Kapitalizm depresyon içinde, hastalığın doktoru bulunamıyor!

2008 krizi

Dünya çapında kapitalizm ağır bir hastalığa yakalanmış durumda. Hastalık şimdiden 10 yılını doldurdu, ama dermanı bir türlü bulunamıyor. Ekonomistler bu hastalığa “depresyon” diyor. “Ekonomik kriz” demek doğru ama yetmiyor, ekonomi yolunu şaşırmış, kimse çıkış yolunu bilmiyor. Öyle olunca her türlü sapık akım boy veriyor. İşte Trump denen insanlık düşmanı, işte İtalya’da Salvini denen göçmen düşmanı, işte Filipinler’de “uyuşturucuya karşı savaş” adı altında bir buçuk yıl içinde 10 ila 20 bin arasında insanı yargısız infaz eden Duterte. Faşizm yükseliyor. Gericilik yükseliyor. Üçüncü Dünya Savaşı tehlikesi yükseliyor. Ama devrim ve sosyalizm de yükseliyor. Bize de tarafımızı seçmek kalıyor. Ya kapitalizmin onulmaz hastalığının yükünü sırtlanacağız, ya onu hastalığının mukadder akıbetine terk edecek, devrimi ve sosyalizmi seçeceğiz.

Marksizm yalanları teşhir etti

Amerika 2007’de, dünya ekonomisi ise 15 Eylül 2008’de Lehman Biraderler adlı Wall Street bankası iflasa terk edilince ağır bir krize girdi. Kapitalizmin akıldâneleri buna başta “Büyük Resesyon” adını taktılar. Kriz ağırdı ama bir-iki yıl içinde düzlüğe çıkılırdı. Bütün amaç “depresyon” deyip de fincancı katırlarını ürkütmemekti. İşçi sınıfının biliminin temsilcileri Marksistler ise derhal bunun kapitalizmin tarihindeki Üçüncü Büyük Depresyon olduğunu söylediler. Yani dünya 19. yüzyıl son çeyreğinin ve 1930’lu yılların derin durgunluğuna benzer bir krize girmişti.

On yıl sonra kimin haklı olduğu ortaya çıkmıştır. Bütün dünyanın patronları (bizimkiler de!) kapitalist sistemin ağır bir krizde olduğunu ağızlarında yadsımış, ama pratikte politikalarıyla tescil etmiştir. Bunun en belirgin örneği, bütün ülkelerin merkez bankalarının faizleri düşürüp yatırımı ve tüketimi kolaylaştırması, ayrıca “miktar genişlemesi” başlığıyla karşılıksız para basmasıdır. Bugün bile Britanya’nın merkez bankasının politika faizi negatif bölgededir, yani ödünç para alan üstüne bir de faiz almaktadır! Avrupa Merkez Bankası ise hâlâ faizleri çok düşük tutuyor. Neden? Çünkü depresyon devam ediyor. Kapitalizm suni teneffüs yoluyla hayatta tutuluyor.

“Helikopterden para yağdırmak”

Depresyonun çok daha ağır yaşanması mümkündü. Kapitalist sınıfın dünya çapında 250 yıla yaklaşan iktidarı sırasında öğrendiği teknikler, hasarın şimdilik sınırlanmasını sağladı. Amerika’nın merkez bankasının kriz patlak verdiği sırada başkanı olan Ben Bernanke, bir aşamada devletin gerekirse havadan helikopterlerle para bile yağdıracağını söylemişti. Yapılanın tam tamına bu olduğu söylenebilir. Sadece ABD’de değil, dünyanın her yerinde banka sistemini ve uçurumun kenarındaki şirketleri, son yılların modası neoliberalizmin iktisatçıları moda olmayan karşılıksız para basma işlemleriyle ve kamulaştırmayla kurtarmışlardır.

Bütün bunların sonucunda dünya çapında borç anormal düzeylere erişmiş, toplam borçluluk İMF’ye göre 164 trilyon dolara ulaşmış bulunuyor. Bu, dünya çapında toplam üretimin (deyim yerindeyse dünya GSYH’sinin) yüzde 225’ine denk düşüyor. Bir başka uluslararası finans kuruluşunun rakamları daha da vahim bir tablo ortaya koyuyor: Gelişmiş ülke finans gruplarının ortak örgütü Institute for International Finance’in farklı tanımları temelinde borçluluk 237 trilyon dolara yükselmiş durumda. Bu da dünya GSYH’sinin yüzde 318’ine tekabül ediyor. (Karşılaştırma için batak durumda olan Yunanistan’ın dış borcunun GSYİH’sinin en son yaklaşık yüzde 195’i kadar olduğunu hatırlatalım. Tabii o dış borç, dünya rakamları her tür borç.)

