Patronlar ödesin!

Patronlar ödesin!

Geride bıraktığımız 2021 yılında egemen sınıflar ve hükümetleri ne iklim krizine ne yoksulluğa çözüm bulabildi ne de salgını kontrol altına alabildi. Koronavirüs salgınından dolayı dünyada 5 milyonu, sadece ABD’de 800 bini aşkın insan hayatını kaybetti. Salgın çeşitli varyantlarıyla yayılmaya devam ediyor, insanlar ölümüne çalıştırılıyor. Küresel gıda fiyatları bu yıl içinde son 10 yılın zirvesine tırmanırken, dünya çapında 811 milyon insanın açlık çektiği ve 41 milyon kişinin açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirtiliyor. Buna karşılık madalyonun öbür yüzünde milyarder iş adamları uzaya yolculuk yapmak için birbirleriyle rekabet ediyor, ölümsüzlük peşinde yaşlanmayı geciktiren teknolojilere yatırım yapıyorlar.

Almanya Kalkınma Bakanı Gerd Müller açlığı “inanılmaz bir skandal” diye nitelendirerek, “Açlık cinayettir. Çünkü dünyadaki tüm insanları doyuracak bilgiye de teknolojiye de sahibiz.” demiş. Alman bakan herhalde kapitalizmin yaşama değil kâra öncelik veren bir sistem olduğunu, toplumsal ihtiyaçlar karşısında kayıtsız kalan, akıldışı bir işleyişe dayandığını unutmuşa benziyor. Bu akıldışı işleyiş kendini bilmez bazı patronların açgözlülüğünden, ahlâk dışı davranışlarından, risk iştahlarından ya da hükümetlerin yanlış politikalarından kaynaklanmıyor; her ne kadar bunlar da bir ölçüde rol oynasalar da. Bu işleyişin ürettiği zenginleşmenin asıl kökeni, bizatihi emekçi sınıfların ağır çalışma koşulları altındaki sömürüsünde ve kamu kaynaklarının yoğun devlet desteği ve güvencesi altında patronlara aktarılmasında yatıyor. Bu sistemde bırakın sadece işini kaybetme riskini, hayatını kaybetme riskini emekçiler üstlenirken, patronlar hem emekçilerin yarattığı değere el koyuyorlar hem de bir şekilde kendilerini güvenceye alıyorlar.

Bu savımızı ortaya koyan çarpıcı bir örnek olarak kapitalizmin en gelişkin olduğu ABD’den, dünyanın en büyük şirketlerinden biri olan Amazon’u ele alalım. Başta e-ticaret olmak üzere birçok alanda dev bir tekel (dünya çapında 1.3 milyon çalışanı var) olan bu firmanın sahibi Jeff Bezos bilindiği üzere dünyanın en zenginleri arasında yer alıyor. Yakın dönemde Bezos’un uzay yolculuğu (geçenlerde roketle yaptığı 11 dakikalık yolculuğun maliyetinin 5.5 milyar dolar olduğu belirtiliyor) ve insan ömrünü uzatmaya dönük araştırmalara yatırım yaptığı biliniyor. 205 milyar dolarlık servetiyle dünyanın en zengin kişileri arasında yer alan ve yıllarca vergi kaçırdığı ortaya çıkan (şirketin genel merkezinin bulunduğu ABD’de sadece yüzde 1.2 vergi ödediği belirtiliyor) Bezos’un uzay yolculuğunun ardından, “Her Amazon çalışanına ve müşterisine teşekkür ederim. Çünkü bu maliyeti siz ödediniz.” demesi aslında bu zenginliğin kaynağının nereden geldiğinin de bir itirafı niteliğinde. Emekçilerin alınteri ile sağlanan bu zenginliğin artmasında (ABD) devlet(inin) desteğinin (yeni teknolojiye dönük araştırmalar için verilen teşvikler, kamu kaynaklarına dayalı fonlar, ihalelerde verilen güvenceler, iflasın eşiğine gelen şirketlerin kamu kaynaklarıyla kurtarılması vb.) rolü de azımsanmayacak boyutlarda.  

Pandemi döneminde firmanın kârları ikiye katlanırken, düşük ücretler, tehlikeli çalışma koşulları, yönetimin sendika karşıtı baskıcı tutumu bir yana, çalışanlar bir de gerekli güvenlik önlemlerini almadan ölüm tehlikesi altında çalıştırılıyorlar. Geçen sene 20 bine yakın Amazon çalışanının Koronavirüse yakalandığı tespit edilmekle birlikte, bunların kaçının öldüğü firma tarafından halen açıklanmış değil. Çoğu taşeron olarak çalışan işçiler işyerlerinde yoğun bir baskı altındalar (çalışanların özel facebook gruplarının izlemesi, elektronik kelepçe ile işçileri gözetleme tekniklerinin kullanılması vb.) ve firma yönetimi sendikalaşma girişimlerini tehditlerle engellemeye çalışıyor. Keza daha geçen ay Amerika’nın Illinois eyaletinde meydana gelen hortum felaketinde Amazon’un deposunda çalışan 6 işçi gerekli uyarılar yapılmadığı ve önlemler alınmadığı için hayatını kaybetti.

Yazımızın başında patronların, onları zenginleştiren emekçi sınıfların hayatına karşı tam bir kayıtsızlık içinde davrandıklarını, önceliği her ne pahasına olursa olsun daha fazla kâr elde etmeye verdiklerini belirtmiştik. Amazon örneği bu olguyu ortaya koyarken, başta metal işçileri olmak üzere Türkiyeli emekçiler açısından da önemli ipuçları barındırıyor. Geçtiğimiz ay yaklaşık 1.3 milyon Amazon çalışanı, 20 ülkede, “Kara Cuma” adı verilen alışveriş çılgınlığının tavan yaptığı günde, çeşitli sendikaların, konfederasyonların, çevre ve insan hakları örgütlerinin bir araya geldiği bir koalisyon çatısı altında, “Amazon Ödesin” şiarıyla greve çıktı. 39 kuruluşun imzaladığı metinde Amazon işçileri “pandemi, Amazon’un kârını işçilerin, toplumun ve gezegenimizin önüne nasıl koyduğunu ortaya çıkardı” diyor ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini, sendikal faaliyetlere katılanlara işten atma tehdidinin son bulmasını, yöneticilerin işçi haklarını kabul etmesini, toplu sözleşme hakkının tanınmasını talep ediyorlar. Bu taleplerin gerçekleştirilmesinin nihai çözümünün ancak Amazon vb. şirketlerin işçi sınıfının denetimi altında kamulaştırılmasıyla mümkün olacağını bilerek bu mücadeleleri yürütmek gerekiyor. Bu ve bunu takip edecek grevlerin zaferle sonuçlandırılması tüm dünyada farklı sektörlerde çalışan emekçiler için de önemli bir kazanım olacaktır. 

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ocak 2022 tarihli 148. sayısında yayınlanmıştır.