Eyüp Can başa kuzgun leşe

Yıldırım Türker bir onur anıtıdır. Başını eğmez, susmaz, satılmaz. Bir toplumu aşağılık hale getiren, satılmış, korkak, çıkarcı aydınlarıdır. Yücelten ise onurlu aydınları. Bir ülkenin Yıldırım gibi yazarları varsa kaygılanmayın; aydınları halihazırda ne kadar ürkmüş, ne kadar muti, ne kadar ruhsuz olurlarsa olsunlar, bir gün ayağa kalkacaklardır. Bugünküler kalkmasa, Yıldırım’ın sözünü duyan genç aydınlar kalkacaktır. Karanlık günlerde bir kutup yıldızı gibi parlayan, halk barikatlara koştuğunda onu yalnız bırakmayan Jean-Paul Sartre’lar, José Marti’ler, Sándor Petöfi’lerdir uluslara şeref veren. İşte Yıldırım o kumaştan kesilmiştir.

Yaklaşık bir yıl önce, Yıldırım Radikal gazetesinin Kürt sorununa ilişkin Türkiye basınının tarihinde atılmış olan en çirkin manşetlerden birini atmasına kendi köşesinde sert bir tepki verdiğinde böyle yazmıştık. O yazıda aynı zamanda Yıldırım’ın Radikal’in yeni çerçevesine sığmayacağını da ima ediyorduk.

Beklediğimiz oldu. Yıldırım, gazetenin yöneticisi Eyüp Can’ın sansür girişimine tepki olarak gazeteden ayrıldı. Taraf gazetesine verdiği demeçten okuyalım:

“‘Benim görevim direnmek, yazının yayımlanmasını sağlamak, başka da yapabileceğim bir şey yok’ diyen Türker, meselenin tek yazı olmadığını vurgulayarak, şöyle devam etti: ‘Zannediyorum Eyüp Can’ı çok sıkıştırıyorlardı. O da çekindi. Yeterince direnmiş olduğuna karar vermişti. Kendisinin bana yakınmışlığı yok ama benim yazılarımla ilgili zorlandığını biliyorum. En ufak bir şekilde hakkını yemek istemem, bana herhangi bir saygısızlığı olmadı. Ama insanlar kendi seçtikleri hayatın ahlakına göre yaşarlar.’”

Evet, o ahlak olayın ertesi günü Eyüp Can’ın kendi köşesine şöyle bir not düşmesine izin veriyor:

“Radikal'de yazılarını büyük bir keyifle okuduğum Yıldırım Türker ile dün editöryal anlamda yaşadığımız anlaşmazlık ve bu anlaşmazlığı karşılıklı çözememek yüzünden yollarımızı ayırdık. Kendisine Radikal'e yaptığı cesur katkılarından dolayı çok teşekkür ediyor, yeni yazı serüveninde başarılar diliyorum."

Beyefendi, sizin göreviniz bazı yazıları “keyifle okumak” değil! Sizin göreviniz okuyucunuzun yararlanacağı yazıları “keyifle” ya da “içi acıyarak” okumasına aracı olmak. Buna engel oldunuz. Yazılarının bıraktığı duygu en son “keyif” olarak nitelenebilecek bu büyük yazardan okuyucularınızı daha yeni mahrum etmişken bu acemi edebiyat eleştirmeni tarzı yorum ne pişkinliktir!

Yıldırım’ın Eyüp Can tarafından yayınlanmayan son yazısında sözünü ettiği “gazeteci müsveddeleri” kimmiş anladınız mı?

“Devlet kaynaklarının servis ettiği burkulmuş mantık müsamerelerini, o kaynaklara biat edip gazetecilik, yorumculuk kisvesi altında okura ileten, bir kez daha devletine aracı ve kefil olan gazeteci müsveddeleri artık fütursuzca saçmalıyor” (“Stratejistler, Gazeteciler, Devlet Kaynakları”, bianet).

