Amiralle general neyin kavgasına tutuştu?

Amiralle general neyin kavgasına tutuştu?

Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Tümamiral Cihat Yaycı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla Resmi Gazete’de yayınlanan kararla genelkurmay emrine atanarak kızağa çekilmesinin ardından istifa etti. Bu kararın ardından bu isim üzerinden ciddi bir tartışma başladı. Cihat Yaycı’ya sahip çıkanlar onu bir milli kahraman olarak lanse ediyor. Tasfiye edilmesinde FETÖ’nün rol oynadığı imaları ise son derece yaygın. Nedim Şener, Mehmet Metiner, Fuat Uğur gibi iktidara yakın isimlerin yüksek perdeden dillendirdiği bu iddiaların ucunun Hulusi Akar’a ve nihayet kararda imzası bulunan Tayyip Erdoğan’a dokunduğu açık.

Mantıksal olarak Tayyip Erdoğan’ın “cemaatin yönlendirmesi ile bir generali tasfiye ettiği” sonucuna varacak bu iddiaların, yenilir yutulur cinsten olmadığı açık. Öte yandan Amiralin Mehmet Metiner’e telefonda söylediği “istifam asla Cumhurbaşkanımıza tepki değildir. Ona olan sadakatim ömrüm boyunca devam edecektir. Bana asılsız iddialarla kumpas kuranların gerçek yüzleri ortaya çıkacaktır” sözleri Erdoğan’ı bu suçlamalardan vareste tutarak projektörleri “General”in üzerine çeviriyor.

Cihat Yaycı, belli ki Hulusi Akar ve Tayyip Erdoğan arasındaki artık herkesçe bilinen çelişkilere oynuyor. Zira Amiral her ne kadar atama kararını Erdoğan imzalamışsa da istifası sonrasında eğer bir ikbali olacaksa bunun ancak yine Erdoğan’ın rızasıyla gerçekleşeceğini biliyor. Hulusi Akar’ın elinde topladığı büyük yetkilere rağmen sadece iktidarın sivil kanadı nezdinde değil ordunun içinde de en sempatik kişilik olmadığı biliniyor. Cihat Yaycı, karşısına Hulusi Akar’ı aldığı bu kavgada şimdiden epey sempati puanı toplamış durumda. Ancak Cihat Yaycı’nın Erdoğan kanadına ilişkin beklentilerinin karşılık bulması kolay değil. Çünkü Amiral ile Generalin çatışmasının esas kaynağı Hulusi Akar’ın Erdoğan’la çatıştığı değil tam tersine birlikte angaje olduğu Rabiacı dış politikada yatıyor. 

Ne fetömetre ne ihale ne de fazla medyatik olma…

Cihat Yaycı, TSK içindeki cemaat tasfiyelerinde kullanılan ve “fetömetre” olarak anılan uygulamanın yaratıcısı olması ve Libya ile Türkiye arasındaki Deniz Yetki Alanları Mutabakatı’nın teorik temellerini atmasıyla tanınıyor. Cihat Yaycı’nın tasfiyesinde öne çıkan resmi gerekçe ise Cihat Yaycı hakkında Nisan ayında Milli Savunma Bakanlığı’nın (MSB) girişimiyle açılan ve savcılığa intikal ettirilen bir ihaleye fesat karıştırma dosyası. Bu dosyanın gündeme geliş zamanlaması ve Hulusi Akar’ın buradaki rolü üzerinden son derece yoğun bir tartışma devam ediyor. MSB koridorlarındaki Gül’cü kisvesi altındaki kriptolar, soruşturmayı açan MSB Teftiş Kurulu Başkanı’nın İngiltere’dek Exeter Üniversitesi mezunu olması (Abdullah Gül, Fehmi Koru ve Hulusi Akar’ın meşhur fotoğrafının çekildiği yer), “FETÖ’cü hesaplar”ın bir buçuk ay öncesinden bu gelişmeyi haber vermesi üzerine çok sayıda spekülasyon yapılmakta. Her ne kadar söz konusu atama cumhurbaşkanının imzası ile yapılmış da olsa inisiyatifin Akar’dan geldiği, genel kabul gören bir yaklaşım olarak öne çıkıyor. Geçmişe yönelik, Erdoğan’ın Cihat Yaycı’yı ismen övdüğü, Beştepe’de bir konferansa konuşmacı olarak davet ettiği ama Hulusi Akar’ın Yaycı’nın konuşmasını engellediğine dair hikâyeler anlatılıyor.

