Ekonomik reform dedikleri

Referandumdan hemen sonra katıldığı bir televizyon programında TÜSİAD Başkanı şunları söyledi: “Seçim güvenliği konusunda, Türkiye’nin 100 üzerinden 100 alabilecek muazzam olumlu bir karnesi var... Yani hiçbir zaman seçim güvenliğinin tartışıldığı bir dönem nerdeyse olmadı. Seçim güvenliği konusunda yapılan, sonuç değil işin yöntemi itibariyle, yapılan tartışmalardan duyduğumuz üzüntüyü ifade ettim... Referandumun yönü ne olursa olsun derhal birlik zamanıdır, reforma dönme zamanıdır. Artık herkes ekonomi üzerine düşünmeli, Türkiye’nin artık kaybedeceği bir vakte, bir zamana tahammülü yok. Bu bakımdan bir birlik beraberlik zamanı, bir ekonomik reform zamanı... Şimdi artık reform atmosferi var.” MÜSİAD’ın bir şube başkanı da referandumdan hemen önce şunları söylemişti: “Ülkemizin birliği, beraberliği, sosyal ve ekonomik kalkınmışlık düzeyini daha üst seviyelere çıkarabilmesi, yatırım kararlarını daha hızlı alıp hayata geçirebilmesi, terör unsurlarıyla çok daha güçlü ve etkili bir şekilde mücadele yürütebilmesi için istikrara ihtiyacı var.”

İşverenlerin hep bir ağızdan aynı şeyleri söylemeleri şaşırtıcı değil. Elbette burada reform ile kastedilen, başka birçok şeyin yanı sıra, özellikle işçi ve emekçileri yakından ilgilendiren kıdem tazminatının fona aktarılması ve kamu çalışanlarının iş güvenliğinin ortadan kaldırılmasından başka bir şey değildir. Durum bu olunca TÜSİAD’ın, MÜSİAD’ın ve bilumum işveren örgütlerinin referandumu meşru görmesi ve belki bazı çekinceleri olmakla birlikte genel olarak başkanlık sistemine onay vermeleri de kolayca anlaşılacaktır. Zira şimdi ihtiyaç duydukları şey, ekonomik alanda kendi çıkarlarına uygun politikaların, ki reform dedikleri budur, bir an önce, çok hızlıca, tek elden ve elbette ki bütün muhalefeti de bertaraf ederek uygulanmaya başlanmasından başka bir şey değildir. Neredeyse bütün gücü tek elinde toplamış, tek başına yasa çıkarabilecek bir başkana ihtiyaç duymalarının asıl nedeni budur.

Kıdem tazminatında yapmak istedikleri değişiklikle olacak şeylere birkaç örnek verelim: Evlenen kadın işçi, bir yıl içinde işinden ayrılırsa tazminat alamayacak; işyerinde bir yıllık kıdemi olan işçi işten çıkarılırsa tazminat ödenmeyecek; prim gün ve çalışma süresi koşulu nedeniyle işçi haklı bir nedenle işten ayrılsa dahi tazminat alamayacak; kıdem tazminatı miktarı azalacak, şimdi her bir yıllık kıdem karşılığı 30 günlük brüt ücret tutarı olan kıdem tazminatı, 14 günlük ücrete düşürülecek; işveren, ücret ya da ücret benzeri ödemeleri zamanında yapmazsa, işçi ya duruma katlanacak ya da katlanmak istemeyip işten çıkarsa, kıdem tazminatı alamayacak (işverenin ücret ödememesi cezasız kalacak); işten çıkarılma kolaylaştığı için sendikalaşma büyük darbe yiyecek, böylece esnek ve güvencesiz çalışmaya karşı direnç azalacak; tazminatın işvereni caydırıcı özelliği ortadan kalkacaktır.

İşçinin bir nevi iş ve geçim güvencesi olan kıdem tazminatı fona aktarıldığında, ne iş ne de geçim güvenliği kalacak demektir. Bilindiği üzere bunun bir benzerini de kamu çalışanları için getirmek, performansa dayalı ücretlendirme ile iş güvencesini ortadan kaldırmak iktidarın hedeflerinden biridir. Söylemeye bile gerek yoktur ki bütün bunlar ekonomik reform adı altında yapılacaktır.

Nasıl ki işverenler tek bir ağızdan konuşmaktadır, işçi ve emekçiler ve onların örgütleri de bu konuda birlik olmak zorundadır. Burada vurgulamak gerekir ki sol ve sosyalist partilerin, kendi içinde önemli olsa da gündemi tek başına işgal edecek şekilde referandum tartışması yapmaktan artık vazgeçmesi, politikasını yukarıda bahsettiğim iki tehlikeye göre biçimlendirmesi ve işçi ve emekçileri, onların örgütlerini bu politikalara karşı mücadele etmek için örgütlemeye girişmesi zorunluluktur. Özellikle sendikaları bu konuda hareketlendirmek şu anki görevlerimizden en acilidir, nitekim her iki konu da genel grev nedeni ise, işçi ve emekçileri örgütlemeden genel grev yapılamaz.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Mayıs 2017 tarihli 92. sayısında yayınlanmıştır.