Bu dramatik olayın baş aktörleri Yıldırım Türker ile Eyüp Can hakkında yaklaşık bir yıl once yazmış olduğum (Gerçek gazetesinin sitesinde yayınlanan ve şu anda okumakta olduğunuz yazıyla aynı başlığı taşıyan) yazıyı BirGün okuyucularıyla paylaşmayı diliyorum. (www.gercekgazetesi.net, 9 Ekim 2011)

“Yıldırım Türker bir onur anıtıdır. Başını eğmez, susmaz, satılmaz. Bir toplumu aşağılık hale getiren, satılmış, korkak, çıkarcı aydınlarıdır. Yücelten ise onurlu aydınları. Bir ülkenin Yıldırım gibi yazarları varsa kaygılanmayın; aydınları halihazırda ne kadar ürkmüş, ne kadar muti, ne kadar ruhsuz olurlarsa olsunlar, bir gün ayağa kalkacaklardır. Bugünküler kalkmasa, Yıldırım’ın sözünü duyan genç aydınlar kalkacaktır. Karanlık günlerde bir kutup yıldızı gibi parlayan, halk barikatlara koştuğunda onu yalnız bırakmayan Jean-Paul Sartre’lar, José Marti’ler, Sándor Petöfi’lerdir uluslara şeref veren. İşte Yıldırım o kumaştan kesilmiştir.”

Genel yayın yönetmenine meydan okuma

“...düşünenin-bulanın-onaylayanın-karşısında sessiz kalanın” diye başlıyor Yıldırım’ın yazısı. (Radikal, 2 Ekim 2011, s. 22) Bu dizinin insana Kazak Abdal’ın ünlü türküsünü hatırlatmaması mümkün mü? Konu, Radikal gazetesi yazı işlerinden birinin bulduğu dâhiyane (!) manşet: “Bebek mezara, BDP Meclis’e”. Yıldırım bu manşeti “korkunç utanç verici bir seferberlik gazeteciliği örneği” olarak niteliyor. Bütünüyle doğrudur.

Yıldırım sadece suçu yerden yere vurmakla kalmıyor. Daha da önemlisi faili, adını vererek eleştiriyor. Radikal’in bir yıldan daha kısa bir süredir başında olan Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can, sadece bu manşet dolayısıyla zılgıt yemiyor. Batman’da bir anne, üç yaşındaki çocuğu ve karnındaki sekiz aylık bebeği, hepsini katleden kurşunların polisin kurşunları olduğuna dair, Özgür Gündem gibi yayınları bırakalım, Radikal’in kendi sayfalarında dahi muhabir Ezgi Başaran’ın Batman’dan geçtiği haberlerde ipuçları varken, Eyüp Can’ın yazdıkları da Yıldırım’ın bombardımanından nasibini alıyor. İşte size onur! Emin Çölaşan gibi “git” denince gidip, sonra Doğan’a sesini çıkarmadan Ertuğrul Özkök’e veryansın etmek değil. Her şeyi göze alıp Genel Yayın Yönetmeni’ne veryansın etmek!

Yıldırım’ın bu çıkışı, öyle anlaşılıyor ki, gazetede kendini solda gören başka yazarları da harekete geçirmiş. Eyüp Can’a gelince, “sevgili Yıldırım Türker”e cevap verdiği yazısında yanlış anlaşıldığı için üzülüyor, asıl niyetinin şiddetin nelere yol açabileceğini göstermek olduğunu ileri sürüyor, bu manşetin “rencide ettiği” herkesten özür diliyor. Bu arada, hocası Ertuğrul Özkök’ten sadece düzenin yalakası olmayı düstur edinen bir gazeteciliği değil megalomaniyi de devraldığını kanıtlıyor: Kendini Hazreti Ömer ile kıyaslıyor ve ne kadar adil olduğunu ima ediyor!

Kaza mı?

