İşçinin ekonomisi: Merkez Bankası bağımsızlığının da Erdoğan’ın tutarsızlığının da faturasını emekçi halk ödüyor

Merkez Bankası bağımsızlığının da Erdoğan’ın tutarsızlığının da faturasını emekçi halk ödüyor

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Murat Çetinkaya, Erdoğan’ın kararnamesiyle görevden alındı ve yerine Murat Uysal atandı. Bu olay bir kez daha Merkez Bankası bağımsızlığı tartışmasını gündeme getirdi. Erdoğan, Merkez Bankası’na yaptığı müdahale dolayısıyla geniş bir kesim tarafından eleştirildi. Bir yandan Berat Albayrak “hedefleri tutturduk” açıklaması yaparken Merkez Bankası başkanının “hedeflere ulaşılamaması” gerekçesiyle görevden alınmasının oluşturduğu tezat ve tutarsızlık haklı olarak gündeme getirildi.

Merkez Bankası bağımsızlığı İMF’nin ve Kemal Derviş’in işçi köylü düşmanı yasalarının sonucu gelmiştir

Bu meseleye işçi ve emekçilerin açısından baktığımızda ne Merkez Bankası’na dokunmayın diyen liberallere, yerli ve yabancı sermayeye ne de Erdoğan’ın tutarsız politikasına hak vermek mümkün. Merkez Bankası bağımsızlığını savunanlar çok önemli bir gerçeği unutturmaya çalışıyorlar. O da TCMB’nin bağımsızlığına ilişkin yasanın 2001 krizinin ardından İMF dayatmasıyla gündeme gelmesi, DSP-MHP-ANAP hükümetinin ekonominin başına getirdiği Kemal Derviş’in kötü ünlü, işçi-köylü düşmanı “15 günde 15 yasa”sının bir parçası olmasıdır. Bu gerçeği hatırladığımızda Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ile kast edilenin yerli ve yabancı finans merkezlerine bağımlılık olduğunu görmek zor değildir. Bugün özellikle yabancı sermaye yüksek faiz istiyor ve enflasyonla mücadeleye ağırlık verilmesini şart koşuyor. Basit bir sebeple… Türkiye’ye getirecekleri sıcak paranın daha fazla kâr elde edip tekrar emperyalist merkezlere geri dönmesi için. Bu politikanın sonunda ekonomi küçülmüş, insanlar işsiz kalmış, vatandaş tüketimini iyice kısıp daha fazla ve daha yüksek faizle borçlanmış umurlarında değil tabii ki…

Erdoğan’ın hem yanlış hem tutarsız faiz teorisi neyi amaçlıyor?

Peki Erdoğan neden düşük faiz istiyor? Tüm hükümet liderleri gibi o da yüksek faizin yarattığı ekonomik durgunluğun siyasi faturasını ödemek istemiyor. Erdoğan, döviz fiyatlarının ve enflasyonun arttığı ama faizlerin nispeten düşük tutulduğu 23 Haziran Başkanlık seçimlerini kazandı, tersine yüksek faizle dövizin ve enflasyonun kontrol altına alınmaya çalışıldığı 31 Mart ve tekrarlanan İstanbul seçimlerinde ise büyük bir yenilgiyle karşı karşıya kaldı. Erdoğan kendince bu sonuçlardan ders çıkarmıştır ve ne olursa olsun faizleri düşürmeye çalışmaktadır.

Erdoğan bunu yaparken iktisattaki faiz teorisini baş aşağı çevirerek kendine has bir teori ortaya atmış durumda. Ona göre faiz ve enflasyon arasındaki ilişki ters değil doğru orantılıdır. Erdoğan, faiz düşerse enflasyonun da düşeceğini iddia etmektedir. Erdoğan’ın düşüncesi kapitalist piyasa ekonomisi koşullarında imkânsızdır. Çünkü faizlerin düşmesi demek piyasada paranın bollaşması demektir. Enflasyon bir yönüyle paranın değerinin azalması olduğuna göre hem piyasaya daha fazla para sürüp hem de paranın değerinin yükselmesini (enflasyonun azalmasını) beklemek hayal değildir de nedir?

Bir başka örnek de Merkez Bankası’nın “ihtiyat akçesi” olarak kötü gün için tuttuğu ve piyasaya sürmediği 46 milyar lira, bir torba yasayla hükümete aktarıldı. Konumuz açısından bunun anlamı devletin bütçe açığını kapatmak için fazladan 46 milyar liranın piyasaya sürülmesidir. Merkez Bankası bağımsız olsa idi elbette bu mümkün olmazdı. Bu hamle de enflasyonda artışa neden olmak pahasına bütçe açığının düşük gösterilmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yani bir kez daha Erdoğan’ın siyasi hedef ve önceliklerinin belirleyici olduğu bir uygulama ile karşı karşıyayız.

Nihayet faizler zoraki düşük tutulduğunda belki elinde satılmayan yüz binlerce konut olan müteahhitler bayram ediyor ama Türk Lirası’nın değer kaybetmesi, hayat pahalılığının artması yine emekçi halka bedel ödetiyor.

Faizsiz düzen mümkün mü? Kapitalizmde hayır! Sosyalizmde evet!

Merkez Bankası’nı kendine bağımlı kılmaya çalışan Erdoğan ile Merkez Bankası bağımsızlığı adı altında tüm para politikasını finans merkezlerinin boyunduruğuna sokmaya çalışanlar bir yerde buluşuyor; piyasa ekonomisi! Yerli ve yabancı sermaye serbest piyasayı dokunulmaz kılmaya çalışıyor. Tüm faturayı halk ödesin istiyor. Erdoğan ise kapitalist düzeni temel alıyor ama kendi kurallarını dayatmaya çalışıyor. Halkı önemsemiyor, kendi ödediği siyasi faturayla ilgileniyor.

İşçi ve emekçiler açısından ise Merkez Bankası ne istibdadın oyuncağı olmalı ne de yabancı sermayenin isteklerine göre hareket etmelidir. Eğer bir tercih yapılacak olsa elbette ki alacaklılardan değil, borçlulardan oluşan işçiler, emekçiler ve köylüler faizin düşmesini isteyecektir. Gelgelelim kapitalist piyasa işlediği müddetçe düşük faiz de yüksek faiz de sonunda farklı mekanizmalarla faturayı emekçi halka ödeten sonuçlar doğurmaktadır.  Faizsiz düzen ise ekonominin işçi denetimindeki devlet mülkiyetine dayandığı, piyasanın yerine planlamanın hâkim olduğu sosyalizmdedir. Sosyalizmde toplumsal kaynaklarının nasıl tahsis edileceği faiz ve kâr oranlarıyla değil, ihtiyaçlara göre yapılan planlamayla belirlenecektir. Sosyalizmin Merkez Bankası bağımsız falan olmayacaktır, tam bir işçi sınıfı diktatörlüğü altında faaliyet gösterecektir. 

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2019 tarihli 119. sayısında yayınlanmıştır.