AKP hükümetinin savaş hazırlıkları

Türkiye’de burjuva medyasının estirdiği barış rüzgârları gerçeği yansıtmıyor. Perde arkasında AKP hükümeti olası bir sıcak savaşın hazırlığı içerisinde.

Türkiye-Suriye sınırına ve İncirlik Üssü ile Malatya’daki füze kalkanı radar üssünü korumak üzere yerleştirilen patriot füzeleri bu hazırlıkların en göz önünde olanı. Bu füzeler hali hazırda Suriye’deki iç savaşa finans, askeri eğitim ve lojistik desteğiyle müdahil olmuş olan Türkiye’yi olası bir sıcak savaşta Suriye’nin misillemelerine karşı korumak üzere yerleştirildi. Yani özünde savunma değil saldırıyı kolaylaştırmak ve maliyetini azaltmak amacıyla kuruldu bu füzeler.

Yine basına yansıyan savaş hazırlıkları arasında Milli Savunma Bakanlığı’nın sağlık personelinden başlayarak tüm kamu personelinin seferberlik bilgilerini toplaması var. Bakanlığın istediği belgeler genel bir savaş halinde askerlik görevini yapmış sivillerin hangi birliklere sevk edileceğine ve hangi görevlerle görevlendirilebileceğine dair bilgiler içeriyor.

Siyasi alanda da hazırlıklar sürüyor. Patriot füzelerine ve Suriye’ye olası bir müdahaleye karşı Türkiye’nin çeşitli illerinde düzenlenen protestolardan 20 Ocak’ta Gaziantep’te yapılan mitingin yasaklanması basında sunulduğu gibi Erdoğan’ın 19 Ocak’ta yaptığı Antep ziyaretiyle ilgili değildir. Bu yasaklama, savaşı bir olasılık olarak gündeminde tutan Türkiye’de savaş karşıtı muhalefete gözdağı vermeye yönelik bir ilk adımdır.

Siyasi alandaki bir diğer hazırlık Ortadoğu sathında girilecek maceralarda hali hazırda sıcak olarak süren PKK ile savaşın, PKK’ye silah bıraktırılarak bitirilmesi çabasıdır. Burjuva medyasının, AKP hükümetine destek mahiyetinde estirdiği barış rüzgârları tam bir ikiyüzlülük örneğidir. Zira AKP hükümeti Kürt sorununu kalıcı biçimde çözmeye niyetli değildir. Hedeflenen Kürt hareketinin tasfiyesidir ve bu amaca ulaşmak için devletin savaş yöntemini tümüyle terk ettiği bir çözüm, operasyonların sürdüğü bir ortamda mümkün değildir. AKP hükümeti emperyalistlerle el ele Kürt coğrafyasında tek silahlı güç olarak Amerikancı Barzani kuvvetlerini bırakmak istemektedir. 30 yıldır süren savaşın bitmesi, yeni ve daha kanlı savaşların bir hazırlığı ise, buna barış demek, ancak ve ancak bu savaşın canıyla malıyla bedelini ödeyecek Türk, Kürt ve Arap emekçilerini kandırmaktır.

Yine Erdoğan, deniz kuvvetlerinden istifaların gündemi sarstığı bir döneme denk düşen “orduda komutan kalmadı” açıklamasıyla hükümet ve ordu arasındaki buzları eritmeye olası bir savaş durumu için silahlı kuvvetleri tahkim etmeye çalışmaktadır.

Savaş hazırlıkları sürerken işçi ve emekçiler de bu gerici savaş hazırlıklarına karşı birleşmeli ve yaklaşan savaşta ölecek milyonlar olarak bu savaşı reddettiğini haykırmalıdır.

Erdoğan neden komutan kalmadı diye şikâyet etmeye başladı?

AKP hükümetinin profesyonel orduya yönelik tüm çabaları sanıldığının aksine sadece PKK’ye karşı savaşa değil bölge devletlerine karşı yapılacak savaşlara da hazırlık mahiyetindedir. Ancak profesyonel birliklerin hazırlanması ordunun alt kademelerindeki muharip güçlere odaklanmış durumdadır.

