AKP iktidarı yoksuldan alıp zengine vermeye devam ediyor: Vergi adaletsizliği artık yeter dedirtiyor!

Vergi adaletsizliği

Türkiye’de vergi adaletsizliğinin boyutları git gide artıyor. Tüm işçi ve emekçiler özellikle yılın ikinci yarısından sonra bir üst dilimden vergi ödemeye başlıyor ve zaten zar zor geçindikleri ücretleri daha da azalıyor. Artan oranlı vergi daha yüksek gelire sahip olandan daha fazla vergi almayı öngörür. Türkiye’de ise sistem tam tersi işliyor. Asgari ücretlinin bile Eylül ayından itibaren vergi dilimine girdiği bir garabet yaşanıyor. Bu adaletsizlik hükümetin kararıyla 2020 yılında da, üstelik daha da kötüleşerek devam edecek. İlk vergi diliminin sınırı yine 18 bin lira olarak belirlendi ve böylece yapılacak zamla birlikte asgari ücretli vergi dilimine Eylül’de değil Ağustos’ta girecek. Mevcut uygulamaya göre vergi dilimine girilse bile maaşlar asgari ücretten aşağı düşmüyor. Öte yandan bu durum asgari ücret civarında ücret alan çok daha fazla işçinin yılın ikinci yarısında asgari ücret alacağını gösteriyor.

DİSK’in yaptığı araştırmaya göre vergi dilimleri 2002 yılından itibaren her yıl işçi ve emekçilerin aleyhine olacak şekilde değişiyor. DİSK’e göre 2002 yılını baz kabul edip her yıl kişi başı milli gelir artışına göre vergi dilimleri arttırılmış olsaydı 2019 yılında ilk vergi diliminin 37 bin 700 lira olması gerekirdi. AKP iktidarı ısrarla ve bilinçli bir politika ile vergi dilimlerini aşağı çekiyor. Böylece tam bir sermaye iktidarı olarak devlet bütçesinin yükünü işçi ve emekçilere yıkıp,  geniş halk kesimlerinden sermayeye kaynak aktarıyor.

İşçiler, emekçiler, yoksulların patronların iki katı vergi veriyor!

2019 yılındaki vergi gelirlerinin dağılımına baktığımızda adaletsizliği tüm çıplaklığıyla görüyoruz. Çalışanların maaşları daha ellerine geçmeden içinden kesinti yapılarak toplanan vergiler, devletin vergi gelirlerinin yüzde 62’sini oluşturuyor. Koca şirketler, dev holdingler ise toplam verginin sadece üçte birini (yüzde 33) ödüyor. Daha çok kendi hesabına çalışanların ödediği beyana dayalı vergiler ise toplam vergi gelirinin sadece yüzde 4’ünü oluşturuyor. Tüm bunlara adaletsizliği daha da arttıran bir konu olarak, KDV ve ÖTV gibi vergilerin Koç’a Sabancı’ya da işçiye emekçiyle aynı oranda uygulandığını ve devletin vergi gelirinde KDV ve ÖTV’nin aslan payını oluşturduğunu eklemek gerekli. Son dönemde silah harcamaları ve dış borçlanmanın artışı dolayısıyla bütçe açığı giderek artıyor ve belli ki AKP iktidarı bu açığı tamamen işçi ve emekçilerin sırtından kapatmak istiyor. Tabii ki bu vergi adaletsizliği ile birlikte gelir adaletsizliğinin de giderek artması demek. TÜİK’in son açıklamasına göre toplumun en zengin yüzde 20’si toplam gelirin neredeyse yarısını (yüzde 47,6) toplarken en yoksul yüzde 20’ye sadece yüzde 6 kalıyor.

Vergi adaletsizliğine karşı ne yapmalı?

Bu adaletsizliğe karşı sendikaların öne sürdüğü asgari ücretin vergiden muaf tutulması, ilk vergi dilimi sınırının yükseltilmesi, vergi oranının ise yüzde 10’a indirilmesi gibi talepler birer adım olabilir. Ancak bunlara mutlaka temel ihtiyaç maddelerinden alınan KDV’nin sıfırlanması ve kurumlar vergisinin arttırılması da eklenmek zorunda. Şirketlere verilen vergi muafiyeti ve teşvikler tamamen yoksul halktan alıp zengine veren bir kaynak aktarım mekanizması yaratıyor. Oysa tam tersi olmalıdır. Vergi borcu olan şirketlerin borçları silinmemeli, onun yerine bu şirketler işçi denetiminde kamulaştırılmalıdır!  

 

Kaynak: https://muhasebat.hmb.gov.tr/genel-yonetim-butce-istatistikleri

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Aralık 2019 tarihli 123. sayısında yayınlanmıştır.