Vergi Ödemeli mi, Ödememeli mi?

BDP’li Batman milletvekili Bengi Yıldız Taraf gazetesinden Neşe Düzel’e “Demokratik özerkliğini ilan eden yer, Ankara’ya vergi vermemeli ama devletten yardım almalı. Geri kalmış yörelerin hepsi için bu böyle olmalı. Zira bu bölgeler ihmal edildi, devlet yatırımları Marmara-Ege’ye yaptı” dedi ve anında çıngar koptu. Kopan çıngar arasında, tahmin edilebileceği gibi, Tayyip Erdoğan’ın “ödemediği zaman bedelini ödemek durumunda kalır” lafı ön plana çıktı. Malum medyamız da, hemen, acaba “bedelden ne kastetmiş olabilir?” “cezacı mantık devlet adamlığı ile bağdaşır mı?” temalı ‘yoğun’ ve ‘derin’ bir tartışmayı başlatıverdi.

BDP’li Batman milletvekili Bengi Yıldız Taraf gazetesinden Neşe Düzel’e “Demokratik özerkliğini ilan eden yer, Ankara’ya vergi vermemeli ama devletten yardım almalı. Geri kalmış yörelerin hepsi için bu böyle olmalı. Zira bu bölgeler ihmal edildi, devlet yatırımları Marmara-Ege’ye yaptı” dedi ve anında çıngar koptu. Kopan çıngar arasında, tahmin edilebileceği gibi, Tayyip Erdoğan’ın “ödemediği zaman bedelini ödemek durumunda kalır” lafı ön plana çıktı. Malum medyamız da, hemen, acaba “bedelden ne kastetmiş olabilir?” “cezacı mantık devlet adamlığı ile bağdaşır mı?” temalı ‘yoğun’ ve ‘derin’ bir tartışmayı başlatıverdi.

 

Erdoğan’ın fevri çıkışlarının yorumunu pop-psikiyatri uzmanı gazetecilere bırakarak, aynı günlerde sık sık karşılaştığım, hem de sol göstererek yapılan vergi savunuculuğuna değinmek istiyorum. Yanlış anlaşılmamak için baştan vergi meselesine nasıl baktığımı kısaca belirteyim.

Tartışılan konu bağlamında, devletin, yani vergi toplayan merciin, dolayısıyla verginin kendisinin yok olduğu ideal bir topluma referansla geliştirilecek argümanları atlayabiliriz. Konumuz, A.B.D.’nden T.C.’ne kadar kapitalist devletin topladığı vergilerdir. Burada dikkate alınması gereken safhalar şunlardır: ilkin, verginin kaynağı (gelir tipi ve kimin ödediği anlamında), ardından, bu vergilerle sağlanan parayla yapılan harcamaların niteliği (kime dönük ve ne amaçla yapıldığı anlamında), sonra, hem vergi toplarken hem de vergilerle yaratılan fonları harcarken yapılan adaletsizlikler ve de en son olarak, bu adaletsizliklerin çözümüne ilişkin politikalar.

Netlik sağlamak için somutlayalım: vergiler gelirler (ücret ve kâr) ve harcamalar (zengin ve yoksul) üzerinden toplanır. Devlet bu parayla okul ve hastane yapabileceği gibi tank, tüfek de satın alıp, CIA veya JİTEM mensuplarını da besleyebilir. Hatta, devletin sütü bozuksa, hayali ticaret yapanlara teşvik harcamalarını, buzdolabı, fırın kılığında seçim-teşvik-primi türünden şike harcamalarını da bu vergilerle finanse edebilir. Bu arada, günde bir paket sigara, bir şişe bira içen asgari-ücrete-talim emekçiye de, motor yatı ile Adalar-Modalar yapan spekülatore de aynı miktarda sigara ve içki vergisi ödetmekte beis görmeyebilir.

İşte, Bengi Yıldız’ın ettiği lafın üzerine leş kargaları gibi atlayanlar önce bu belirttiğim vergi toplama ve harcama safhalarının kalem kalem hesabını yapıp, ondan sonra ağızlarını açmalıdır. Bengi Yıldız’ın yapmasına gerek yoktur, çünkü, o bu safhaların her kaleminden muzdarip bir halkın içinden çıktığı için, adaletsizliği akli değil, hissi bir mesele olarak yaşamaktadır.

Bizim gibilerin ise bu işlerin hesabını kitabını tutması gerekir. Merak edilmesin, bunu yapanlar da hem bu ülkede hem de batıda mevcuttur. Google’layın net vergi (net tax), sosyal ücret (social wage) vb. kavramlarını, göreceksiniz. 

Şimdi, gelelim yukarda bahsettiğim pseudo-vergi-savunuculuğu meselesine. Kulağımla duyduğum argümanlardan birinin dayandığı zihniyet kapitalist ekonominin her şeyinin sermayedarların lütfuna bağlı olduğu varsayımına dayanır. Bu akıl tutulması, nedensellik zincirini sermayedarın yatırım kararı ile başlatır. Öyle ya, yatırım olmasa iş yeri olmayacak, iş yeri olmazsa da çalışan olmayacak, çalışan olmayınca ücret üzerinden alınan vergi olmayacaktır. O zaman ücretlerden alınan gelir vergisi bizzat sermayedarın yarattığı istihdamın sonucu olduğuna göre, bu vergiye niye “istihdam vergisi” denmesin ki? Maalesef, bu görüş sol cenahta oldukça yaygındır. Hem de, bu tür kavramların, adeta bizzat hayatın kendisinin sermayedar lütfu olarak algılanmasına hizmet ettiğinin farkına varmadan.

Herkesin üniversite yıllarında hayran olduğu gençlik önderleri vardır. Benimki, belki biraz da o yıllarda İTÜ’nde öğrenci olduğum için Harun Karadeniz’dir. Harun Kapitalsiz Kapitalistler adlı küçük bir kitap yazmıştı. O başlıktan esinlenerek, “istihdam vergisi” gibi kategorilerle Bengi Yıldız’ı eleştirmeye kalkanlara Kapital’siz Sosyalistler demeyelim de, ne yapalım?

* Bu yazı 30 Temmuz 2011 tarihli BirGün gazetesinde yayınlanmıştır.