran uluslararası finans kapital tarafından parlatılıyor. Gül, partinin başına davet edilmeyi, rakip tanımaz görkemli bir kongre ile genel başkan seçilmeyi bekliyor. Partinin içinde ve dışında, AKP’den çıkarı olanlar da dâhil burjuvazinin saflarında Erdoğan’a karşı Gül kozunu oynamaya hazır çok insan var. Krizin temposunu öngörmek mümkün değil, ama AKP’nin krizine bir adım yaklaşmış bulunuyoruz.

Kılıçdaroğlu-Derviş ekibi de o günü heyecanla bekliyor.