İstibdad cephesinin bağrında kopan bu kavganın vardığı yer Cihat Yaycı ismi etrafında bambaşka bir saflaşma ve hesaplaşma olduğunu kanıtlar nitelikte. Biz bu çelişki ve saflaşmaları 15 Temmuz’un ne bir tiyatro ne de destan olduğunu ve bir cuntalar savaşı olarak yaşandığını söyleyerek ve Türkiye’de bir yarı-askeri rejimin inşa edildiği tespitini yaparak öteden beri analiz ediyoruz. Dolayısıyla Cihat Yaycı iktidar içindeki asker ve sivil kanatlar içerisindeki kliklerin hesaplaşmalarının ne ilk ne de son örneği olacaktır.

Bu süreçte cemaatin rolünün ne olduğunu tartışmak spekülasyon alanına girmeyi gerektiriyor. Zira cemaatin Yaycı’nın tasfiyesine sevinmesi dışında ortaya somut ve ikna edici bir veri konmuş değil. Belki de esas çelişkinin üzerini örtmek için tartışma buraya çekiliyor. Cihat Yaycı’nın tasfiyesini destekleyen tarafın da konuyu tartışırken Tümamiralin şahsına yönelik ifadelerden kaçınarak “hizmetleri çok olmuştur ama istifası yanlıştır” gibi düşük perdeden olaya yaklaşması dikkat çekiyor. Cihat Yaycı’nın emir komuta zincirini aşarak fazla medyatik olmasının rahatsızlık yarattığı tezi giderek gayri resmi bir ortak açıklama hâline dönüşüyor. Aslında tüm bunlar, tarafların sürecin altında yatan esas nedenin üstünü örtme çabasında ortaklaştığına işaret ediyor.

Esas mesele Libya

Cihat Yaycı’nın tasfiyesinde esas rol oynayan konu Libya ve Doğu Akdeniz politikasıdır. Taraflar bu konuda kamuoyu önünde tartışmama konusunda mutabık gözükmektedir. Çünkü “Doğu Akdeniz’de büyük oyunu bozan Türkiye” hikâyesini hep birlikte yazmışlardır ve bu hikâyenin aslının ne olduğunun halk tarafından öğrenilmesi işlerine gelmemektedir. Türkiye’nin son dönemde Doğu Akdeniz’de izlediği politikanın mimarı olan ve Erdoğan tarafından bir askeri törende adı verilerek övülen Tümamiralin, iktidarın ve Genelkurmay’ın Libya politikasına karşı olduğu için tasfiye edilmiş olması herhalde izahı en zor olan senaryo olurdu. Dolayısıyla Erdoğan ve Akar, bizzat kendi elleriyle Libya ve Doğu Akdeniz konusunda otorite konumuna yükselttikleri Yaycı’yı tasfiye ederken dikkatlerin başka tarafa yönelmesinden memnundur. O kadar ki bizzat kendilerine yönelik yenilir yutulur cinsten olmayan cemaat, FETÖ vb. iddiaları, meseleyi büyütmeden sineye çekmektedirler.

