İzmir'de Luxemburg, Lenin ve Liebknecht unutulmadı

Bir süredir çeşitli materyallerle hazırlığı yapılan “Ölümünün 90. Yılında Lenin yolumuzu aydınlatıyor” paneli İzmir’de 25 Ocak Cumartesi günü saat 18:00’da gerçekleştirildi.

Konuşmanın başlamasından önce Ocak ayının sadece Ekim Devrimi’nin önderi Lenin’in 90. ölüm yıldönümü değil, aynı zamanda Alman sosyalist hareketin enternasyonalist devrimci önderleri olan ve Almanya’da 1918 Kasım Devrimi’ne önderlik ederken karşı devrimcilerce 95 sene önce öldürülen Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in de ölüm ayı olduğu belirtildi. Onların şahsında sosyalizm ve kurtuluş mücadelelerinde ölümsüzleşenler adına katılımcılar bir dakikalık saygı duruşuna çağırıldı.

Saygı duruşunun ardından ilk sözü kısa bir konuşma yapmak üzere Devrimci Marksizm dergisi yazarı da olan Dr. Sait Almış aldı. Kronolojik olarak Lenin’in yapıtları üzerinden giderek tarihsel süreçleri ve Lenin’in dönemlere karşılık gelen teorik ve politik müdahalelerini aktardı. Lenin’in hiçbir zaman entellektüel lafazanlığa düşmediğini, 24 yaşındayken kaleme aldığı “Halkın dostları kimlerdir”den 47 yaşında 1917’de yazdığı “Nisan Tezleri” ve “Devlet ve Devrim”e kadar yazdığı ilk eserinden son eserine yapıtlarında, pratiğinde ve özel yaşamında odağına her zaman devrimi aldığını aktardı.

İkinci konuşmacı Devrimci İşçi Partisi (DİP) Genel Başkanı Sungur Savran’dı. Sungur Savran da Lenin’den önce 3L’nin onun dışındaki ikisi olan Luxemburg ve Liebknecht’le sözüne başladı. Dünyanın en büyük işçi partisi olan Almanya Sosyal Demokrat Parti’nin düzenle bütünleşmesi ve sonucunda 1. Dünya Savaşı ile birlikte burjuvazinin savaş kararını onaylamasıyla Almanya Komünist Partisi’ni kurduklarını hatırlatan Savran, Luxemburg’un bunun üzerine söylediği manifestodaki şiarın “Bütün ülkerlerin işçileri barış zamanında birleşin, savaş zamanında birbirinizi boğazlayın!” şeklinde değiştirilmesi gerektiği sözünü hatırlattı. Almanya’da komünist bir önderlik bulunmadığı halde kitlelerin bugün bile bu önderlere sokaklara dökülerek sahip çıktığını söyledi.

Savran Lenin’le ilgili bölüme Nazım Hikmet’in Lenin’e dair yazdığı bir şiirle başladı. Lenin’in hayatının çok önemli politik başarılarla dolu olduğunu, ortaya koyduğu parti teorisinin tarihin en dayanıklı mücadele örgütünü yarattığını, ulusal sorun konusunda kusursuz bir bakış açısı geliştirdiğini, devrimin dağdağası içinde çok güçlü bir Marksist enternasyonal kurabildiğini söyledi. İnatçı ve odaklanmış bir yapıya sahip olduğu ancak cüretle temkini birleştirebildiğini Ekim’deki cüretiyle hemen ardından Brest Litovsk’taki temkinliliğini aktararak ortaya koydu. Konuşmasını Lenin’in Marksizmin gelişmesindeki yeriyle devam ettiren Savran, Marx ve Engels’in ardından “devlet ve devrim” ya da “UKKTH” gibi yapıtlarıyla, önceden ortaya koyulmuş teoriyi sistematize ettiğini ve tutarlı, bütünlüklü kıldığını söyledi. Politikaları tamamladığını ve yeni olgulara uyarladığını emperyalizm teorisini örnek vererek aktarırken, politikasını pratikte de parti, enternasyonal ve devrim konularında sınandığını söyledi. Savran, Lenin’in özgün teorik politik katkısına değinirken komünist bilincin dışarıdan taşınması konusunu reddedenin Marksizmin işçi sınıfına katkısını reddeceğini ve kendiliğindenliğe teslim olacağını söyledi. Politika denilen şeyin sadece iki sınıf arasındaki mücadele değil, tüm ülkenin, dünyanın içindeki farklı sınıf ve katmanların ve ezilenlerin içlerinde ve birbirleriyle mücadelelerinin bilgisi olduğunun altını çizdi. Sınıfı kendi ekonomik sorunlarına gömmenin korporatizm, uvriyerizm gibi sonuçlara kaçınılmaz olarak yol açacağını anlattı.