Bize de bekleriz!

Kriz başlangıçta daha ziyade ileri kapitalist, yani emperyalist ekonomilerde (ABD, Avrupa, Japonya vb.) yoğunlaştı. “Yükselen ekonomiler” olarak bilinen Çin, Hindistan, Brezilya gibi ülkeler hızlı büyümeye devam ettiler. Türkiye de bu gruptaydı. Hatta 2008’de bir altı ay boyunca ekonomi ağır bir daralma yaşadıktan sonra toparlanmakla kalmadı, birkaç yıl Çin’den sonra dünyada en hızlı büyüyen ekonomi haline geldi.

Bu, hükümetin marifeti falan değildi. Emperyalist ülkelerde durgunluk çok yüksek, faizler de çok düşük olduğu için sermaye yatırım alanı arayışı içinde faizlerin yüksek olduğu “yükselen ekonomiler”e aktı. Hepsi bu. Şimdi ABD merkez bankası Fed 2013’ten itibaren karşılıksız para basmayı durdurduktan sonra, 2016’dan itibaren de faizleri yükseltmeye başlayınca, “sıcak para” anavatanına dönüyor. Siyasi sarsıntılar da yatırımcıların “güvenli liman” arayışını kışkırtıyor. “Yükselen ekonomiler” (şimdilik Arjantin, Güney Afrika, Meksika, bir ölçüde Rusya) ve bunlarla birlikte Türkiye depresyonun ağır sonuçlarıyla asıl şimdi tanışıyor. Mesele papaz Brunson falan değil. O sadece tetikleyici. Mesele depresyon!

Daha ağırı da gelecek

Şimdiye kadar iki faktör depresyonun kontrol dışına çıkmasını engelledi. Birincisi, hükümetlerin maliye politikasıyla, merkez bankalarının ise ucuz para politikasıyla ekonomiyi suni yöntemlerle ayakta tutma çabası. İkincisi, başta Çin olmak üzere, “yükselen ekonomiler”in on yıldır bir ölçüde krizin etkilerinden korunması. İlkinde borçluluk ve merkez bankalarının ağır yük altına girmiş olmaları dolayısıyla sınıra yaklaşılıyor. İkinci faktör açısından ise en önemlisi Çin olmak üzere “yükselen ülkeler” kriz belirtileri gösteriyor. Tabii burada Türkiye, Arjantin’le birlikte dünya şampiyonu.

Şimdi bir de krizi azdıracak yeni bir faktör var: Trump ve korumacılığa başvuran diğer hükümetler sayesinde dünya pazarı parçalanmaya başlıyor. Ticaret savaşları başladı bile. Bunun her ülkenin ekonomisini toplu halde aşağı doğru çekeceği hemen hemen kesin. Kapitalistler yine iğne üstünde oturmaya başladı. İtalya’da seçimde ön faşist parti ile ne idüğü belirsiz yeni bir parti seçimleri kazanınca, ülke zaten yüksek düzeyde borçlu olduğu için dünya borsaları sarsıldı. Ardından Türkiye ABD ile papaz krizini yaşarken ulusal parası serbest düşüşe geçince borsalar bir daha sarsıldı. Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar…

İşçi sınıfı, sendikaları ve siyasi partileriyle sadece Türkiye’de değil dünyada da bugün yaşanandan daha ağır koşulların gelebileceğini hesaba katarak yığınağını yapmak zorunda. Ama bunun da ötesinde, proletarya devrimcilerinin büyük mücadelelere hazırlanmaları gerekiyor. Kapitalizmin krizi her coğrafyada faşist, ön faşist, mezhepçi, tekfirci, düpedüz baskıcı hareket ve rejimlerin hızla yükselişine yol açıyor. Sıkışan emperyalizm yüzünü yeniden savaş politikalarına dönüyor. Dünya, kapitalizmin krizinden çıkışsızlığı içinde bir kez daha barbarlığa doğru ilerliyor. Proletarya devrimcileri barbarlığa karşı işçi sınıfının sosyalist iktidarını dünya çapında hazırlamak zorunda.