Eyüp Can Radikal’in o iğrenç manşetinin bir kaza ürünü olduğuna kaç kişiyi inandıracak bilmiyoruz. Gazete buna benzer başka şeyler de yaptı son dönemde. Örneğin, ünlü “Bebek mezara” manşetinin çıktığı Perşembe gününden sadece dört gün önce, 25 Eylül 2011 Pazar günkü nüshasında, yine birinci sayfasından, manşet haberin bir altbaşlığı olarak şöyle yazmış: “KCK: Planlı öldürün!” Ardından şu satırlar geliyor: “Sivillere yönelik terör saldırıları tepki çekince KCK kulak çekti: ‘Tüm gerilla birimleri, daha dikkatli planlama yapmalı.’” Önce şunu ekleyelim. İçerideki haberin bu alaycı üslupla hiçbir ilgisi yok. Muhabir kısa (ya da kısaltılmış) fakat ağırbaşlı bir haber yazmış KCK bildirisi hakkında. Yani yine yazı işlerinin kendi inisiyatifiyle becerdiği bir marifet ile karşı karşıyayız.

KCK bildirisi, TAK’ı eleştiriyor, ayrıca Siirt’te dört sivil kadının yanlışlıkla öldürülmesi olayı dolayısıyla özür diliyor. Yani son derecede ciddi bir bildiri. Radikal gazetesi yazı işlerinde kendini zeki ve esprili zanneden bazı insanlar bu ciddiyeti akılları sıra alaya alıyorlar. Soralım: Savaşta komutanlar birliklere “rastgele öldürmeyin, sivillere zarar vermeyin” demesinler mi? Yanlış hedeflere saldırı yapıldığında “doğru dürüst planlama yapın, sivilleri öldürmeyin” demesinler mi? Bu ne aptal bir manşettir! Ne dediğini bile bilmiyor. Bunları gözden kaçırmak, Radikal’in “Bebek mezara” manşetinin kazara atıldığı izlenimini doğurabilir. Bu, doğru değil.

Neden?

Bizce bu olayda sorulması gereken gerçek soru sorulmuyor: Radikal’in yeni yazı işleri kadrosu bu manşeti neden attı? Bir kez doğru soru soruldu mu, doğru cevabı almak da olanaklılık alanına giriyor. Biz Radikal’i her gün izleyen biri değiliz. Düzenin içinden yayınlanan hiçbir gazetenin her gün izlenmeye değer olduğu kanaatinde değiliz. Belirli günlerde izlediğimiz halde, gazetenin bu manşeti atmasının nedenini sezebiliyoruz.

Radikal’in “Bebek mezara, BDP Meclis’e” manşetini neden attığı sorusunun cevabını Kürt sorununun ötesinde aramak gerekir. Nedeni ne olursa olsun, ister Eyüp Can’ın cemaat pozisyonuna doğru çekilmesi, ister gazeteyi yaşatmak için bir çırpınma, Radikal gazetesi artık hükümeti destekleyen bir gazete haline geliyor.

Sadece politik alandaki yorumlarıyla değil. Bir gazetenin bir partiye ya da o partinin hükümetine desteği çok daha incelikli yollarla da ortaya konulur. 23 Eylül tarihli nüshada Radikal “Demiryolları 155 yaşında” başlığı ile bir ek yayınlamış. Sanki demiryollarını AKP hükümeti kurmuş gibi, kapakta Tayyip Erdoğan’ın, bir yanında Emine Erdoğan, bir yanında Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, metro kullanırken fotoğrafı. Bize el sallıyor! Sadece kapakta mı? 16 sayfalık ekte, Türkiye’de demiryollarının gelişmesinin uzun bir kronolojisi ve buna uygun olarak bazı tarihi fotoğrafların dışında, sadece ve sadece iktidar var! Orta sayfada “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın yazısı. Üzerinde yine Emine Erdoğan’la birlikte fotoğrafı. Karşı sayfada Binali Yıldırım’ın fotoğrafı ve yazısı. Başka bir sayfada yine Erdoğan bu sefer bir Ulaştırma Bakanlığı/TCDD afişinden el sallıyor bize. Arada Abdullah Gül de unutulmuyor. O da sayın “first lady” ile birlikte tren kullanıyor. Herkes pek mutlu. Eyüp Can da öyle olmalı. Bütün ek bundan ibaret! Buna “resmi propaganda” demek abartılı kaçar mı?