Aradan önceki son bölümde Türkiye’deki güncel gelişmelerle ilgili konuşan Savran ilk olarak 17 Aralık’la patlak veren sürecin arka planına değindi. 2010’da Mavi Marmara ile ilk çelişkinin su yüzüne çıktığı, AKP’nin Milli Görüşçü olmasından kaynaklı Gülen hareketi kadar emperyalizm ve siyonizmle bütünleşik olamadığı, bu çelişkiler nedeniyle politikalarının uyuşamayabildiği, Kürt sorununa yaklaşım ve Ergenekon konusundaki tavırlarının farklı olduğunu aktardı. DİP yayın organı Gerçek gazetesinde 2012 Şubat ayında yani bundan 2 sene önce orta sayfanın tamamen Erdoğan-Gülen mücadelesine ayrıldığını, iç savaşın iç savaşı olarak isimlendirildiği, fakat bugün bile sosyalist hareketin çoğunluğunun sanki çatışma dershanelerle başlamış gibi davrandığını söyledi.

Artık AKP hükümeti Türkiye’sinin emperyalistler ve Türkiye burjuvazisi tarafından halk isyanı öncesi gibi bir istikrar abidesi olarak görülmediğini, ülke ekonomisinin sıcak paraya, sıcak paranın da istikrara bağlı olmasından hareketle aktardı. 11 yıllık iktidar bloğunun parçalandığı, bu nedenle denize düşen AKP’nin yılana sarılırcasına ulusalcılardan koltuk değneği desteği aldığını söylerken, diğer yandan Erdoğan’ın şu süreçte Kürt hareketine de kendine çekmeye çalıştığını vurguladı. İsyan kitlesini örgütlemenin sol için büyük fırsat olduğu, ekonominin batmasının gün meselesi olduğunu söyleyen Savran, buna karşın sosyalist solun çoğunluğunun yaz sonundan beri ve bugün de seçime endekslendiğini söyledi. Krizin bugün yaşandığını, bu nedenle burjuvazi içi savaşı tenis maçı seyreder gibi seyretmek yerine, cevabın 2 ay sonraki seçimlere havale etmeyip bugün verilmesi gerektiğini, sallantıda olan hükümetin isyan güçleriyle düşürülebileceğini, hatta halk düşürmese bile seçimden önce düşebileceğinin altını çizerek aktardı.

Verilen aradan sonra soru, cevap ve katkılar bölümüne geçildi. Bu bölümde isyan cephesinin nasıl kurulması gerektiği, leninist örgüt modelinin miadını doldurup doldurmadığı, yerine farklı şekillerde yeni bir örgütsel yapının gerekli olup olmadığı, tüm ezilenlerin taleplerinin sahiplenilmesinin aşamalı devrim anlayışına yol açıp açmayacağı gibi sorular soruldu. Savran isyan cephesinin sosyalistlerin birleşik gücüyle işçi sınıfına yönelmesi yoluyla oluşturulacağını, DİP’in önerisinin Gezi ittifakını yeniden ortaya çıkarma önerisi olduğunun altını çizdi. Dünyada ve Türkiye’de yaşanan gelişmelerin önderlik eksikliğini defalarca orta yere serdiğini, Mısır’daki örnekte de kitlelerin mücadele azminin varlığıyla öncü eksikliği çelişkisini sergilediğini söyledi. Leninist parti deyince sosyalist toplumdan değil savaş örgütünden bahsedildiği, demokrasicilik oynamamak gerektiği, ama hiyerarşinin şefçilikle değil demokratik merkeziyetçi biçimde uygulanması gerektiğini vurguladı. İşçi sınıfının, ezilenlerin taleplerinin kendi iktidarıyla gerçekleştireceği fikrine kazanmasının aşamalı devrimin tersine sürekli bir devrim anlayışının en temel argümanlarından biri olduğunu söyledi.

Lenin’in son kavgasını da aktaran Savran, 1922 başından felç olduğu 1923 Mart’ına dek 3 ayak üzerinden bir mücadele yürüttüğünü aktardı. Büyük Rus şovenizmi politikalarını uygulayan Stalin, Ordjonikidze ve Dzerjinski’ye karşı mücadele, NEP’in uygulamaya konulmasının ardından işçi devleti karakterinin kaybolmaması adına dış ticarette devlet tekelinin ve planlamanın kaldırılma çabalarına karşı mücadele ve devlette başını iyice göstermeye başlayan bürokrasiye karşı mücadelede işçi-köylü komisyonları kurulması noktalarında Trotskiy’le bir ittifak oluşturduğunu kaydetti. Trotskiy’in Lenin sonrası Sovyetler Birliği için çok bilinen “bürokratik olarak yozlaşmış işçi devleti” tanımının, aslında Lenin tarafından o dönemde “bürokratik olarak çarpıtılmış işçi devleti” şeklinde kullanıldığını söyledi.

Panel Nazım Hikmet’in “Ustamızın Ölümü” şiiriyle son buldu.