12 Eylül davası : TÜSİAD ve TİSK’i de yargılayın!

12 Eylül’ün baş aktörü, İstanbul Üniversitesi’nden fahri hukuk doktoru, ünlü ressam, cellat ve işkenceci cunta başı Kenan Evren nihayet sanık sandalyesine oturuyor. Evren yargıç karşısına çıktığında yanında cuntanın Hava Kuvvetleri Komutanlığı kadrosundan üyesi, ünlü Lockheed hırsızı Tahsin Şahinkaya da oturuyor olacak.

 

Bu, başta 78’liler derneği olmak üzere, 12 Eylül rejimini onyıllardır teşhir eden, unutulmasını engelleyen, Diyarbakır ve Mamak cezaevlerindeki ve Ankara emniyetine ait Derin Araştırma Laboratuvarı’ndaki işkenceleri aralıksız gündeme getiren sosyalist güçlerin ve Kürt hareketinin bir zaferidir. 12 Eylül davası, ardı bırakılmaması gereken bir gediktir düzende açılan.

Ancak unutulmamalıdır ki, bu dava bugün hâlâ devam eden 12 Eylül mirası düzenin kendi iç çelişkilerinin ürünüdür. İslamcı burjuvazinin temsilcisi AKP hükümeti, Batıcı-laik burjuvazinin yargı içindeki mevzilerini düşürmek ve kendi eline geçirmek amacıyla düzenlediği 12 Eylül 2010 referandumunda, birtakım güçleri yanına kazanmak için kaldırmıştır 12 Eylül’cülerin yargılanmasını engelleyen, Anayasa’nın geçici 15. maddesini.  Ama aynı hükümet, tam da bu davanın önünü açarken, aynı zamanda 12 Eylül askeri diktatörlüğünün baş hedefi olan, işçilerin kıdem tazminatı mevziini de bütünüyle yıkmaya çalışıyor! Bu davayı o 12 Eylülcü uygulamasının paravanı yapmak istiyor!

Bu, 12 Eylül’ün düşmanlarını davaya ilgisizliğe götürmemeli. Geri adım atmak yerine ileri doğru yürümeli, davayı derinleştirmeliyiz. 12 Eylül’ün sadece uygulayıcılarının değil, gerçek sorumlularının da yargılanması için harekete geçmeliyiz. Gerçek sorumlular, Türkiye’nin kapitalistleridir, patronlarıdır, burjuvazisidir.

“Gülme sırası bizde”!

12 Eylül’ün gerçek karakterini ortaya koyan, bir patron temsilcisinin çalışma yasalarının kabulü döneminde 1982 yılında söylediği (haklı olarak kötü şöhret sahibi) bir söz olmuştur. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK), işçi sendikaları o dönemde bugüne göre çok daha güçlü olduğu için ve TÜSİAD henüz yeni yeni palazlanıyor olduğu için patronlar açısından çok daha önemli bir örgüttü. İşte bu konfederasyonun başkanı, aynı zamanda Tekstil İşverenleri Sendikası Başkanı Halit Narin, 12 Eylül’ün Türkiye’ye getirdiği esas değişikliği özetleyen şu ünlü cümleyi söylemiştir: “Bugüne kadar hep işçiler güldü. Bundan sonra gülme sırası bizde.”

12 Eylül, öncelikle, 1960’lı ve 70’li yıllarda muazzam güçlü bir sınıf mücadelesi veren işçi sınıfının yenilgiye uğratılması için yapılmıştır. Süleyman Demirel’in Adalet Partisi ile Bülent Ecevit’in CHP’si arasında kutuplaşan burjuva siyasi güçleri, işçi sınıfının mücadelesini bir türlü kontrol altına alamıyorlardı. Oysa, dünya tam da 70’li yıllarda uzun sürecek bir durgunluk ve değişim dönemine girmişti. Türkiye kapitalizmi de 1977’den itibaren ciddi bir krize düşüyordu. Sermaye birikiminin sorunlarının çözülebilmesi için işçi sınıfının yenilgiye uğratılması gerekiyordu. 12 Eylül’ün birinci amacı budur. 12 Eylül bir bakıma o gün bugünden çok farklı bir örgüt olan DİSK’e karşı yapılmıştır.

