Aşı milliyetçiliği!

Aşı milliyetçiliği

Geçtiğimiz 2020 yılının 17 Aralık tarihinde partimiz Devrimci İşçi Partisi’nin girişimiyle bir uluslararası bildiri yayınlandı. Altında üçü Rusya’dan olmak üzere, Yunanistan, ABD, Fransa, Finlandiya, Polonya, Bulgaristan gibi çeşitli ülkelerden 11 örgütün imzası vardı. Başlığı her şeyi berrak biçimde anlatıyor: “Ulusal bencilliğe hayır! Aşılamaya tüm ülkelerin ön safta mücadele eden sağlık ve huzurevi çalışanlarıyla başlansın! Sağlık endüstrisinden kâr elde eden tüm şirketler kamulaştırılsın! Uluslararası soruna uluslararası çözüm! Kapitalizmin vurduğu prangalara karşı insan hayatına sahip çıkalım!”

17 Aralık daha aşının, deyim yerindeyse, “balayı” dönemiydi. Bütün kapitalist medya “tünelin ucundaki ışık göründü” havasındaydı. Mesele sadece bir yıl falan dişimizi sıkmaktı. Türkiye’de kendine komünist diyen birtakım partiler bile “bilim buldu, kurtulduk” havasındaydı. Ama DİP ve uluslararası kardeş örgütleri “bilim buldu, kapitalizm ve milliyetçilik çözümü olanaksız hale getiriyor” diyordu. Bunu sayılarla ve mantıklı açıklamalarla destekliyordu.

Aradan sadece bir buçuk ay geçti. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus “aşı milliyetçiliği pandeminin uzamasına yol açabilir” dedi. Hakkını yemeyelim, DSÖ bu konularda bütün öteki aktörlerden daha duyarlı ve daha erken davranıyor. Ama okurumuza iyi düşünmesini rica edelim: Aralarında DİP’in de olduğu birtakım Marksist örgütler erkenden uyarıyorlar. Buna karşılık dünya kapitalizminin zenginleri emperyalist ülkeler ve onların eteğine tutunmuş bizim gibi orta halli kapitalist ülkeler birbirlerinin gözünü oyuyorlar. İlaç şirketleri de “gelsin paracıklar” havası çalıyor. Bugün, bir buçuk ay sonra, dünyada salgın konusunda en büyük otorite olarak kabul edilen DSÖ de “pandemi uzayacak” diyor. Kim doğru yolu gösteriyormuş? Hangi ideoloji, hangi siyaset?

Türkiye’de herkes haklı olarak soruyor: Hani 50 milyon doz dediniz, neden gelmiyor? Hükümetin politikasının aşı öncesi dönemde olduğu gibi, aşı konusunda da döküldüğüne kuşku yok. Ama insanlar bu gerçekle karşılaştıklarında esas sorumlunun kapitalist sistemin kendisi olduğunu fark edemiyor.

Altını çizerek söyleyelim: Avrupa Birliği (AB) şu anda aynen Türkiye’nin durumunda! Aşının sahibi ilaç şirketleri AB Komisyonu ile imzaladıkları sözleşmelerde vadettikleri on milyonlarca dozu veremeyeceklerini, Şubat ayı teslimatını ancak Nisan ayında teslim edebileceklerini açıkladılar. AB öfke içinde! Örnek olsun, dünyanın en zengin kentlerinden biri olan Paris’te aşı çalışmaları durdu! Almanya’da aşı merkezleri kuruldu, aşı yok! İspanya virüsten kırılıyor, Madrid’de aşı yapılamıyor! Birkaç ülke (ABD, İngiltere ve Kanada) dışında, dünyanın hemen hiçbir yerinde gereken aşı miktarı bulunamıyor. İngiltere’de bile iki doz arasındaki süreyi uzatmanın doğru olup olmadığı tartışılıyor.

Şimdi aynen bahar aylarında ülkeler birbirlerinin maske ya da solunum cihazı siparişlerini havalimanlarından korsanca çaldıkları gibi aşı stoku savaşları başladı. İngiltere’nin AstraZeneca ilaç şirketi aşı üretim merkezlerinden birini AB üyesi Belçika’da kurmuş. Şimdi AB Belçika’da üretilen aşının İngiltere’ye gitmesini nasıl engellerim diye yol arıyor. Yani başka milletler ölsün, üste çıkan sağ kalsın!

Üstelik, kimse şu soruyu sormuyor: Ne Amerikan ve Avrupa şirketleri, ne Çin, ne Rus, aşı ruhsatına sahip hiçbir ülke neden yeterli doz vermiyor? Mesele sadece milliyetçilik değil, kapitalist ilaç tekellerinin yüksek kâr elde edebilmesi için aşıların bütün dünyaya yetecek kadar üretilememesi. O şirketler imalatı arttırabildiği kadar arttırıyor, ama başka ülkelerin üretimine “fikrî mülkiyet hakları” (bildiğimiz “patent”in yeni ve şık adı) engel oluyor. Yani Pfizer, BioNTech, Moderna, AstraZeneca, Sinovac kasalarını doldursun, halk ölsün!

Oysa sosyalizmde olduğu gibi merkezî planlama ekonomiyi yöneten ilke olsa, kaynaklar bütün ülkelerde hızla aşı üretimine yöneltilir, 2021 sonbaharına kadar bütün ülkelerde bütün insanlar aşılanır ve pandeminin beli kırılabilirdi. Hemen bitmezdi belki, ama bugüne kadar virüs insanlığı sultasına almışken, artık insanlık virüsü kontrol altına alır ve zaman içinde yenilgiye uğratırdı. Kapitalist uygarlığın her şeyi kâra bağlayan işleyişinin insan toplumlarının düşmanı olduğu açık değil mi?

Afrika’da bugüne kadar kaç kişi aşı oldu dersiniz? Toplam 25! Yazıyla yirmi beş! Bu, sonunda bir intikam olarak virüsün zengin ülke insanlarına geri dönmesi demek. Herkes kurtulmadıkça kimse kurtulamaz virüsten bu bütünleşmiş 21. yüzyıl dünyasında. Üstelik, çözüm geciktikçe yeni “varyant”lar çıkıyor: “İngiliz varyantı”, “Güney Afrika varyantı” derken aşının etki yapamayacağı başka “varyantlar” gelecek.

Virüs kendini korumak için biyolojik mutasyon geçiriyor. İnsanlığın kendini koruması için sosyo-ekonomik mutasyon yaşaması şart!

 

Bu yazıyı podcast hesaplarımızdan dinlemek için tıklayın.

Sungur Savran Aşı Milliyetçiliği

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Şubat 2021 tarihli 137. sayısında yayınlanmıştır.