Gelelim esas meseleye yani Libya’ya… Tümamiral Cihat Yaycı, Türkiye’nin Libya’yla denizden komşu olduğu ve bu iki ülke arasında deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması yapılabileceğini ortaya atan akademik çalışmalar yapmıştır. Bu yüzden 27 Kasım 2019’da Türkiye ile Libya’nın Trablus şehrindeki Müslüman Kardeşler eğilimli Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) arasında imzalanan “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası”nın mimarı olarak kabul edilmektedir. Cihat Yaycı, anlaşma imzalandıktan sonra Libya UMH temsilcileri, TBMM üyeleri, diplomat, bürokrat ve akademisyenlerin katıldığı bir konferansta Hulusi Akar’a ve özellikle Erdoğan’a övgülerde bulunmuştur. Erdoğan’ın iradesi olmasaydı bizim fikirlerimiz kitaplarda kalacaktı demiştir. Erdoğan da anlaşma imzalandıktan sonra 22 Aralık’ta yeni tip denizaltı projesi birinci gemisi Pirireis’in havuza indirilme töreninde Cihat Yaycı’nın adını vererek onu taltif etmiştir. Buraya kadar herhangi bir ihtilafın emaresi yoktur.

Tümamiral Libya tezkeresine karşı çıktı

İhtilaf, Libya ile anlaşmanın imzalanmasından sonra Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesi tartışmasıyla birlikte çıkmıştır.  Erdoğan ilk defa 8 Aralık 2019’da TRT’de çıktığı bir programda Türkiye’nin Libya Ulusal Ordusu’nun başında ülkenin dörtte üçünü kontrol eden General Hafter’e karşı Trablus’taki UMH lehine asker gönderme olasılığından bahsetmiştir. Daha sonra bu olasılık giderek somutlaşmış ve TBMM’nin önüne bir tezkere halinde getirilmiştir. Tümamiral Yaycı, anlaşmanın mimarıdır ama Libya’ya asker gönderilmesine karşıdır. Türkiye’nin asker gönderme hamlesi, Libya iç savaşında Hafter lehine müdahil olan Mısır ve İsrail tarafından düşmanca karşılanmıştır. Oysa Cihat Yaycı Libya’da UMH iktidardan düşse dahi Hafter’in anlaşmaya sadık kalmasının sağlanabileceğini düşünmektedir. Çünkü Yunanistan’la yapılacak bir anlaşmayla karşılaştırıldığında, Türkiye ile anlaşması Libya’ya her halükârda daha geniş bir deniz yetki sahası bırakacaktır. Ayrıca Yaycı’nın tezleri stratejik olarak, Libya ile yapılan anlaşmanın Mısır ve İsrail’e örnek olarak gösterilmesine dayanmaktadır. Libya ile yapılan anlaşmanın tek başına hiçbir stratejik kazanımı yoktur. Libya ile yapılan anlaşmanın benzerleri Mısır ve İsrail ile yapılırsa, bu ülkeler de Güney Kıbrıs ve Yunanistan’la yapacakları anlaşmalara göre daha kârlı çıkacaktır. Yaycı’nın tezlerindeki stratejik amaç, Mısır ve İsrail’i Güney Kıbrıs’la değil, Türkiye ile anlaşmaya ikna etmektir.