Oysa ordunun komuta kademesinde Ergenekon ve Balyoz gibi davalar dolayısıyla pek çok general ve amiral de tutukludur. Deniz kuvvetlerindeki son istifalarla ilk defa Deniz Kuvvetleri’ne komutan olacak orgeneral rütbesinde asker kalmamıştır. Ergenekon davasından darbe girişimlerine, yargı üzerinde hâkimiyet mücadelesinden laiklik ve türban tartışmalarına kadar Türkiye siyasetini belirleyen kavgaların taraflarının burjuvazinin çatışan kanatları (Batıcı-laik burjuvazi ve İslamcı burjuvazi) olduğunu sürekli vurguluyoruz.  Burjuvazinin kendi içindeki bu kavga tüm kanatlarıyla burjuvazinin ezilen sınıflar üzerinde ortak baskı aygıtı olan devlette ve bu devletin temel direği olan orduda zaaf yaratmıştır.

Nihayet Erdoğan bu duruma işaret ederek ordunun moralinin bozuk olduğunu ve bunun terörle mücadelede zorlanmalarına neden olduğunu söyleyerek kamuoyunu şaşırtan bir çıkış yapmıştır. Oysa Erdoğan’ın şu sözleri zaafın Kürt meselesinden öte olduğu gerçeğini ele vermektedir: “Amacım yargıyı yargılamak değil, ama doğru adımlar atmak lazım. Bunların içinde karacısı var denizcisi var. Terörle mücadele etmek için onlara ihtiyacımız var, ama oralara gönderilecek subayımız kalmadı.” Karacıları anladık da ne zamandan beri denizciler “terörle mücadele” için bir yerlere gönderiliyor. Ergenekon ve Balyoz davaları sürerken ordu zorlanmıyordu da şimdi neden bu zorlanma gündeme geliyor? Erdoğan’ın açıklamalarıyla Deniz Kuvvetleri donanma komutanı ile başlayan istifaların üst üste gelmesi manidardır. Donanma PKK’ye karşı savaşta değil Suriye’ye karşı savaşta rol oynayacaktır.

Erdoğan, bir adım geri atarak bir dizi üst rütbeli askerin salınmasını sağlayacak düzenlemelerle devlet içindeki çatlakları kapatmak savaş hazırlıkları kapsamında orduyu ve donanmayı tahkim etmek istemektedir. Burada kanlı bir savaş hazırlığından başka demokratik bir adım görenin vay haline.

 

Savaşın acı gerçekleri

1984 yılında başlayan ve 30 yıla yakın süren savaşta Milli Savunma Bakanlığı’nın verileriyle 6200’e yakın asker, yine aynı verilerle 21 bin PKK militanı yaşamını yitirdi. Devletin resmi propagandası Öcalan’a 30 bin kişinin katili dese de resmi rakamlar da gerçek de bambaşka. Ne olursa olsun sonuçta 30 yılda toplamda 30 bine yakın insanın canına mal olan savaşın nasıl bir toplumsal travma yarattığı ortada. Ancak eğer AKP hükümeti yeni ve daha kanlı bir savaşa hazırlanmak için 30 yıldır savaştığı gerilla gücünü tasfiye etmeye girişiyorsa buna barış demeden önce neyle karşı karşıya olduğumuzu hatırlamak gerekir. İran, Irak savaşında 8 yılda, ABD’nin Irak işgalinde 10 yılda 1,5 milyon insan öldü, Afganistan savaşı 11 yılda 15 bini işgalci askerler olmak üzere 55 bine yakın insanın ölümüne neden oldu. 2006’da İsrail’in Lübnan’a saldırısında sadece 1 ay süren savaşta 1.500 kişi öldü. Suriye’deki iç savaşta iki yıl içinde ölenlerin sayısı 50 bini çoktan geçti. Gerçek bir barış isteyen tüm bölge halklarını bekleyen savaş gerçeğini görmelidir. Savaş olacaksa doğru düşmana karşı olmalıdır. Türkiye’de samimi olarak barış isteyen “Kürtlerle ve tüm halklarla barış ABD’yle ve İsrail’le savaş!” demeye cesaret etmelidir.

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Şubat 2013 tarihli 40. sayısında yayınlanmıştır.