Bitmiştir, duyurulur...

 

Nereden nereye geldik?  Yıl 1967, 16 yaşındayım, ilk defa yurtdışına çıkma heyecanı içinde Unkapanı’ndaki bankanın kapısından içeri girdik.  Herhangi bir bankanın değil, T.C. Merkez Bankası’nın Unkapanı’ndaki İstanbul şubesinin kapısından!  Laf olsun diye değil, mecburen girdik.  Her yurtdışına çıkan T.C. vatandaşı gibi.  O yıllarda ve daha sonraki yıllarda, Ronald Özal başımıza düşene kadar hem Türkiye’de hem başka ülkelerde sermaye hareketleri kontrol altındaydı.  Dolayısıyla, benim 250 ABD dolarını cebime koyup yurtdışına çıkabilmem için Unkapanı’ndaki bankanın bilumum masaları arasında mekik dokuyup, en az 6-7 imza almam gerekiyordu.  Oysa, şimdilerde koy cebine milyonlarca ABD dolarını (pardon, cebe sığmayabilir, çantanıza demem gerekirdi) elini kolunu sallaya sallaya çık.  Ne soran var, ne eden!  Yaşasın Turgut Thatcher.

Bu duruma “olması gereken budur, özgürlüğün icabı” diyenlere kötü bir haberim var:  T.C. Merkez Bankası Unkapanı’ndaki şubesini açmaya hazırlanıyormuş! AKP Hükümeti’nin yakında açıklayacağı sermaye kontrolü fermanının uygulamasında bir aksaklık olmasın diye...

Şaka bir yana, bir devrin sonuna geldiğimizin tescilidir hafta sonunda Troyka (Avrupa Komisyonu/IMF/Avrupa Merkez Bankası) dayatmasıyla Kıbrıs hükümetine kabul ettirilen ‘kurtarma’ planı.  Kurtarılmaya çalışılan da, batan da Kıbrıs’ın bankacılık sektörüdür.  Geçen haftaki yazıyı “herşeye rağmen Kıbrıs batmaz, piyasası batar” diyerek bitirmiştik.  Hafta sonundaki planla Kıbrıs’ta bankacılık diye bir faaliyet alanı kalmamıştır.   Avrupa’dan 10 milyar avro alabilmek için 100000 avro üstündeki mevduatlar vergilendirilmiş ve de en önemlisi Kıbrıs dışına sermaye hareketleri yasaklanmıştır.  Bundan sonra bir iki küçük banka (muhtemelen yakında devletin el koyacağı) sıradan insanların tasarrufları ile yetinen kumbara haline gelecektir.  Unutun milyarlar gelsin, milyarlar gitsin tipi ‘özgürlüğü.’ 

Nobelli iktisatçı Paul Krugman geçenlerde New York Times’daki köşesinde yazdı: “Küresel kapitalizmin büyük ölçüde daha az küresel olma yoluna girdiği tartışmasızdır.  Bu da O.K.  Şimdilerde, paranın sınır aşmasının o kadar kolay olmadığı o kötü eski günler göze bayağı hoş geliyor.”  Nereden nereye geldik?

Küreselleşmenin olmazsa olmazı, uluslarası ticarette ve sermaye hareketlerinde liberalizasyondu.  Mallar gitsin gelsin, gümrük duvarları kalksın.  Gümrük birlikleri kurulsun.  Keza, para serseri mayın gibi dolaşsın dursun.  Nereye ne zaman gidip, nereden ne zaman çıkacağı bilinmesin. BIS bile izleyemesin! 

Ernest Mandel’den kulağımla duydum, Uluslararası Ödemeler Bankası (The Bank for International Settlements -- BIS) Başkanı “ortalıkta spekülatif amaçla dolaşan paranın miktarını tam olarak bilemiyoruz, yaptığımız tahminlere göre gerçek miktarın % 30-40 altında olabilir” demiş!  Mandel, dalga geçiyordu, “insan miktarını bilmediği bir şeyi nasıl kontrol edebilir ki” diye.  Mandel haliyle haklı idi. 

İlginç olan, güya Merkez Bankalarının Merkez Bankası olan bu BIS adlı kurumun bilebildiği miktarların da dünya ekonomisinde ipin ucunun kaçtığını gösteriyor olması: BIS’e göre 2011’de dünya mal ticaretinin günlük miktarı 48 milyar dolar iken, döviz piyasalarının günlük hacmi 4,7 trilyon dolar idi!  20. yüzyılın başlarında bu ilişki aşağı yukarı 1’e 1 iken, şimdi tam anlamıyla bir ilişkisizliğin, spekülasyonun ifadesi olarak 1’e 100 haline gelmiş durumda.  İşte Kıbrıs’ta dur denilen, Krugman’a göre bile miyadını doldurmuş olan sermaye hareketlerinin bu sınır tanımazlığıdır.  Yakında, zaten orda burda çoktan telaffuz edilmeye başlayan Tobin vergisi IMF’nin bile reçetelerine yerleşirse şaşırmam.

Kıbrıs’ta bacayı saran ateş, küreselleşmeyi fiilen bitirmiştir.