Yaycı, Kriter dergisinin Ocak 2020 tarihli 42. sayısında yayınlanan “Türkiye-Libya Arasında İmzalanan Münhasır Ekonomik Bölge Andlaşmasının Sonuç ve Etkileri” başlıklı makalesinde bu tezlerini tüm açıklığı ile yinelemiştir. Bu makalede Mısır’la ilgili olarak “Türkiye yerine GKRY [Güney Kıbrıs] ile anlaşma yaparak 11 bin 500 kilometrekare deniz alanını kaybettiklerini; GKRY-Mısır MEB anlaşmasının imzalanması sonrasında, dönemin GKRY Ticaret, Sanayi ve Turizm Bakanı Nicos A. Rolandis tarafından yapılan açıklamada[8]; “sınır olarak ortay hattın belirlenmesinin çok önemli ve kendileri için çok büyük bir başarı olduğunu, GKRY’nin bu anlaşma ile sahip olduğunun dört katı fazlası bir alanda egemenlik haklarına sahip olduğunu” itiraf ettiğini; Mısır’ın Yunanistan yerine Türkiye ile anlaşma yapması durumunda deniz alanı kazanacağını anlatmak” gerektiği vurgulanmaktadır. Aynı şekilde İsrail’le ilgili olarak da yapılması gereken “GKRY ile anlaşma yaparak 4 bin 600 kilometrekare deniz alanını kaybettiğini, İsrail’in Türkiye ile anlaşma akdetmesi durumunda 16 bin 344 kilometrekare deniz alanı kazanacağını, böylelikle İsrail’in, Afrodit yatağının da bulunduğu GKRY’nin sözde 12 numaralı parselinin tümüne; 1, 7, 8, 9, 10, 11’in bir kısmına sahip olacağını (bu arada Türkiye de 1, 5, 6, 7’nin bir kısmına sahip olacaktır), Neticesinde sahip olacakları zenginlikleri (sadece 12 numaralı ruhsat sahasındaki Afrodit yatağında bile 125 milyar metreküp doğal gaz rezervi bulunduğu ilan edilmiştir) anlatmak”tır.

Ertuğrul Özkök’le İsrail ropörtajı: Tümamiral bayrağı çekiyor

Oysa Libya tezkeresi ile birlikte tam tersine Türkiye, Mısır ve İsrail’ın himaye ettiği Hafter ile bir vekâlet savaşının da ötesine geçerek doğrudan askeri güçleriyle karşı karşıya gelme noktasına sürüklenmiştir. Cihat Yaycı tepkisini sadece bir akademik makale ile değil, tezkerenin meclisten geçtiği süreçte Ertuğrul Özkök’le facetime görüşmesi ile bir ropörtaj yaparak açıktan açığa belli etmiştir. Seçilen isim Türkiye basınının en meşhur Amerikancı ve İsrailci ismi olan Ertuğrul Özkök’tür. Görüşme inisiyatifi Tümamiral’den gelmiştir, o kadar ki ropörtajda Özkök’ün sormasını bile beklemeden, soruyu da kendisi sorarak meseleyi istediği yere getirmiştir. Özkök’ün röportajından aynen aktarıyoruz: “Bana büyük bir heyecanla Libya ile yaptığımız anlaşmayı anlattı. ‘Cumhurbaşkanı olmasaydı bu rafa kaldırılmış, akademideki bir çalışma olarak kalacaktı. Onun gerçekçiliği ve cesareti sayesinde uygulandı’ dedi. Sonra bana bir soru sordu: ‘Şimdi bundan sonra atmamız gereken çok önemli bir adım daha var. Nedir tahmin edin...’ Tahminde bulunamayınca beni şaşırtan şu sözleri söyledi: ‘Bundan sonra mutlaka atmamız gereken adım şudur. Libya ile yaptığımız bu deniz anlaşmasının aynısını en kısa sürede İsrail ile de yapmalıyız... Kesinlikle bu adım atılmalı’ diyor.” Yaycı kendisi sorup kendisi cevapladıktan sonra Ertuğrul Özkök de bu görüşme için boşuna seçilmediğini gösteriyor ve şöhretinin hakkını veriyor. Ropörtajı şu cümleyle bitiriyor: “İyi de bu nasıl olacak? Belki de ‘Monşer diplomasisi’ diye aşağılanan, klasik Cumhuriyet diplomasisine dönüş zamanı geldi.”