Bunun bir kanıtı da o dönemin bir numaralı patronu, TÜSİAD’ın ardındaki ana güçlerden biri olan Vehbi Koç’un cunta başı Evren’e yazdığı mektuptur. Bu mektupta Koç, cuntadan DİSK’in, deyim yerindeyse, çanına ot tıkanmasını talep etmektedir.

Eğer bu vahşi askeri diktatörlük ile burjuvazinin programının uygulanması arasında bu kadar sıkı bir bağ varsa ve eğer patronların baş temsilcilerinin cuntaya karşı tutumları bu kadar iyi belgelendiyse, hukuk mantığı sadece uygulayıcıların değil, azmettiricilerin de yargılanmasını gerektirir. Halit Narin o dönemde TİSK’in başkanı idi. Vehbi Koç ise TÜSİAD’ın ardındaki bir numaralı güç. Öyleyse, bu örgütler de yargılanmalıdır. Bunlar 12 Eylül döneminde, o dönemin ceza yasasının terimleriyle, cuntanın anayasayı “cebren tağyir, tebdil ve ilga suçu”na ortak olmuş, “terör örgütü” karakteri kazanmışlardır!

Devran dönüyor!

Bir zamanların o büyük iktidar sahipleri 4 Nisan günü ilk kez sanık sandalyesine oturacak. “Gün gelecek, devran dönecek, ... hesap verecek” şiarının ne kadar doğru olduğu ortaya çıkıyor. Ama burjuvazinin uşağı Orgeneral Kenan Evren yargılanırken onun efendilerinin ellerini kollarını sallayarak dolaşması kabul edilemez. TÜSİAD’ı ve TİSK’i de yargılayın!

Gerçek diyor ki

DİSK’e çağrı: davaya taraf olun!

4 Nisan’da başlayacak olan 12 Eylül davasında sanık sandalyesinde oturacak generallerin baş muhatabı DİSK’tir. Yeni DİSK yönetimini, ilk görev olarak bu davaya müdahil taraf sıfatıyla katılmak üzere mahkemeye başvurmaya ve 12 Eylül rejiminin azmettiricileri patron örgütlerinin de yargılanması için mücadele etmeye çağırıyoruz.

 

Kenan Evren tutuklanmalıdır!

12 Eylül için açılan davanın kabul edilemez birinci yanı, deliller bu kadar güçlü olduğu halde, sanıkların tutuksuz yargılanmasıdır. Deliller güçlüdür, çünkü neredeyse 75 milyon tanık vardır! Şayet Ergenekon’un sanıkları tutuklu yargılanıyorsa, Kenan Evren’in ve suç ortaklarının da tutuklu yargılanmaları gerekir. Yaş mı? Evet, doğru, Kenan Evren 95 yaşındadır. Ama Mısır devriminin devirdiği Hüsnü Mübarek de 84 yaşındadır. Mübarek o yaşında tutuklanabiliyorsa, mahkemeye kafes içinde çıkarılabiliyorsa, Kenan Evren de tutuklanabilir. Biz en vahşi suçları işlemişlere bile insanlık dışı muamele edilmesinden yana olmayız. Tıp yaşlı biri için hangi koşulları gerektiriyorsa, Kenan Evren de öyle tutulur bir tutuklu olarak. Ama özgürce, elini kolunu sallayarak dolaşması ve bir gün, bu dava bitmeden kendi yatağında ölmesi, işlediği insanlık dışı suçlar dolayısıyla kabul edilemez. O, 17 yaşındaki çocuğu, yaşını büyüterek astığında iyiydi de, şimdi biz onun yaşını mı düşüneceğiz?

Bu yazı Gerçek gazetesinin Mart 2012 tarihli 29. sayısında yayınlanmıştır.