Gayri nizami kapitalizm ve yeni anayasa

Seçimler bitti ve kimi sosyalistleri bir yenilmişlik ve şaşkınlık duygusu kapladı. Sanki önceden yüzde 20’lerde oy alırken son seçimde yüzde 49 oy almış bir parti var karşımızda! Daha da ötesi, sanki gerçek bir seçim yapılmış da bunun karşısında Kürt hareketi ve sosyalistler gerilemiş, dolayısıyla yenilmiş. Sanki sosyalistler her seçimde neredeyse oyların dörtte birini alıyormuş da bu sefer epey bir gerilemişler gibi, bir şaşkınlık var ortada. Oysa Marksizm’in diğer siyasal perspektifler karşısındaki en büyük gücü, geleceği çok daha isabetli biçimde görebilmesinden gelir. Her seçim karşısında bu derece şaşkınlığa ve yenilmişlik duygusuna kapılmak, olsa olsa dünyayı ve ülkeyi Marksist bir yöntemle kavrayamamaktan kaynaklanıyor olmalı. Durum bu olunca ileriki dönemde iktidar içerisinde ortaya çıkacak olası bir çatlak da bu durumda olanları çok şaşırtacaktır herhalde.

Ancak bu yazıda bahsetmek istediğimiz konu seçim sonuçları değil. Zira asıl mesele bundan sonra başlıyor ve sosyalistlerin çok dikkatli bir politika izlemelerini gerektiriyor.

Diyebiliriz ki AKP, iktidar olduğundan beri “gayri nizami” bir kapitalizmin baş temsilcisidir. Zira bir taraftan küçük ve orta boy taşra sermayesinin önünü açacak politikalar üretirken, diğer taraftan sendikal örgütlenme, toplu pazarlık ve grev hakkı konularında askeri darbeden sonraki dönemde bile hayal edilemeyen yasaklar getirme marifeti AKP’ye aittir. Emeğin her türlüsünü sermayenin kölesi haline getirmek için olmadık kılıflarla olmadık yollara başvuran yine bu iktidardır: Ne zaman emek karşıtı bir yasa çıkarsa buna “reform” demektedir. Üstelik bütün bunlar, iktidar zaten olağanüstü esneklikte bir ahlak anlayışına sahip olduğundan, kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklarla, rüşvetle, tehditle, şantajla vb. türden “nizami olmayan” yollarla yapılmıştır. Tabi bütün bunlar, gece yarısı, karanlıkta ve dolambaçlı yollardan, birbirine benzemeyen her meseleyi tek bir torbaya doldurarak kaçak ve kaçamak biçimde yapılmıştır ki, halk yapılanı reform zannetsin.

Bu çerçevede 1 Kasım seçimlerinin bittiğinin hemen ertesi günü yapılan tartışmanın “yeni anayasa” üzerine başlaması tesadüf değildir. Geniş toplum kesimlerine “reform” diye yutturulmaya çalışılacak bu yeni anayasada neler olacağı çok açık: Esnek zamanlı ve güvencesiz, evden ve uzaktan çalışmanın yasal zeminine oturtulması, geçici işçiliğin yaygınlaştırılması, kamu çalışanlarının iş güvencesinin ortadan kaldırılması, performans sisteminin yaygınlaştırılması vb. türden birçok emek karşıtı madde. Dolayısıyla yeni anayasa, en genel olarak ülkenin ekonomik, siyasal ve kültürel açıdan dünyadaki küresel neoliberal sisteme uyarlanma sürecinin hukuksal yapısını oluşturmayı hedefliyor. 12 Eylül darbesinin altında yatan en temel mantık da ülkeyi Reagan ve Thatcher tarafından başlatılan neoliberal sermaye birikim sürecine hazırlamak olduğuna göre yeni bir anayasanın hedefledikleri açısından bu darbeden farklı olacağını düşünmek yanlış olur. Yeni anayasa işçi ve emekçilerin ihtiyaç ve taleplerinden kaynaklanmıyor sonuçta. Dolayısıyla yeni bir anayasanın temel ruhu ve mantığı her şeyi piyasaya bırakarak yeni bir sermaye birikim sürecinin yaygınlaşmasını sağlamaktan başka bir şey değildir. Yani yeni anayasa, gayri nizami kapitalizmi güvence altına alacaktır. Elbette ki anayasaya koyacakları sözüm ona birkaç “demokratik” maddeye “hayır” dememek için anayasanın bütününe birden “yetmez ama evet” diyecek öngörü fakiri “solcular” da çıkacaktır kuşkusuz.

İktidarın son seçimle elde ettiği gücü baskı ve sömürüyü artırmak için kullanacağı çok açık. Bu çerçevede, oturup seçim sonuçlarına hayıflanmaktansa ileriki günlerde karşımıza çıkacak bu türden saldırılara karşı işçi ve emekçilerle birlikte nasıl hareket edileceğini düşünmek zamanı geldi de geçiyor bile.
 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2015 tarihli 73. sayısında yayınlanmıştır.