Cihat Yaycı bayrağı çekmişti. Görüşlerinde yalnız değildi. Ordu içinde Libya’ya asker gönderilmesine karşı, Yaycı’nın kaygılarını paylaşanların olduğundan şüphe duyulamaz. Suriye’de Esad’la, Mısır’da Sisi ve tabii ki İsrail ile normalleşmeyi savunan ciddi bir kesim olduğu biliniyordu. Libya tezkeresi tam tersi yönde bir hamleydi. Bu hamle ile Hafter’in hamisi konumundaki Rusya ile ilişkilerin bozulması da bu kesimi endişelendiriyordu. Zira Türkiye’nin Suriye’deki Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtları Rusya’nın icazeti ile olmuştu. Önce Libya’da iç savaşa açıkça müdahil olmanın ilk kayıpları yaşandı. Trablus limanının Hafter güçleri tarafından bombalanması esnasında daha sonra MİT mensubu oldukları basına sızan subaylar hayatını kaybetti. Çok geçmeden Libya’daki ateş Suriye’ye sıçradı ve Türkiye İdlib’te Suriye ordusu ve Rusya ile sıcak çatışma içine girdi.

Cihat Yaycı’nın özellikle Libya ile ilgili iki önemli kitabından birini İyi Partili Ümit Özdağ’ın ASAM yayınlarından bastırmış olması bu noktada önemli bir ayrıntı. Çünkü Libya’da ölen MİT’çileri duyurduğu basın toplantısında Ümit Özdağ iktidarın Libya politikasını yerden yere vurmuş ve Cihat Yaycı’nın görüşlerine paralel bir şekilde Hafter’in iktidarı ele alması halinde anlaşmaya sadık kalacağını açıkladığını hatırlatmıştır. Cihat Yaycı’nın tasfiye edilmesinden hemen önce Ümit Özdağ hakkında MİT görevlilerinin kimliğini ifşa etme suçlaması ile fezleke hazırlanmış olması da tabloyu tamamlayıcı bir unsur olarak karşımızdadır. Mesele Cihat Yaycı’nın fazla medyatik olmasının ötesinde, Erdoğan ve Akar’ın birlikte yürüttüğü Rabiacı dış politikaya, muhalif siyasi hareketlerle etkileşim içinde açıkça bayrak açmış olmasıdır.

Bu kavgadan kahraman çıkmaz 

Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasını emperyalist ve Siyonist çıkarlarla uyumlu hâle getirmeyi savunan Cihat Yaycı’dan anti-emperyalist bir kahraman yaratma çabasının boşuna olduğu çok açık şekilde görülüyor. Öte yandan Cihat Yaycı’yı tasfiye eden kanat için de aynı durum geçerli. Libya’da UMH’yi destekleme politikası Türkiye ile İsrail ve Mısır’ı (ve daha arka planda Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni) karşı karşıya getirmişse de bu hamle genel olarak emperyalist çıkarlarla zaten çelişmiyordu. Türkiye’nin Hafter’in hamisi Rusya ile Libya üzerinden karşı karşıya gelmesi ABD tarafından kendi lehine değerlendirilmiştir. Türkiye’nin İdlib’de Amerikan savaşına çekilmesinde Libya hamlesi önemli bir işlev görmüştür. Bir diğer taraftan Libya’da UMH’nin, İdlib’de Müslüman Kardeşler ve beyaz baretlilerin hamisi olarak davranan Britanya emperyalizmi de Libya anlaşmasını kendi lehine değerlendirmektedir. Nihayet Cihat Yaycı’nın tasfiye edildiği aynı günlerde NATO Genel Sekreteri Stoltenberg Libya’da UMH’yi destekleyeceklerini açıkça ilân etmiş bulunmaktadır.

Yani ortada ne emperyalizme karşı destan yazanlar vardır ne de emperyalistleri sevindirmek için milli bir kahramanı tasfiye edenler vardır. Daha önce Libya’ya asker gönderilmesi ile ilgili Devrimci İşçi Partisi’nin yayınladığı bildiride ortaya konan tespit kelimesi kelimesine doğrulanmaktadır: “Türkiye’de iktidar Doğu Akdeniz’deki yalıtılmışlığını kırmak için bu gerici emperyalist-Siyonist eksene karşı mücadele etmiyor, tam tersine bu eksende kendine bir yer açmaya çalışıyor.” Kavga bunun kavgasıdır.