Politik destek

Desteğin bu tür hilekâr biçimleri yanında politikaya destek biçimini aldığı da kolayca görülebilir. 25 Eylül Pazar günü atılan manşete bakalım: İri harflerle “Söz bitmedi” yazmış Radikal. Bunun Erdoğan’ın Ramazan’da Kürt sorununa ilişkin olarak söylediği “söz bitti” lafına referansla yazıldığı açık. Peki bitmemiş de ne olmuş? “Hükümet cephesinden 24 saatte gelen açıklamalar barış umutlarını yeşertti.”

Erdoğan’ın “barış” denebilecek herhangi bir politikadan ışık yılı kadar uzak olduğu bu dönemde bu epeyce cüretkâr bir manşet ve açıklama. Peki temeli ne? Başbakan New York’ta “silah bırakırlarsa operasyonlar sona erer” demişti ya, o. Güldürmeyin insanı. “Barış” diyen “savaş”ın varlığını kabul ediyor demektir. Radikal yeni dönemine barış kampanyası ile başlamıştı, görüldüğü gibi hâlâ da “barış” sözcüğünü kullanıyor. O zaman savaş var demektir. Peki, bir savaşta taraflardan birinin lideri, “teslim olun, silahlarınızı bırakın” derse, buna “barış çağrısı” adını takanın aklından kuşkulanmaz mısınız?

Erdoğan’ın söylediği laf tek kelimeyle komiktir, çünkü tanım gereği doğrudur, yani totolojidir. PKK silah bırakırsa, operasyonlar bitermiş! Karşı taraf silah bıraktıktan sonra zaten operasyonu kime karşı yapacaksınız? Burada sizin iradenizin değil, durumun doğasının belirlediği bir “bitme” var. O zaman ne diye açıklama yapıyorsunuz? Tabii, bitecektir operasyonlar. Radikal bu komik lafı alıyor, hükümetin barış istediği iddiasına kanıt yapıyor. Bakın, bir de yorum yapmışlar, daha birinci sayfadan. “Hükümet neyi amaçlıyor?” diye sormuşlar ve cevabını şöyle vermişler:

“Hükümetin hedefi BDP’lileri 1 Ekim’de Meclis’te görmek. Ekimden itibaren kış koşulları çatışmaları azalatacak. TBMM’de yeni anayasa görüşmeleri başlayacak. Kanlı saldırıların yerini yeniden ‘diyalog’ ortamı alacak.”

Diyelim, Radikal’in yazı işleri, haydi kibar deyimle söyleyelim, biraz anlayışsız. Erdoğan’ın totolojisini, bir yumuşama gibi gördü. Peki, bunun ardından “analiz” kılığında bu yorumun gelmesi gerekir mi? Diyelim anlayamadınız, hiç olmazsa soru kipi kullansanıza! Hayır, Radikal kendi demokrat eğilimli okuyucusunun kafasında hükümetin barış ve her ne demekse ‘diyalog’ istediğine dair bir yanılsama doğurmak istiyor. Mesele bu.

Peki, ne oldu o pek akıllı analize? BDP Meclis’e girdi. Hemen ardından partiye saldırılar yeniden ve daha hızlı biçimde başladı. “Diyalog” isteyen böyle mi yapar? Ne analizmiş!

Radikal İki

Gerek Gerçek’in okuyucuları, gerekse Radikal’in Pazar günleri çıkan eki Radikal İki’nin okuyucularının bir kısmı, bizim uzunca bir süredir Radikal İki’ye yazmadığımızı fark etmişlerdir. Radikal İki, bizim “sol liberal” olarak nitelediğimiz yazarların ağırlığına rağmen bütün solun okuduğu bir yayın niteliğini taşıyor. Biz de son yıllarda, özellikle Marksizmin ve sınıf mücadelesinin güncelliğini gündeme getirmek amacıyla, Tekel direnişi döneminde yoğun biçimde olmak üzere, bu yayına yazılar yazdık. Yazmayı durdurmamız, Radikal’in basın tarihinde az görülmüş bir operasyonla Eyüp Can ekibine devredilmesi aşamasına denk gelir.

Hayır, yeni formatı sevmediğimiz için değil. Ne de Radikal’in eski yönetimine bayıldığımız için. Önemli olan işin politik yanı. Bizim başından beri kuşkumuz, cemaate yakınlığı hep konuşulan Eyüp Can’ın bir dizi göz boyama operasyonundan sonra hükümetle uzlaşacağı ve onu destekleyen bir yayın çizgisi izleyeceği oldu. Kimileri bir boşluk yakalama hevesiyle “sanki eski Radikal solcu muydu?” diye sorabilir. Bunlar, böyle bir soru ile sadece kendilerinin politikadan anlamadığını kanıtlamış olurlar. Hayır, eski Radikal solcu olmaktan uzaktı. Yönetimi burjuva liberaldi. Sayfalarında solcuların yanı sıra faşistlerden Türk-İslam sentezcilerine kadar her türlü sağcı kalem oynatıyordu. Radikal İki elbette soldu, ama adı üstünde bir “ek”ti. Şimdi de öyledir. Dolayısıyla, gazeteden ayrı bir egemen ada devleti gibi değerlendirilemez, ancak gazete ile birlikte değerlendirilebilir.

O günkü Radikal ile bugünkü Radikal arasında bir fark vardır: O günkü Radikal hükümetin destekçisi değildi. Bugünkü Radikal o yola girmiştir. Hükümet destekçisi olmayan bir gazetenin çoğulculuğu içinde solcuların en başta gençler olmak üzere, sol ve demokrat aydınlara hitap etmesi, bütün sorunlara rağmen anlamlı olabilirdi. Bugün Radikal hükümete destek vermeye devam ettikçe, Radikal’de yazan solcular o sol ve demokrat okurun (aynen Taraf gazetesinde olduğu gibi) adım adım hükümete ve AKP’ye desteğe doğru sürüklenmesinde bir araç haline gelirler.

“Gazetemiz”

Yıldırım’la başladık, onunla bitirelim. Onurlu yazısına çok yanlış bir başlık atmış Yıldırım: “Gazetemiz diyeceksek”. Bir gazetede yazmak başka, onu “gazetemiz” diye benimsemek başka. Yıldırım Radikal’in neden hiçbir zaman kendi gazetesi olamadığını, olamayacağını kendisi gayet güzel anlatıyor: “Kimi namlı sağcılarla, gizli MHP-BBP milletvekilleriyle yan yana yazılarım çıktı. Buna katlanmak zordu.” Evet, Yıldırım, öyle bir gazete senin gazeten zaten olamazdı. Ama okuyucusu senin okuyucundu, o yüzden o aşağılık yazarlara tahammül ettin. Parmaklarınla burnunu sıktın, yazdın. Ama “gazetemiz” deme.

Ya bugün? Yıldırım, yukarıdaki cümlelerin ardına ekliyor: “Ama Radikal’in böyle bir manşetinin altında sessiz sedasız yazmayı sürdürmek imkânsız. Bu manşetten sonra Sözcü’den, Yeni Şafak’tan, Orta Doğu’dan, Vakit’ten farklı bir gazetede yazıyormuş gibi davranmayı kendime yakıştırmam.”

Evet, o manşet bütün o gazetelerde atılabilirdi. Ama Radikal’i onlardan ayıran bir şey hâlâ var. Sözcü ve Ortadoğu’dan farklı olarak, demokrasiden yana görünmek. Yeni Şafak ve Vakit’ten  (ve Taraf’tan) farklı olarak da hükümetten bağımsız görünmek. Bu da Radikal’i daha sinsi ve belki daha da tehikeli kılıyor. Mesele sadece Kürt sorunu değil. Mesele iktidarın yanında olup olmama sorunu!

İngilizce’deki güzel terimi Türkçe’ye çevirerek söyleyecek olursak, Yıldırım gibi “iktidara karşı hakikati söyleyen” yazarlar, gelecekte işin bu yanını dikkatle izlemek zorundalar.

Eyüp Can özür dilerken samimi miydi diye sormak yanlış soruyu sormaktır. Eyüp Can hükümetten yana politikasını derinleştirecek mi, derinleştirmeyecek mi diye sormak gerek.

*Bu yazı Birgün Gazetesi’nin 19 Ağustos 2012 tarihli sayısında yayınlanmıştır.